Tuğçe Turanlar

  • Anasayfa
  • Hakkımda
  • Makaleler
  • Sıkça Sorulan Sorular
  • İletişim

Tuğçe Turanlar

  • Anasayfa
  • Hakkımda
  • Makaleler
  • Sıkça Sorulan Sorular
  • İletişim
  • Anasayfa
  • Hakkımda
  • Makaleler
  • Sıkça Sorulan Sorular
  • İletişim
featured_image

Çocukluk Çağı Travmalarının Olumsuz Etkileri

Yazar: Tuğçe Turanlar7 Eylül 2021 Travma, Travma Sonrası Stres Bozukluğu0 Yorum

Çocukluk Çağı Travmalarının Olumsuz Etkileri 

Çocukluk çağı travmaları kişilerin ruhsal ve fiziksel sağlığını olumsuz etkilemekte ve dünyanın güvenilmez, adaletsiz, anlamı olmayan bir yer olarak görmelerine neden olmaktadır.

Çocuklar, ergenler, engelliler ve yaşlılar travmatik yaşam olayları karşısında daha hassas grupta yer alırlar.

“ABD Ulusal Sıklık Çalışmasına (National Incidence Study-4) göre;

2005-2006 yıllarında her 58 çocuktan biri istismar veya ihmale uğramıştır (%44’ü istismara %56’sı  ihmale maruz kalmıştır.) Kayıtlı olan toplam olgu sayısının 2.905.800 olarak belirtildiği raporda 2.400 çocuğun bu yüzden öldüğü varsayılmaktadır.

SHÇEK ve UNICEF’in işbirliğiyle gerçekleştirilen bir çalışmada; çocukların %25’inin ihmale, %3’ünin cinsel istismara, %45’inin ise fiziksel istismara uğradığı bulunmuştur.

Ayrıca, 7-18 yaş grubundaki her iki çocuktan birinin duygusal istismar kurbanı olduğu bulunmuştur.

Farklı ülkelerde yapılan çalışmaların bulgularına bakılınca tüm dünyada çocuğa yönelik kötü muamelenin yaygın olduğunu görülmektedir.

Travmanın olumsuz etkileri kişilerin sağlığını etkilediği gibi toplumlara da zarar verebilmektedir.

Travmalar sağlıklı kişilik yapısı ve psikopatolojinin gelişimi üzerinde önemli bir etkiye sahiptir.

Çocukluk Çağı Travmalarının Bireylerin Ruh Sağlığı Üzerindeki Olumsuz Etkileri

Travma sonrası stres bozukluğu (TSSB), Depresyon belirtileri,

Okul ile ilgili olan veya olmayan sosyal sorunlar yaşama,

Evden kaçma ve çocuk suçları işleme,

Kaygı, korku, cinsel rahatsızlıkların oluşması

İntihara eğilim,

Dissosiyatif belirtiler,

Obsesif kompulsif bozukluk belirtileri

Panik bozukluğu belirtileri

Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) tarafından yapılan derleme çalışmasında çocukluk çağı istismarlarının bireylerin ruhsal ve fizyolojik sağlığı açısından ciddi etkilerinin olduğu ortaya konulmuştur.

Kaynaklar

Güloğlu, B., Karaırmak, Ö., & Emiral, E. (2016). Çocukluk çağı travmalarının tinsellik ve affetme üzerindeki rolü. Anadolu Psikiyatri Dergisi, 17(4), 309-316.

ABD Ulusal Görülme Sıklığı Çalışması (Natio-nal Incidence Study-4), 2010. http://www.acf.hhs.gov/sites/default/files/opre/nis4_report_congress_full_pdf_jan2010.pdf.

UNICEF Türkiye Çocuk İstismarı ve Aile İçi Şiddet Araştırması, 2010. http://www.unicef.org.tr/files/bilgimerkezi/doc/cocuk-istismari-raporu-tr.pdf.

Klinik Psikolog Tuğçe Turanlar

“Çocukluk Çağı Travmalarının Bireyler Üzerindeki Olumsuz Etkileri”

 

Devamı
featured_image

Depresyon ve Yaratıcılık Arasında Bir Bağlantı Var mı

Yazar: Tuğçe Turanlar7 Eylül 2021 Depresyon0 Yorum

Depresyon ile Yaratıcılık arasındaki bağlantı sadece bir mit olabilir mi?

Yaratıcılık ve psikopatoloji arasındaki ilişki antik dönemden beri sorgulanmaktadır.

     Aristoteles: “Neden Felsefe, Şiir veya sanatta öne çıkan tüm insanlar melankolik?”

Peki depresyonun yaratıcılığa ya da yaratıcılığın depresyona neden olduğuna dair gerçek bir kanıt var mı?

Yaratıcı insanlar doğuştan mı depresif?

                   “Depresyondan müzdarip olan herkes yaratıcı değildir.”

Yaratıcı olarak başarılı olan pek çok insan depresyonda değildir, ancak odalarında uyuyan çocukların yanına süt ve kurabiye bırakıp içeriye gaz girmeyeceğinden emin olduktan sonra mutafa giden ve uyku ilaçlarını içip kafasını fırının içine sokarak intihar eden Sylvia Plath ile aynı ilgiyi görmeleri pek mümkün değildir.

          “Yaratıcı insanlar depresyona daha yatkın olabilir.”

“Yaratıcılık canlılığın, yaşam enerjisinin, kişinin var oluşundaki parçaların bütünleşmesinin bir ifadesidir.”  (Winnicott)

“Delilik, özgür bir kafanın yiğitçe çıkışları, yüce ve görülmedik bir erdemin ortaya attıklarıyla çok yakın kapı komşusudur” (M. de Montaigne).

Depresyona neden olan şeyin yaratıcılığın kendisi olmadığını gösteren araştırmalar var. Ancak depresyona neden olan belirtilerin yaratıcılığa da neden olabilme ihtimali var.

Yaratıcı olmak; yeni ve ilginç çözümler bulmak için çok düşünmemiz gerekiyor.  Zihnimizdeki her şeyin üzerinden tekrar tekrar gitmek ‘ruminasyon‘ olarak adlandırılır. Ve ruminasyon, olumsuz düşüncelerimizi içerdiğinde veya acımasız bir özeleştiri yaptığımızda depresyona yol açabiliyor.

Yani bir düşünür olmak, kişinin yaratıcılığa daha yatkın olduğu anlamına gelen şey, aynı zamanda kişiyi depresyona daha yatkın hale getiren şey olabilir.

Depresyon yaratıcılığa sebep olur mu?

İyi bir sanat yaratmak için depresif olmak gerekli midir?

Ve araştırmacı Kay Jamison, depresyonun ardından gelen bu enerji patlamasının depresyonun kendisi değil, yaratıcı çıktılara neden olabileceğini buldu. Evet, depresyon ve yaratıcılık birbirine bağlı ama biri diğerine neden olmuyor.

 

Depresyondaysanız yaratıcılık size iyi gelir mi?

Kurt Vonnegut:  “Yazarlar her gün akıl hastalıklarını tedavi ediyorlar”.

Yaratıcılık genellikle bir şeyler yapmayı içerir. Örgü örmek, müzik yapmak ve dijital tasarım yapmak gibi etkinlikler, dikkatimizi düşüncelerimizden uzaklaştırarak ruminasyonu durdurmaya yardımcı olabilir.

“Yaklaşık 700 üniversite öğrencisinin katıldığı bir araştırmada, öğrencilerin yaratıcı bir etkinlik uyguladıkları günlerde daha iyi bir ruh hali içerisinde oldukları bulundu.”

Depresyonunuza yardımcı olmak için yaratıcılığı nasıl kullanabilirsiniz?

Yaz. Birçok insan günlük yazmanın ruh halini stabil tuttuğunu düşünür. Eğer kendin hakkında yazmak hoşuna gitmiyorsa kendini bir karaktere dönüştürerek de yazabilirsin.

Kötü sanat yap. Yapabileceğiniz en kötü resmi veya çizimi yapma niyetiyle oturun (daha sonra kimsenin görmesine gerek yok) ve gerçekten bunun için kendinizi bırakın. Sadece bazı duyguların açığa çıkmasını sağlamazsınız. Aynı zamanda mükemmel hissetme ihtiyacınızı ortadan kaldırabilirsiniz. Bu da özgüveninizi artırmaya yardımcı olur.

Kimse izlemeden dans edin. Egzersizin ruh halinizi yükselttiği gösterilmiştir ve ayrıca bir anlık yaratıcılığa sahip olacaksınız. İnanmıyor musun? Perdeleri kapat, oturma odasında en az 15 dakika en sevdiğin şarkılarla dans et.

Yeni bir şey dene. Yaratıcılığın sanatçı olmak anlamına gelmesi gerekmez. Bir uygulama ile şarkı yapmak, örgü örmeyi öğrenmek veya tarifsiz yemek pişirmek olabilir.

Depresyon ve yaratıcılık arasındaki bağlantıdan ne öğrenebiliriz?

Aristoteles zamanında ve sonrasında, melankoli ya da şimdi depresyon dediğimiz şey kötü bir şey olarak görülmüyordu. Dehanın ve yaratıcılığın bir hediyesi ve harikalığın gerekli bir elementi olarak görülüyordu.

Yine de bugün, depresyon (“melankoli” den çok daha az romantik bir kelime), insanların “acı çektiği” bir “hastalık” olarak görülüyor. Ve son gelişmelere rağmen, depresyon yaşayanlara karşı hala etiketleme var.

 Klinik Psikolog Tuğçe Turanlar

Devamı
featured_image

Dissosiyasyon ve Çocukluk Çağı Travmaları

Yazar: Tuğçe Turanlar7 Eylül 2021 Travma, Travma Sonrası Stres Bozukluğu0 Yorum

Dissosiyasyon Kavramı

Dissosiyasyon, zihinsel süreçlerin bilinçten ayrılması ve kendi içindeki bütünlüğü kaybetmesi sonucu kişinin duygu ve düşünceleriyle ilgili farkındalığın azalması olarak tanımlanmaktadır ( Bolu ve ark, 2014 ).  Ağır stres durumlarda aşırı anksiyeteyi azaltarak ruhsal dengenin sürmesini sağlayan savunma mekanizmalarından biridir. Ancak ağır bir şekilde kullanıldığında ve sürekli hale geldiğinde semptomların ortaya çıkmasına neden olur. Bellek, kimlik ya da bilinç işlevlerinde bozulmalar meydana gelir. Kişi bilgi dışında da anı, duygular ve düşünce kalıpları gibi birçok zihinsel içeriğe ulaşmada sorun yaşar. Dissosiyatif bozukluklarda oluşan bu durum, merkezi sinir sistemini etkileyen organik bir bozukluk sebebiyle değil ruhsal kaynaklı bir durum olarak gerçekleşmektedir ( Şar, 2000 ).

Alter Kişilik Etkileri

Pasif etkileme

Kişi duygu, düşünce ve davranışlarına müdahale edildiğini hisseder. Bu müdahale iç dünyada varlıkları hissedilen ve yabancı olarak algılanan alter kişilikler tarafından gerçekleştirilir. Bu durum, alter kişiliklerin birbirlerini ya da ev sahibini yönetme eğilimlerinden kaynaklanır ( Akyüz, 1999; Akt: Şar, 2004)

Varsanılar

DKB hastalarının yaklaşık %80’i “iç sesler” duyar. Bu sesler çoğunlukla alter kişiliklerden gelmektedir. İç konuşmalar şeklinde ortaya çıkar. Görüşmeci ile diyalog kurarak onun sorularına içerden karşılık verirler. Alter kişilik bilincin kontrolünü ele geçirdiği zaman ise bu durum varsanı olmaktan çıkıp hastanın ağzından konuşmaya dönüşür ( Şar, 2004 ).

Çocuksu Davranış

Çocuk yaştaki alter kişiliklerden biri kontrolü ele aldığı zaman çocuksu davranışlar ortaya çıkar. Bu tip davranışların bazıları çevre tarafından sorun olarak algılanmayabilir. Bazıları ise zaman yöneliminin bozulması veya dışkısını ortalık yere yapma gibi, gündelik yaşamla uyuşmadığı için fark edilir ( Şar, 2004 ).

Ruhsal Travma ve Dissosiyasyon

Ruhsal travmanın etkileri erişkinlikte ve çocuklukta birbirinden farklıdır.  Çocukta dissosiyasyona olan yatkınlık erişkinlikte olandan daha fazladır. Çocukluk çağında oluşan travmatik yaşantılar erişkinlik dönemindeki dissosiyatif bozuklukların asıl sebebini oluşturur ( Şar, 2000 )

Çocuklar psikolojik, cinsel ya da fiziksel saldırılara karşı kendilerini savunamayacak kadar güçsüzdürler. Çocuğu ağır bir şekilde etkileyen ruhsal travmalar, çocuğun yaşamını sürdürdüğü ortamda yakınları tarafından gerçekleştirilenlerdir. Fiziksel olarak kaçmak, direnmek veya yaşanılanları kabul etmek oldukça zordur. Bu durumda psikobiyolojik bir savunma mekanizması olan dissosiyasyon, yaşanılan travmanın fiziksel ve ruhsal etkilerini uzaklaştırma görevini üstlenir. Travmaya bağlı duygu, düşünce ve algılar bilinçten uzaklaştırılarak normal şartlarda erişilmeyecek bir konuma getirilir. Böylece dissosiyasyon fiziksel ve ruhsal acıya karşı direncin gerçekleştirilmesini sağlamış olur ( Zoroğlu ve ark, 2000).

Başlangıçta travmatik yaşantının üstesinden gelme amacıyla kullanılan dissosiyatif düzenek zamanla uyumsal olmayan patolojik bir sürece dönüşür ( Şar, 2000). Çocuklar sürekli olarak travmatize edildikleri zaman, bu savunma mekanizması aşırı ölçüde kullanılır. Bunun sonucunda da dissosiyatif bozukluklar meydana gelir ( Zoroğlu ve ark, 2000).

Cinsel istismar kurbanı olan çocuklarda, istismarın ilk döneminde amnezi ve uyurgezerlik ortaya çıkabilmektedir. Çocuğun gözlerini belli bir noktaya dikip uyaranlara cevap vermediği trans benzeri durumlar çocuklarda en sık görülen dissosiyasyon belirtisidir. Dissosiyasyon istismarın getirdiği ezici ve korkutucu duygulardan çocuğun kaçınmasına yardım eder ( Aktepe, 2009 ).

Kişinin algılarını, duygularını, anılarını ve zamanla tüm zihnini bölmelere ayıran dissosiyatif savunma, kişiyi travmatik yaşantının etkisinden uzaklaştırırken gerekli ruhsal çözüm işlemini ileride başka bir bakış açısı içinde yapılmak üzere erteler. Böylece fiziksel çaresizlik içinde de olsa denetimin kaybedildiği hissini önler. Ancak daha sonra dissosiyasyon ruhsal bakımdan çaresizlik yaratan bir mekanizmaya dönüşür. Çoklu kişilik bozukluğu olan hastaların %90’ı çocukluk çağında ihmal ya da istismar yaşantılarına dair bildirimler vermektedir. Bu bildirimlerin önemli bir kısmı da doğrulanabilmektedir ( Şar, 2000 ).

İstismarcıya Bağlanma

Çocuk, büyümek ve gelişimini tamamlamak için bağlanmak zorundadır.  Bu bağlanmanın önemini oldukça fazladır. İstismarı yapan kişi çocuğun en yakını da olsa çocuk travmaya rağmen istismarcısına bağlanmaya devam eder. Bu bağlanma dissosiyasyon ile gerçekleşir. Diğer taraftan bağlanma sırasında çocuk istismarcıyı kendi içinde özdeşleştirerek, kendi içerisinde onun bir benzerini yaratır. Bu şekilde onu kendi kontrolü altında tutabileceğini düşünerek ruhsal bakımdan güçsüzlüğü engellemeye çalışır. Çocuk kontrol odağının yerini değiştirerek, dışarıdan kontrol edilmenin yönünü kendi içinden kontrol edebilmeye çevirmiştir.  Ancak bu seferde kendi kontrolünü kaybetmiştir. Çünkü çocuk bölünmeye uğradığından kendi ruhsal yapısı içerisindeki yabancılar tarafından yönetilmeye başlamıştır ( Şar, 2000 ).

İstismarcı Alter Kişilik

Çoklu kişilik bozukluğu olan hastaların tedavisinde istismarcı ile özdeş olan alter kişiliklerin bütüne entegre edilmesiyle tedavi sonlandırılır. Diğer taraftan, istismarcı özellikteki alter kişilikler,  hastanın da istismarcı davranışlarda bulunmasına sebep olabilir. Bu açıdan bakıldığında birçok istismarcının da dissosiyatif bozukluğa sahip olabileceği düşünülmelidir. Bu durum ise istismarın önlenmesini zorlaştırır, istismarcıyı kendi davranışları konusunda içgörüden yoksun hale dönüştürür. Örneğin babası tarafından çocukluğunda defalarca kemerle dövülmüş olan bir kadında erişkinlikte bu sefer kendi çocuklarını döven ve olayı hatırlamayan, saldırgan bir alter kişilik oluşabilmektedir. Bu durum dissosiyasyon ve istismarın kuşaktan kuşağa geçmesine ve içgörüsüzlüğe sebep olabilir. Ayrıca, kendi dissosiyatif yapıları nedeni ile çelişkili davranışlar ve tutumlar gösteren, çift mesaj veren bir anne ya da baba da çocuklarda dissosiyasyon oluşturabilir ( Şar, 2000 ).

Dissosiyatif Kimlik Bozukluğunun Adli Yönü

Bu konuya adli yönden iki şekilde bakılabilir. Bunlardan ilki suç işleyen kişilerde bulunan dissosiyatif kimlik bozukluğudur. Amerika kökenli yapılan çalışmalardan birinde seri cinayet işleyen katillerde DKB görülmesinin hiç de az olmadığı düşünülmektedir. Bu çalışma, vakalarda ağır çocukluk çağı travma yaşantılarının varlığını da kanıtlamaktadır. Bazı vakalarda içgörü kaybının ileri düzeylere ulaşabildiği de görülmektedir. Araya giren trans halleri de tehlikeli dönemler olabilir. Özellikle agresif alter kişiliklerin aniden kontrolü ele alarak eğilimlerine uygun saldırgan davranma olasılıkları da vardır. DKB hırsızlık gibi şiddet içermeyen suçlarda da kendini gösterebilir. İkinci yaklaşımda ise istismara maruz kalan kişilerde DKB ve benzeri dissosiyatif bozukluk bulunması durumudur. Özellikle çocukluk çağında istismara uğrayan kişi, olay sırasında ya da sonrasında dissosiyatif belirtiler gösterebileceği gibi, uzun dönem etkileri göz önünde bulundurmak gerekmektedir. Başka bir durumda ise, DKB olan kişinin ruhsal rahatsızlığından dolayı istismara daha açık olup kendini koruyamaması durumudur. Bu durum gerek çocuklukta gerekse erişkinlikte olabilir. Bu yüzden ceza hukuku açısından değerlendirilmesi gerekebilir. Genel olarak, DKB’nin bilinç ve davranış özgürlüğünü kısmi olarak etkileyebileceğini göz önünde bulundurmak gerekmektedir. Bazı durumlarda tam aksine kişi davranışlarında tamamen sorumlu olabilir ( Şar, 2004).

Klinik Psikolog Tuğçe TURANLAR

www.verywellmind.com

 

Devamı
featured_image

Çocuklar için Ölüm ve Kaybı Anlama

Yazar: Tuğçe Turanlar7 Eylül 2021 Çocuk ve Ergen, Yas ve Kayıp0 Yorum

Çocuklar için Ölüm Kavramı

Çocuğun ölümün anlamını kavraması; yaşına, gelişim düzeyine ve kişilik özelliklerine göre farklılaşmaktadır.

Çocuğa ölüm ile ilgili açıklama yapılacağı zaman; çocuğun ihtiyaç duyduğu kadar bilgiyi gelişim düzeyine uygun kelimelerle açık, anlaşılır, ve basit bir şekilde aktarmak önemlidir.

Ölümü; uyku, hastalık, uzağa gitmek, yaşlılık gibi kavramlarla özdeşleştirerek açıklamak doğru değildir.

Yetişkinin çocuğa yaklaşım biçimi çok önemlidir. Yetişkin; çocuğu yargılamadan dinlemeye açık ve çocuğun duygusunu ifade etmesine yardımcı olan bir yakınlık göstermelidir.

Çocuğa kayıptan önceki yaşantısının değişmeden devam edeceği ve güvende olacağı duygusu hissettirildiğinde çocuk yas süreci ile sağlıklı bir şekilde başa çıkabilecektir.

Yas Tepkileri;

  • Uyku
  • Yeme sorunları
  • Kızgınlık, Öfke
  • Suçluluk
  • Endişe

Üzüntü ve yas süreci kaybedilen kişi ile olan ilişkinin derinliğine, kaybın yaşandığı ortama göre değişmektedir.

Yas Süreci;

  • Şok (Bu gerçek değil)
  • İnkar (Bu durumda bir yanlışlık var)
  • Kızgınlık (Neden bir başkası değil)
  • Suçluluk (Neden ona daha iyi davranmadım)
  • Korku (Ya diğerlerine de bir şey olursa)
  • Tükenmişlik, depresyon, konfüzyon ve pazarlık etme (“Bir mucize olsaydı”)

Çözümlenmiş Yas: Kişinin acı çekmeden kaybettiği kişiyi hatırlayabilmesidir.

Çocuklarla Ölüm Üzerine Konuşmak

Çocuklar aslında çevrelerinde ve tv programlarında ölümün ne olduğunu görürler. Kendi oyunlarına dahil de ederler. Ölüm doğal yaşamın bir gerçeği ve çocuklar biraz da olsa bunun farkındadırlar.

Çocuklar çok iyi gözlemcidirler. Yetişkinlerin doğru söyleyip söylemediklerini ve duygularını rahatlıkla anlayabilirler. Bu yüzden çocuklarla konuşurken cümlelerde şüphe duygusu bulunmamalıdır. Çocuk şüpheye düşer ve yetişkinin söylediklerine güvenmezse ölümü korku ve endişe verici bir durum olarak görebilir. Aynı şekilde çocuğa ihtiyacı olandan daha fazla bilgi verilir ve kavram kullanılırsa çocuğun aklı karışabilir.

Worden’a göre:

  • Çocuk kendini hazır hissettiği zaman onunla iletişim kurulmalı
  • Çocuğun iletişim kurma denemeleri engellenmemeli
  • Dürüst açıklamalar yapılmalı
  • Çocuğun söyledikleri dinlenmeli ve yansıttığı, aktardığı duyguları kabul edilmeli
  • Küçük oldukları söylenerek konu ertelenmemeli
  • Basit ve net cümleler kurularak soruları cevaplanmalı

Çocuk için önemli olan kayıp öncesi yaşamının devam edeceğini bilmesidir. Aşırı korumacı tepkiler doğal akışı olumsuz etkileyebilir. Yakın çevre ile ilişkiler, öncesinde olduğu gibi devam ederse çocuk kendini güvende hissedebilir.

Kayıp yaşayan ailelerin uyum süreci yaklaşık 18-24 ay arası değişebilmektedir.

Klinik Psikolog Tuğçe Turanlar

“Çocuklar için Ölüm ve Kaybı Anlama”

 

Devamı
featured_image

Çocuk İstismarı ve Mağdur Çocukla Görüşme Teknikleri

Yazar: Tuğçe Turanlar7 Eylül 2021 Çocuk istismarı ve İhmali, Çocuk ve Ergen, Travma0 Yorum

ÇOCUK İSTİSMARI: Dünya Sağlık Örgütü’ne göre çocuk istismarı, çocuğun sağlığını, yaşamını ve gelişimini riske atacak şekilde bir yetişkin, toplum veya ülkesi tarafından bilerek ya da bilmeyerek yapılan davranışlar, haklarını ihlal eden her türlü eylem ve eylemsizliklerin tümüdür (WHO, 2006).  Çocuğa karşı yapılan istismarın fiziksel istismar, cinsel istismar, duygusal istismar ve ihmal olmak üzere dört farklı boyutu vardır (WHO, 2006):

Fiziksel istismar: Çocuğun kaza dışı fiziksel olarak yaralanması şeklindedir. Fiziksel bulgular olması sebebi ile en kolay tespit edilen istismar türüdür.

Cinsel istismar: Çocuğun gelişimsel olarak hazır olmadığı, ne olduğunu kavrayamadığı, rıza gösterme ve onaylama kapasitesi olmadığı cinsel aktiviteye zorlanması durumudur.

Duygusal istismar: Çocuğun sevgi, ilgi ve bakımdan mahrum kalması ve bu yüzden psikolojik sorunlar yaşaması durumudur.

İhmal: Çocuğun ihtiyacı olan beslenme, sağlık, barınma, korunma gibi temel gereksinimlerinin kendisine bakmakla sorumlu olan kişiler tarafından karşılanmamasıdır.

İstismara uğrayan çocukların önemli bir bölümü, maruz kaldıkları istismar sonucunda korktukları ve kendilerini bu durum yüzünden suçlu hissettikleri için,  yaşadıklarını gizleyerek bu olayı bildirmemektedir. Bu yüzden mağdur çocuklar almaları gereken tıbbi, hukuki, psikolojik ve sosyal yardımı alamamaktadır. Ayrıca, çocuğun değerlendirme sürecinde, bu alanda yeterliliği bulanmayan kolluk kuvvetleri ve adli merciler tarafından, yaşadıklarını tekrar tekrar anlatmasına mecbur bırakılması, çocuğun yaşadığı travmayı şiddetlendirerek ruh sağlığını daha da çok bozmaktadır (Yüksel ve ark, 2013).

ÇOCUK İSTİSMARI – MAĞDURLA GÖRÜŞMENİN ÖNEMİ 

Çocukla yürütülen soruşturmalar yetişkinlerle yapılandan farklıdır. Özellikle cinsel istismar mağduru olan çocukların yaşadığı travma ve gelişim özellikleri açısından verdiği tepkiler onlardan bilgi almayı zorlaştırmaktadır. Ayrıca mental ve zihinsel bozukluğu olan çocuklara daha özel bir ilgi gereklidir (Aydın ve Sönmez, 2014; Akt: Gönültaş ve Akduman, 2016). Mağdurla görüşme yapan kişinin çocuğu tekrar travmatize etmeyecek şekilde bildirim alması önemlidir. Bu sebeple, bu tarz soruşturmalarda yer alan kişilerin bu konularla ilgili eğitimi ve tecrübesi bulunmak zorundadır.

Goodman- Brown ve ark. (2003) araştırmasında çocukların ilk görüşmelerde bilgi vermekten kaçındığı ortaya çıkmıştır. Bu çalışmada mağdur bildirimlerinin; istismarın çeşidi, mağdurun yaşının büyük olması, olumsuz sonuçlanma endişesi, aile içi istismar, başına gelenler yüzünden kendini suçlama duygusu faktörlerinden etkilendiği bulunmuştur.  Yapılan bir diğer araştırmada, 202 mağdur bildirimi incelenmiş ve bu bildirimlerin; mağdurun cinsiyeti (erkek çocuklarının kız çocuklarına göre istismarı bildirme oranları daha az), istismarcının denetimi altında olma, penetrasyon içeren bir istismara maruz kalma ve istismarcının çocuğu tehdit etmesi gibi değişkenlerden etkilendiği bulunmuştur (Gönültaş, 2013; Akt: Gönültaş ve Akduman, 2016).

Adli görüşme sürecinde amaç, mağduru travmatize etmeden mağdurdan yaşanan olayla ilgili bildirim almaktır. Çocuğa sorulan soruların açık uçlu olması, çocuğun cevaplarının yönlendirilmemesi ve ayrıntılı bilgi alınması açısından oldukça önemlidir. Sorular çocuğun gelişim özellikleri göz önünde bulundurularak sorulmalıdır. Görüşmeyi gerçekleştiren uzman kişi yaşanılan bu adli süreci çocuğun anlayacağı bir şekilde ona açıklamalıdır.

ÇOCUK İSTİSMARI – MAĞDUR İLE GÖRÜŞME

Uzmanlar, çocuğu bir başkasına göndermek yerine, tıbbi incelemelerin biran önce bitirilmesini sağlayarak, çocuğun daha fazla zarar görmesini engellemekle sorumludur. Çocuğun istismarcısı ona bakmakla yükümlü olan aile üyelerinden biri ise çocuğun istismarcı ile ilişkisi kesilmeli gerekirse koruma altına alınmalıdır (Bulut, 2008). Uzmanın ilk görevi problemleri belirleyerek çocuğun neden bir danışmanla görüştüğünü anlamasını sağlamaktır. Bu sebeple, danışman yargılayıcı olmadan, samimi bir şekilde çocuğun yaşına uygun olarak açıklamalar yapmalıdır. Görüşme yapılan oda ise çocukların kendilerini rahat ve güvende hissedebileceği resmi olmayan bir yer olmalıdır. Bu çocuğun konuşmasını ve kendini ifade etmesini kolaylaştıracaktır (O’Brien 2001; Akt: Bulut, 2008).

Kendini ifade etme yeteneği gelişmemiş ve içinde bulunduğu durumdan korkan çocukların ebeveynleri yanlarında bulunabilir. Ebeveynler çocuğun korkmasını engelleyip çocuk hakkında bilgi alınmasına yardımcı olabilir. Ancak bu aşamadan sonra çocuk ile yalnız görüşülerek olayı bir de onun anlatmasını sağlamak gerekmektedir. Kendini ifade edebilen çocukların ailesi ise görüşmeye alınmamalı, gizli kameradan ya da ayna arkasından görüşmeyi izlemelidir. Böylece hem olaylardan haberdar olabilirler hem de çocuğa herhangi bir şekilde müdahale edemezler. Özellikle, ebeveynlerden birinin şüpheli olduğu durumlarda önemlidir ( Renvoize, 1993; Akt: Bulut, 2008). Çocuğun ve aile üyelerinin kimlik bilgileri gizli tutulmalı ve etiketlenmemeleri için önlemler alınmalıdır (Hughes ve Baker, 1990; Akt: Bulut, 2008).

İlk görüşmedeki diğer önemli nokta ise çocuğu başına gelenlerin onun suçu olmadığına dair ikna etmektir. Bu yüzden çocuğun korkularını ve endişelerini gidermek gerekir. Buradaki temel amaç, olumlu duyguları güçlendirmek ve olumsuz duyguları azaltmaktır (Black ve DeBlassie, 1993; Akt: Bulut, 2008). Bazen çocuklar rahat bir şekilde olayları anlatabilir. Böyle vakalarda uzmanlar şaşırma, korku veya onaylama davranışı göstermemelidir. Buna ek olarak, çocuk fiziksel olarak zarar görmüşse, üzülmesini ya da korkmasını engellemek amacıyla çocuğa dokunmaktan kaçınılmalıdır (Bulut, 2008).

Cinsel istismar mağduru olan çocukların ağır bir travma içinde olabileceğini unutmamak gerekir. Adli süreçte çocuktan bilgi alınırken, çocuğun gelişim özelliği ve içinde bulunduğu durum göz önünde bulundurulmalıdır. Çocuğun tekrarlı olarak travmatize edilmesini engellemek için görüşme olabildiğince kısa sürede ve tek seferde bir uzman tarafından yapılmalıdır. Görüşme sırasında yönlendirici sorular sorulmaktan kaçınılmalı, çok gerekmedikçe kapalı uçlu sorular sorulmamalıdır. Aile bireylerinin çocuğa herhangi bir müdahalede bulunamaması için önlemler alınmalı ve çocukla yalnız görüşülmelidir. En önemlisi ise çocuk içinde bulunduğu sürecin hukuki boyutu açısından bilgilendirilmelidir.

Çocuk istismarı davalarında bulunan görevlilerin bu konu hakkında eğitim alması, çocuğun geleceğini güvende tutmak açısından oldukça büyük bir önem taşımaktadır.

Klinik Psikolog Tuğçe Turanlar

“Çocuk İstismarı ve Mağdur Çocukla Görüşme Teknikleri”

KAYNAKLAR

Bulut, S. (2008). Erken Çocukluk Dönemi Cinsel İstismarının Psikodinamik Oyun Terapisiyle Teşhisi ve Tedavisi. Türk Psikolojik Danışma ve Rehberlik Dergisi,29,131-144.

Gönültaş, M. B., Akduman, İ. (2016). Çocuklara Yönelik Cinsel İstismar Soruşturmalarında Mağdur Bildirimlerinin Önemi. Akademik Sosyal Araştırmalar Dergisi,23,274-289.

Yüksel, F., Keser, N., Odabaş, E., Kars, G. B., Yurtkulu, F., Daşkafa, F., Arslan, F., Cayrat, E. (2013). Çocuk İstismarı ve Çocuk İzlem Merkezleri. Tıbbi Sosyal Hizmet Dergisi,2,18-22.

 

Devamı
featured_image

Aşk içinde kalmanın bir yolu var mı

Yazar: Tuğçe Turanlar5 Eylül 2021 İlişkiler0 Yorum

“Aşk, varoluşsal boyutta benlik sınırlarının terk edilmesidir.” Kernberg

Aşkın içinde kalmanın bir yolu var mı?

“Sevgi, insanın varoluş sorununa tek makul ve yeterli cevaptır.” Erich Fromm

Çoğumuzun aşina olduğu bir senaryodur bu: Bir arkadaşımız ya da akrabamız bize partnerinin olumsuz davranışları hakkında sürekli sitemde bulunur. Bu kişiye neden hala onunla birlikte olduğunu sorduğumuzda: “Çünkü onu seviyorum” der.

Ailemiz veya ilk bakıcılarımız bize karşı sevgi göstermekte sorun yaşamış ise kendimizi sevmekte güçlük çekebiliriz. Bu da ilişkilerimizde mücadeleye yol açar.

Erken çocukluk dönemimizdeki incinme veya reddedilme hissi, sevgiyi ifade etme ve sürdürme becerimize zarar verebilir. Bunların sonucunda kendimizi geri çekmeye ve sevginin yerine başka şeyler koymaya ya da yanlış yapmaya başlarız.

Güven duyma ve onaylanma ihtiyacı ile bize kötü davranan ya da reddeden insanları seçeriz.

Bilincinde olmadan bizimle aynı savunma biçimlerini kullanan insanlara gideriz. Böylece istediğimizi düşündüğümüz yakınlığa ulaşamayız ve bu ilişkiye tahammül etmekte de zorlanırız.

Aşk bazen savunmasız ya da korkutucu hissettirebilir. Çünkü kırılabileceğimizi düşünürüz.

Aşka bir şans vermekten korkabiliriz. Bu yüzden sevgi dolu duygularımızı karşımızdaki ile paylaşmadan kendimize saklarız.

Erken çocukluk döneminden itibaren sevgi ile beslenen bireyler, şefkat ve empati yeteneğine sahip sevgiyi içtenlikle kabul edip verebilirler.

“Aşk, bilişsel etkinliği devre dışı bırakan, geçici bağımlılık ve sevilen kişiye yönelik bedenin verdiği duyarlı tepkidir.” Tennov

Aşk neden biter?

Aşkın bitmesine sebep olan partnerler;

İki ayrı birey olmak yerine bütün olurlar.

Alan tanımak yerine birbirlerinin dünyalarını kontrol etmeye ve/veya sınırlandırmaya çalışırlar.

İlişkileri keyif vermeyen bir rutine dönüştürürler.

Birbirlerine saygı duymaktan vazgeçerler.

Aşık olmanın verdiği belirsizliği ve macera hissini daha bastırılmış bir güven duygusuyla değiştirirler.

Gerçek Aşk

Gerçek aşk, iki bireyin de diğeri tarafından beslenmesi sonucunda geliştiğinde var olur.

Her iki birey de gelişmiyorsa, bu gerçekten aşk mıdır?

İlgilendiğimizi düşündüğümüz kişiyi sürekli olarak görmezden geldiğimizde, keyfi olarak görüştüğümüzde, onunla bir şey paylaşmadığımızda, ondan kaçtığımızda veya onu aşağıladığımızda kendimize “sevgi dolu” diyebilir miyiz?

Fromm aşk için, “Bu bir duygu değil, pratiktir” der.

İlk kıvılcım, arzu ya da özlem öyle hissettirse de, bu duygular illa aşk olmak zorunda değildir.

Aşk, davranışları içerir. Bu bir beceridir.

İçimizdeki aşkı, partnerimize eylemlerimizle göstermeliyiz.

Gerçek aşk uyum, duyarlılık ve cömertlikten gelir.

Diğer kişiyi ve onu mutlu eden her şeyi desteklemekten gelir.

Her gün başka birine nezaketle, anlayışla, şefkatle ve saygıyla davranmayı seçtiğimizde, sevme becerimizi geliştiririz.

Sevgi dolu olmayı öğrenip aşkta daha iyi bir insan olabiliriz.

Araştırmalar, gerçek aşkın bir ömür boyu sürebileceğini gösteriyor. Ancak bu büyük ölçüde bize ve ilişkilerimizde nasıl davrandığımıza bağlı.

“Hiçbir şey bilmeyen, hiçbir şeyi sevemez. Hiçbir şey yapamayan hiçbir şeyden anlamaz. Hiçbir şeyden anlamayan insan değersizdir. Oysa anlayan biri hem sever hem far keder hem de görür. Bir şeyde ne kadar bilgi varsa o kadar büyük sevgi vardır. Bütün meyvelerin çileklerle aynı zamanda olgunlaştığını zanneden biri üzümleri hiç tanımıyor demektir.” “Sevme Sanatı” Erich Fromm

Klinik Psikolog Tuğçe Turanlar

 

Devamı
featured_image

Antisosyal Kişilik Bozukluğu ve Suç

Yazar: Tuğçe Turanlar5 Eylül 2021 Kişilik Bozuklukları0 Yorum

Yaklaşık iki yüz yıldan beri ruhsal hastalık olarak kabul edilen Antisosyal kişilik bozukluğu erkeklerde kadınlara oranla üç kat daha fazla görülür ve DSM-IV sınıflama grubuna göre B kümesi kişilik bozuklukları arasında yer alır. Antisosyal kişilik bozukluğunda yaygın olarak görülen belirtiler arasında; hırsızlık, kumar bağımlılığı, sahtecilik, kavgacılık, toplumsal ve aile yaşamında sorumsuzluk, sık sık suç işleme ve psikoaktif madde kullanımı bulunmaktadır (Öztürk, 2002). Antisosyal kişilik bozukluğunda bu belirtilere ek olarak; yangın çıkarma, başkalarını cinsel ilişkiye zorlama, insan ve hayvanlara acımasızca davranma, pişmanlık ya da suçluluk duygusundan yoksun olma, düzenli olarak bir işte çalışmayı sürdürmekte ve maddi yönden sorumluluk üstlenmekte güçlük çekme (Geçtan, 1993) gibi belirtiler de gözlenmektedir. AKB, bağımlılığın ve suçun ana sebepleri arasında gösterilir (Köknel, 1989; Ceylan ve Türkcan, 2003).  AKB’yi erişkinlerde teşhis etmek için ısrarlı suça yönelik davranışı zorunlu bir ölçüt olarak alınır. Çocukluk döneminde davranım bozukluğu teşhisi koyulan bireylerde antisosyal kişilik bozukluğu tanısı 18 yaşından sonra koyulur, 30-35 yaşlarında ise belirtilerde bir duraklama olur ve çoğunlukla 40-50 yaşlarında belirtilerde göreceli olarak azalma gözlemlenir (Öztürk, 2002).

Ağır ve hafif şiddet grubu AKB olgularının sosyodemografik ve kişilik özellikleri açısından karşılaştırıldığı bir çalışma yapılmıştır. Ağır şiddet grubunda anne ve babanın eğitim seviyesinin düşüklüğünün, ailede dağılmanın, yasal olmayan geçim kaynakları kullanmanın, katı mizaçlı, ilgisiz anne baba özelliklerinin, aile içi anlaşmazlıkların, kardeş sayısının çokluğu hafif şiddet grubuna göre belirgin olduğu bulunmuştur. Aynı çalışma içinde ağır şiddet grubunda anne, baba ve kardeşlerde antisosyal davranışlar, anne ve babada suç işleme, daha çok sayıda ve ağır suçlar işleyen aile fertleri ve akrabalarda daha yüksek oranda antisosyal davranışlar tespit edilmiştir. Ağır şiddet grubunun hafif şiddet grubundan Minnesota Çok Yönlü Kişilik Envanteri alt ölçeklerinden yansıtma savunma mekanizması, paranoid eğilim, abartılmış cinsiyet, alışkanlık halinde suç işleme, sosyal sapkın eğilimler, aile ve otoriteyle çatışma puanlarının hafif şiddet grubu ve kontrol grubundan yüksek olduğu bulunmuştur (Erdem ve ark. 2010; Özmenler, 1995).

Erişkin Antisosyal Kişilik Bozukluğu teşhisi alan bireylerle yapılan bir çalışmada şiddet suçu işleyen AKB olgularının işlemeyen AKB olgularına göre fiziksel, sözel saldırganlık ve öfke seviyelerinin daha yüksek ve madde bağımlılığı ya da kötüye kullanım oranlarının daha fazla olduğu bulunmuştur (Algül ve ark. 2007). Ergenlik dönemindeki suçlularda yapılan bir çalışmada da yüksek şiddet grubunda bulunan bireylerin Antisosyal Tutum ölçeği puanları, sözel, fiziksel agresyon, öfke ve dürtüsellik seviyelerinin düşük şiddet grubundan fazla olduğu, aynı zamanda bu grubun düşük şiddet grubuna göre alkol ile ilişkili daha çok problem yaşadıkları saptanmıştır (Fritz ve ark. 2008).

Yapılan bir diğer araştırmaya göre, Antisosyal kişilik bozukluğu ile saldırganlık, alkol bağımlılığı ve alkole bağlı olarak gerçekleştirilen suçlar arasında anlamlı bir ilişki olduğu saptanmıştır (Moeller & Dougherty, 2001; Bahlmann, Preuss & Soyka, 2000).

Antisosyal kişilik bozukluğunun oluş nedenlerini araştırmak için yapılan çalışmalarda, çoğunlukla psikososyal ve biyolojik sebepler üzerinde durulmaktadır. Psikososyal nedenler üzerine yapılan araştırmalar ise özellikle aile ve çocukluk yaşantıları üzerine yoğunlaşmaktadır. Bu konuyla ilgili olarak Ak ve Sayar (2002), antisosyal kişilik bozukluğu tanısında Kuzey Amerika’da son zamanlarda büyük bir artış olduğunu, kültürel ve sosyolojik ortamın bu bozukluğun gelişmesinde etki edebileceğini rapor etmektedirler. Buna karşın Doğu Asya toplumlarında saptanan düşük antisosyal kişilik bozukluğu yaygınlığının, bu toplumlardaki aile bütünlüğünün Kuzey Amerika toplumlarına göre hala bozulmamış olmasından kaynaklanabileceğini belirtmektedir. Yapılan bir çalışmada; ailenin düşük düzeyde bakım ve ilgisi ile beraber, bireysel özgürlüklerin aile tarafından aşırı bir şekilde sınırlanmasının erkeklerde ve kızlarda antisosyal kişilik bozukluğunun gelişiminde etkili olduğu bulunmaktadır (Sardoğan ve Kaygusuz, 2006; Reti, Samuels, Eaton, Bienvenu, Costa & Nestadt, 2002).

Birçok araştırmada, 8 yaşından itibaren boylamsal olarak izlenen deneklerde suçlu anne-baba, kalabalık aile, düşük zekâ düzeyine sahip anne-baba ve olumsuz anne-baba tutumları, alkol ya da madde bağımlısı baba, çocukluk çağında anneden fiziksel şiddet görme gibi değişkenlerin yetişkin yaşamda antisosyal kişiliğin gelişmesinde önemli ölçüde katkıda bulunduğu saptanmıştır (Sardoğan ve Kaygusuz, 2006). Türk örneklemde yapılan bir araştırmada ise suç işleyen antisosyal kişilerde; ailenin eğitim ve ekonomi seviyesinin düşük, aile bağlarının ve anne-baba-çocuk ilişkisinin zayıf olduğu bulunmuştur. Ayrıca bu bireylerin babalarının suç öyküsüne sahip olduğu, aile içinde şiddete tanık oldukları, çocukluk dönemlerinde şiddetle karşılaştıkları ve ihmal edildikleri, diğer yandan ilk suç işleme yaşlarının ise 16 olduğu ve askerlik görevlerinde önemli disiplin sorunları yaşadıkları saptanmıştır (Süer, 1998). Araştırmalarda çoğunlukla antisosyal kişilik ile suç işleme ve madde kullanımı arasında anlamlı bir ilişki olduğu ve ağır suç işlemiş olan antisosyal bireylerin ailelerinde; alkolizm, suç öyküsü, toplumsal ilişkilerde bozulma gibi değişkenler açısından, hafif suç işleyen antisosyal bireylere göre anlamlı bir şekilde daha fazla olduğu görülmüştür (Özmenler, 1995). Başka bir çalışmada ise antisosyal kişilik bozukluğu tanısı alan bireylerin duygusal zekâ becerilerinin antisosyal olmayan bireylere göre zayıf olduğu bulunmuştur ( Sardoğan ve Kaygusuz, 2006).

Sonuç olarak, antisosyal kişilik bozukluğuna sahip bireyler yaşamlarını olaysız bir şekilde sürdürmekte zorluk yaşarlar. Aile geçmişlerine bakıldığı zaman ise aile içi çatışmaların, suçun ve anne-babanın olumsuz tutumları şiddetin de etkisiyle çocukta davranış bozukluklarına sebep olduğu görülmektedir. Ancak bozukluğun biyolojik etkenler barındırdığını söyleyen çalışmalar da bulunmaktadır. Aile geçmişi ve toplum tek başına neden değildir.

AKB bireyleri ailelerinden ayrıldıktan sonra suç işlemeye ve şiddet göstermeye heyecan arayışı sebebiyle de devam ediyor olabilirler. Çünkü çocukluk çağında yaşanılan olaylar ve aile bireylerinin birbirini tutmayan davranışları ile suçtan ve şiddetten alınan zevkin yansımaları çocuk bağımsızlığını kazandığı zaman kendini gösteriyor olabilir. Ayrıca, amigdala ile ilişkisi bulunan duygusal zeka ve empati yeteneği de AKB bireylerinde düşük görülmüştür. Bu yüzden nörofizyolojik etkenler de göz önünde bulundurulmalıdır.

Klinik Psikolog Tuğçe TURANLAR

 

https://www.ncbi.nlm.nih.gov/books/NBK546673/ 

 

Devamı

Klinik Psikolog Tuğçe Turanlar

Yazar: Tuğçe Turanlar5 Eylül 2021 Psikoterapiler0 Yorum

Klinik Psikolog Tuğçe Turanlar

1986 yılında İstanbul’da doğan Tuğçe Turanlar, Bahçeşehir Üniversitesi Psikoloji Bölümünden (İngilizce) burslu olarak ve onur derecesiyle bir yıl erken mezun olmuştur. Klinik Psikoloji alanındaki uzmanlık eğitimini, “Travmatik Yaşantının Affedicilik ve Anlam Arayışına Etkisi; Kişilik Özellikleri ve Romantik İlişkiler Açısından İncelenmesi” başlıklı tezi ile tamamlamış olup, İstanbul Üniversitesi Adli Tıp Enstitüsü Sosyal Bilimler Anabilim Dalında ikinci uzmanlık tez çalışmalarını sürdürmektedir.

İstanbul Üniversitesi Aile Danışmanlığı Sertifika Programını başarıyla tamamlayan Tuğçe Turanlar, bu süreçte teorik eğitim, uygulama ve süpervizyon çalışmalarına katılmıştır. Ayrıca Psikanaliz, Rorschach ve diğer projektif testler üzerine birçok kuramsal eğitimi Psike İstanbul, İstanbul Psikanaliz Derneği ve Rorschach ve Projektif Testler Derneği gibi önde gelen kurumlardan almıştır.

Akademik çalışmalarında, TÜBİTAK bursu kapsamında Doç. Dr. Neylan Ziyalar ve Doç. Dr. Mine Özaşçılar danışmanlığında yürütülen devlet destekli projelerde görev almıştır. Aynı zamanda Prof. Dr. Metehan Irak’ın liderliğindeki Beyin ve Biliş Araştırmaları Laboratuvarında iki yıl süreyle yarı zamanlı olarak çalışmıştır.

Psikodinamik yönelimli terapi temelinde birey, çift ve ailelerle 10 yılı aşkın süredir çalışan Tuğçe Turanlar, bireysel terapilerde psikanalitik yaklaşımı, çiftlerle çalışmalarında Gottman Çift Terapisi yöntemini ve travma terapilerinde EMDR yöntemini kullanmaktadır. Bunun yanı sıra, rüya analizlerini de terapötik süreçlerine entegre etmektedir.

EMDR Derneği üyesi olan Tuğçe Turanlar, 6 Şubat depremi sonrasında EMDR Derneği’nin Travma İyileştirme Grubu’na (TİG) bağlı olarak gönüllü psikolojik destek çalışmalarında yer almıştır.

Ayrıca, Profesyonel koç olarak ilişki, ebeveyn, kariyer ve yönetici koçluğu alanlarında danışanlarına destek sunmaktadır. Koçluk süreçlerinde, bireylerin hedeflerine ulaşmalarını ve potansiyellerini keşfetmelerini sağlama konusunda rehberlik etmektedir.

“Seans Odası Sakinleri” adlı podcastiyle, dinleyicilere psikoloji ve kişisel gelişim konularında rehberlik etmektedir. Podcast bölümlerinde ele alınan bazı konular arasında “Jung Ekolüyle Rüyalarımı Nasıl Analiz Ederim?”, “Travmatik Bağlanmanın Yedi Aşaması: İlişkideki Tehlikeli Döngü”, “Mevsimsel Depresyon: Kış Melankolisi”, “Borderline Annenin Çocuğu Olmak”, “Bir Başkası İçin Yaşamak: Fedakârlık Şeması” ve “Kırık Ayna: Ailenin Diğer Yüzü” gibi temalar yer almaktadır. Bu platform aracılığıyla, dinleyicilerine derinlemesine analizler ve pratik öneriler sunarak psikolojik farkındalık yaratmayı amaçlamaktadır.

Seanslarını, kurucusu olduğu Yule Psikoloji bünyesinde yüz yüze ve online olarak sürdürmektedir.

 


Uzmanlık Alanları

 

Depresyon, Yeme Bozuklukları, Bağlanma Sorunları, Anksiyete Bozuklukları, Bipolar Bozukluk, Travma Sonrası Stres Bozukluğu, Obsesif Kompulsif Bozukluk, Bağımlılık, Aile içi Şiddet, İlişki Sorunları , İş hayatındaki sorunlar, Çocukluk Çağı Travmaları, travmatik yaşam deneyimleri, yas ve kayıp, Ebeveyn Danışmanlığı, Sınav Kaygısı, Davranış Problemleri, , Ergenlik Sorunları, Boşanma Süreci sonrası çocuklarda uyum, Rüya analizi özellikle çalıştığı alanlar içerisindedir.

 

(Klinik Psikolog Meslek Ünvanı Sağlık Bakanlığı Tarafından Tescillenmiştir.)

 

Sertifikalar ve Seminerler

 

  • EMDR I. Düzey Eğitimi ve Süpervizyonları DBE/Emre Konuk
  • EMDR  II. Düzey Eğitimi Asena Yurtsever Enstitü AY
  • EMDR ile Yetişkinlerde Bağlanma Sorunları Üzerine Çalışmak – Asena Yurtsever – Enstitü Ay
  • EMDR R-TEP Eğitimi – Asena Yurtsever EMDR Derneği
  • EMDR’da Ustalaşmak- Disosiasyon ve Zor Vakalar- Şirin Atçeken-Tuba Akyüz
  • Gottman Çift Terapisi I. Düzey Eğitimi Psikoloji İstanbul
  • Prof. Dr. Doğan Şahin – Dinamik Psikoterapi Eğitimi
  • Psikodinamik Terapiler Merkezi- Psikodinamik Terapiler: Teori ve Uygulama
  • İstanbul Psikanaliz Derneği “Çocuk Psikanalizi Günleri – Annelik Halleri”
  • Psikanalist Talat Parman “Ergenlikte Yas ve Melankoli”
  • PSİKE İstanbul “Yeniden Psikanaliz Tartışmaları – İlk Görüşme: Psikanalizle Tanışma”
  • İstanbul Psikanaliz Derneği Ve PSİKE İstanbul “Yeniden Psikanaliz Tartışmaları – Düşler ve Düşlemler”
  • Psike İstanbul “Psikanalize Giriş Seminerleri”
  • Rorschach ve Projektif Testler Derneği “Rorschach Testi ve TAT Eğitimi” (2 yıl)
  • Prof. Dr. Doğan Şahin “Borderline Kişilik Örgütlenmesinin Epidemiyolojisi ve Terapötik Yaklaşım”
  • İstanbul Üniversitesi “Aile Danışmanlığı Sertifika Programı”
  • Nevin Dölek “Kısa Süreli Çözüm Odaklı Terapi Eğitimi”
  • Türk Psikolojik Danışma ve Rehberlik Derneği “Terapötik Kartlar Eğitimi”
  • Oyun Terapileri Derneği “Çocuk Merkezli Oyun Terapisi Eğitimi”
  • Yeşilay “Pandemi ve Sonrasında Okul Fobisi ve Davranışsal Bağımlılıklarla Mücadele Eğitim Programı”
  • Yeşilay “Uyuşturucu Bağımlılığı ile Mücadele Günü – İyileşmek Mümkün”
  • Marmara Üniversitesi “Pedagojik Formasyon Sertifikası”
  • Dr. Ben Furman “Çocuk ve Ergenlerde Kısa Süreli Çözüm Odaklı Terapi”
  • Prof. Dr. Hakan Türkçapar “ Bilişsel Davranışçı Terapi Üzerine Söyleyişi”
  • Dr. Öğretim Üyesi Özlem Haskan Avcı “Ergenlerde Psikolojik Danışma Becerileri ve Vaka Formülasyonu”
  • Doç. Dr. Elif Çelebi “Diyalektik Davranışçı Terapi”
  • Doç. Dr. Itır Tarı Cömert “Bilişsel Davranışçı Terapi Nedir Ne Değildir”
  • Dr. Klinik Psikolog Olcay Güner “Sanat Terapisi Üzerine Söyleyişi”
  • Doç. Dr. Itır Tarı Cömert “BDT Vaka Analizleri”
  • Prof. Dr. Hanna Nita Scherler “Gestalt Terapi Üzerine Söyleyişi”
  • Doç. Dr. Itır Tarı Cömert “Bilişsel Davranışçı Terapi Teknikleri”
  • ODTU-Bilgeiş “Zor İnsanlarla Başa Çıkma”
  • Psikoloji Enstitüsü “Çocuk Değerlendirme Testleri Uygulayıcı Eğitimi”
  • ADLER CE 1. Modül -Profesyonel Koçluğun Temelleri – 32 saat
  • ADLER CE 2. Modül – Koçluk’ta Dönüşüm ve İş Bağlamında Koçluk – 30 saat
  • ADLER CE 3. Modül – Koçluk’ta Derinleşme: Koçluk’ta Sanat – 30 saat
Devamı
featured_image

Psikoterapi Tarihi ve Terapi Yaklaşımları

Yazar: Tuğçe Turanlar5 Eylül 2021 Psikoterapiler0 Yorum

Bireysel Psikoterapi Tarihi

“Psikoterapi” terimi, Yunanca ruh ve şifa sözcüklerinden gelmektedir.

Yunanlılar ruh sağlığı sorunları olan insanlarla konuşurken cesaret verici kelimeler kullanmanın olumlu etkilerini fark ettiler. Ancak, ruh sağlığı hakkında birçok yanlış inanışa da sahiplerdi. Mesela; sadece kadınların histeri yaşadığını düşündüler. Ayrıca banyo yapmanın depresyon için etkili bir tedavi yöntemi olduğuna inandılar.

Ağır ruh sağlığı sorunlarının tedavisi 18. yüzyılda reformcular daha iyi koşullar için çalışana kadar insanlık dışıydı.  1773’te Kuzey Amerika’da ilk ruh sağlığı hastanesi kuruldu. Ancak insanlık dışı “tedaviler” uygulanmaya devam ediyordu. 19. yüzyılın sonlarına doğru Batı Avrupa’da modern psikoterapi gelişti. Bu sürede Wilhelm Wundt, Almanya Leipzig’de 1879 yılında ilk psikoloji laboratuvarını kurarak deneysel psikolojinin adımlarını attı.

20. yüzyılda birçok terapötik teknik gelişti. Bu teknikler, büyük ölçüde zamanın popüler düşünce okullarından ilham aldı. Bu düşünce okullarından bazıları psikanalitik, davranışçı ve bilişsel yaklaşımı içermekteydi.

21. yüzyılda, farkındalık ve nörobiyoloji gibi çeşitli alanları birleştiren tedavi yaklaşımları ortaya çıktı. Birçok yaklaşım, tedavi gören kişilerin endişelerini belirlemelerine, kişisel gelişimlerini desteklemelerine ve sağlıklı başa çıkma becerileri geliştirmelerine yardımcı olmaya odaklanmaktadır.

Psikoterapi Yaklaşımları

Psikodinamik terapi: Danışanın yaşam öyküsünü, kendisine, geçmişine, bugününe ve geleceğine ilişkin resmini yeniden yazmasını kolaylaştıran dinamik psikoterapi, bireyin deneyiminin derinliğini ele alan bir terapi yöntemidir.

Kişilerarası psikoterapi (IPT): Danışanların sıkıntılarını hafifletmeyi ve kişilerarası ilişkilerini geliştirmeyi hedefleyen, kısa süreli, bağlanma modelini temel alan zaman sınırlı bir psikoterapi yöntemidir. Öncelikli olarak; depresif bozukluklar, duygudurum bozuklukları, hamilelik ve sonrası depresyonu, yeme bozuklukları, anksiyete bozuklukları olmak üzere birçok ruhsal bozuklukta uygulanabilir.

Çözüm Odaklı Yaklaşım: Çözüm Odaklı Kısa Terapi olarak da adlandırılan bu yaklaşım biçimi, geleneksel konuşma terapilerinin yaptığı gibi soruna odaklanmak yerine çözümlere ve kişinin güçlü yönleri keşfetmeye odaklanır.

Bilişsel davranışçı terapi (CBT); İnsanların davranış ve duygular üzerinde olumsuz etkisi olan yıkıcı veya rahatsız edici düşünce kalıplarını nasıl tanımlayacaklarını ve değiştireceklerini öğrenmelerine yardımcı olan bir tür psikoterapötik tedavidir.

Diyalektik davranış terapisi (DBT): Temel hedefleri; anı yaşamayı öğretmek, stresle başa çıkmanın sağlıklı yollarını geliştirmek, duyguları düzenlemek ve diğerleriyle ilişkileri geliştirmektir. DDT başlangıçta sınırda kişilik bozukluğunu (SKB) tedavi etmek için düşünülmüştü, ancak daha sonra diğer ruhsal sorunları tedavi etmek için de kullanılmıştır. Duygusal düzenlemede zorluk çeken veya kendine zarar veren davranışlar (yeme bozuklukları ve madde kullanım bozuklukları gibi) sergileyen kişilere yardımcı olabilir. Bu tür terapi bazen travma sonrası stres bozukluğunu (TSSB) tedavi etmek için de kullanılabilir.

Kabul ve Kararlılık terapisi (ACT): Bireylerin psikolojik esneklik geliştirirken kişisel değerleriyle tutarlı biçimde yaşamalarına yardımcı olmak için farkındalık becerilerini nasıl kullanacaklarını öğretir.

Terapistler bir kişinin ihtiyaçlarını ele alırken farklı yaklaşımların tekniklerinden de faydalanabilir.

Klinik Psikolog Tuğçe Turanlar

Kaynaklar:

https://www.psychologytoday.com/us

https://positivepsychology.com/

https://contextualscience.org/act 

Devamı
featured_image

İlişki Danışmanlığı (Terapisi) Nedir

Yazar: Tuğçe Turanlar5 Eylül 2021 Psikoterapiler0 Yorum

İlişki Danışmanlığı

İlişki Danışmanlığı eşlerin birbirleri hakkında daha fazla bilgi edinmelerine ve sağlıklı problem çözme becerileri kazanmalarına yardımcı olmaktadır. Danışman, ilk birkaç görüşme sırasında her iki partnerle birlikte veya bireysel olarak görüşebilir.  Daha sonra geri bildirim verebilirler. Çift, terapistin rehberliğinde terapötik hedefler belirleyebilir ve beklentiler için bir terapi planı geliştirebilir. Çift terapisinde, olumlu sonuçlar genellikle çiftin motivasyonuna ve sürece olan bağlılığına göre değişiklik gösterir.

Seanslar ilerledikçe, her bir eş daha iyi bir dinleyici ve iletişimci olabilir. Ayrıca çiftler genellikle birbirlerini farklı biçimlerde desteklemeyi öğrenirler. Terapi seanslarında çiftler arasında çatışma yaşanması olağan bir durumdur.  Etik bir ilişki danışmanı tarafsız kalacak ve taraf tutmaktan kaçınacaktır. İlişki danışmanları bazen, tedavinin standart bir parçası olarak her bir eşe ek bireysel seanslar sunabilir. İlişki danışmanlığı genellikle haftada bir yapılır.  Program, çiftin hedeflerine ve her bir partnerin bireysel veya çift terapi seanslarına katılıp katılmadığına bağlı olarak değişebilir. Evlilik danışmanlığı genellikle kısa sürelidir ancak bir ilişkiyi iyileştirmek daha fazla zaman alabilir.

İlişki Danışmanlığı Kimler İçindir

Birlikte bir geçmişi olan herhangi bir çift, ilişki danışmanlığından yararlanabilir. Çiftler, ilişki sorunlarını çözmek, ilişkilerinin dinamikleri hakkında fikir edinmek, duygusal bağlarını güçlendirmek veya ilişkilerini dostane bir şekilde sona erdirmek için danışmanlık arayabilirler. Evlenmek üzere nişanlı olan bireyler de evlilik öncesi danışmanlık hizmeti alabilir.

İlişki Danışmanlığı Ne Zaman Önerilir

Çiftlerin birçoğu genellikle ilişkilerinin bir noktasında gerginlik veya çatışma yaşadığından, birçok kişi ne zaman çift danışmanlığı aramaları gerektiğinden emin değildir. Gerçek şu ki, çiftler aşağıdakiler de dahil olmak üzere birçok farklı nedenden dolayı ilişki danışmanlığı arayabilirler:

Güç mücadeleleri

İletişim sorunları ve çatışma

Stres, Öfke Sorunları

Madde bağımlılığı

Cinsel tatminsizlik

Mali sorunlar

Aldatma

Önemli yaşam değişikleri

Çocuk yetiştirmedeki farklı tutumları

Birçok ilişkide, sorunlar ortalama altı yıl boyunca devam edene kadar çift terapisi düşünülmez. Bu gecikme, sorunların üstesinden gelmeyi daha da zorlaştırabilir.

Sağlıklı bir ilişki içinde olan bir çift, samimiyeti artırmak veya birbirleriyle duygusal olarak bağlantı kurmanın yeni yollarını bulmak için danışmanlık isteyebilir.

Ayrılmaya karar vermiş olan çiftler, ilişkilerini saygılı bir şekilde sonlandırmak için çift danışmanlığına başvurabilirler.

Nişanlı olan kişiler de evlilik öncesi danışmanlık almayı tercih edebilirler. Bu, çiftlerin evliliklerinde zorluğa veya memnuniyetsizliğe neden olabilecek çatışma veya endişe alanlarını keşfetmelerine yardımcı olabilir.

Terapi, çiftlerin fikir farklılıklarını, kişisel değerleri ve beklentilerini tartışmasına olanak tanır. Evlilik öncesi danışmanlık, bir çiftin başlangıçta tartışmak istediği meselelerden daha fazlasını ortaya çıkarabilir. Bu, çiftlerin evlenmeden önce gerçekten uyumlu olup olmadıklarını değerlendirmelerine izin verdiği için faydalı olabilir.

Çift terapisine katılmanın faydasının olmadığı durumlar da vardır. Örneğin, aile içi şiddet ve istismar vakalarında çift terapisi yeterli olmayabilir. İstismarcı bir partnerle ilişkiyi sürdürmek kişinin güvenliğini veya hayatını tehlikeye sokabilir.

İlişki Danışmanlığı Ne Kadar Etkili

Çalışmalar, çift terapisinin ilişkiler üzerinde belirgin bir olumlu etkisi olabileceğini göstermektedir. Çift terapisi, çoğunlukla her iki partnerin de ilişkilerini geliştirmeye ve terapi planına bağlı kalmaya kararlı olduğunda etkilidir.

Eşlerden biri seanslara katılmayı reddederse veya ilişki şiddet veya istismara yol açarsa, yaklaşım çok daha az etkili olur. Çift terapisinin etkinliği, diğer partnerin değişmesini beklediklerinde de azalır. İlişkinin her bir üyesi kendi bakış açılarını ve alışkanlıklarını yansıtmaya ne kadar açık olursa, çift terapisinin o kadar etkili olması muhtemeldir.

Online İlişki Danışmanlığı Hakkında Merak Edilenler

Online İlişki Danışmanlığı birçok terapi ile benzer süreçte ilerler. Bireylerin yaşadıkları sorunlara dair deneyimlerini anlamlandırmalarına ve farklı bakış açıları kazanmalarına yardımcı olur.

Neden İlişki Danışmanlığına İhtiyaç Duyulur

En yaygın sebeplerinden bazıları; İletişim sorunları, çatışma, aldatma, uyum problemleri, yas, yaşam zorlukları ve depresyondur.

Partnerim Seansa Katılmak İstemiyor Yine de İlişki Danışmanlığı İsteyebilir miyim

Evet, bu aslında çok yaygın. Partneriniz seansa katılamasa bile uzman bir psikolog ile ilişki sorunları hakkında konuşmak size yardımcı olabilir.

İlişki Danışmanlığına Dair Yaklaşımlar

Imago ilişki terapisi: İlişkide yaşanan olumsuz algıların veya davranışların nedenlerini araştırarak çiftler arasındaki iletişimi yeniden kurmayı amaçlar.

Duygu odaklı terapi: Çiftler arasında olumlu etkileşimler yaratmaya ve  çiftlerin duygusal bağlarını güçlendirmeye odaklanır.

İç Aile Sistemleri terapisi: Eşlerin birbirlerini ve ilişkilerinde var olan kalıpları daha iyi anlamalarına yardımcı olur.

Gottman Metodu: Yakınlığı, sevgiyi ve saygıyı artırır. Her bir partnerin bir birey olarak ve çiftin bir çift olarak büyümesine ve gelişmesine odaklanır.

Nasıl Daha Fazla Bilgi Edinebilirim veya Görüşme İçin Randevu Alabilirim

Online İlişki danışmanlığı hakkında daha fazla bilgi edinmek için randevu alabilirsiniz. ​​

Klinik Psikolog Tuğçe Turanlar

 

www.positivepsychology.com

 

Devamı
  • 6
  • 7
  • 8
  • 9
  • 10
  • 11

Instagram

yulepsikoloji

❤️‍🩹 Kuşaklararası travma aktarımı, b ❤️‍🩹 Kuşaklararası travma aktarımı, bir nesilde yaşanan acı, korku veya stresin sonraki kuşaklara aktarılması anlamına gelir. Ailede işlenemeyen ya da bastırılan duygular, çoğu zaman farkında olmadan çocuklara ve torunlara geçer.

Bilimsel araştırmalar, bu aktarımın hem psikolojik hem de biyolojik yollarla gerçekleşebildiğini gösteriyor. Yani travmanın etkisi, sadece duygu ve davranışlarımızda değil, genlerimizde de iz bırakabiliyor.

Çok kafa karıştırıcı olmasın diye yazdığım makalenin bir kısmını burada paylaştım. Konunun daha detaylı açıklamasını okumak isterseniz websitemde bulabilirsiniz 🌷

www.tugceturanlar.com

Kuşaklararası Travma Aktarımı

#psikoloji
🌷Toksik ilişkilerde sınır koymak çoğu zama 🌷Toksik ilişkilerde sınır koymak çoğu zaman imkânsız gibi hissedilebilir. Özellikle onaylanma ihtiyacı, suçluluk duygusu ya da yalnız kalma korkusu bu adımı atmayı zorlaştırır. 

Birçok insan, çocukluğundan itibaren “hayır” demenin bencilce olduğu yönünde mesajlar aldığı için, kendi ihtiyaçlarını ön plana koyduğunda suçluluk hisseder. Özellikle toksik ilişkilerde, karşı tarafın tepkilerinden korkmak ya da onu kaybetme endişesiyle kişi, kendi sınırlarını belirlemekte zorlanır. 

Aynı zamanda, sevilmek ve kabul görmek için kendinden sürekli ödün vermek, zamanla kişinin kendine yabancılaşmasına ve özgüveninin azalmasına neden olur. 

Oysa “hayır” diyebilmek, kendini korumak ve kendi ihtiyaçlarını önceliklendirmek bencillik değil, sağlıklı bir özsaygı göstergesidir. 

Sınır koymak, karşı tarafı reddetmek ya da cezalandırmak anlamına gelmez; aksine, hem kendine hem de karşındaki kişiye değer vermenin en sağlıklı yoludur. 

Klinik Psikolog Tuğçe Turanlar

#psikoloji #ilişkiler
🌷 Bazı davranışlarımızın, dış dünyada 🌷 Bazı davranışlarımızın, dış dünyada olup bitenleri etkileyebileceğine inanırız. Mantıksız olduğunu bilsek de. 

Örneğin bir mesajı zamanında almazsak kötü bir şey olacağından korkmak ya da uğurlu bir objeye tutunmak… Psikolojide bu düşünce biçimine büyüsel düşünce denir. 

Piaget’ye göre bu düşünce biçimi özellikle çocuklukta yaygındır. Çünkü çocuk, dünya üzerindeki kontrolünü sınırlı hisseder. 

Jean Piaget’nin ifadesiyle:
“Çocuk için düşünce, gerçekliğin yerine geçer.”

(Piaget, J. (1929). The Child’s Conception of the World).

Yetişkin olduğumuzda bile bu düşünce biçimini sürdürebiliriz. Çünkü belirsizlik karşısında zihin, içsel güvenlik yaratacak sembolik dayanaklara ihtiyaç duyar. Bu, aslında içimizdeki çocuğun hâlâ kendini güvende hissetmeye çalışmasından başka bir şey değildir 🌷

Klinik Psikolog Tuğçe Turanlar

#psikoloji
Kütüphanemde bana eşlik etmiş olan bu değerli Kütüphanemde bana eşlik etmiş olan bu değerli kitapları, artık başka zihinlere ve kalplere ulaşabilmesi için paylaşmak istiyorum.

Her ay bir psikoloji kitabını hediye edeceğim. Belki bir cümlesi, bir fikri, bir sayfası size de eşlik eder ❤️

📖 Bu ayın kitabı: Kaygının Anlamı – Rollo May

“Kaygı, içsel bir çağrıdır; bizi yüzleşmeye, büyümeye ve sorumluluk almaya davet eder.”

Çekilişe katılmak için:

✅ Gönderiyi beğenmeniz
✅ Yorumlara iki arkadaşınızı etiketlemeniz
✅ Yule Psikoloji sayfasını takip etmeniz yeterli

📅 Son katılım: 27 Mayıs Salı

#psikoloji #kitap
Narsistik ilişkileri çözümleme atölyesi 🌷 Narsistik ilişkileri çözümleme atölyesi 🌷 narsistik partnerle kurulan ilişki dinamiklerini ve bu ilişkilerde ortaya çıkan travma bağını anlamak isteyenler için hazırlandı. Atölyede, sağlıksız ilişki döngülerinin arka planındaki psikolojik mekanizmaları, duygusal bağımlılığı ve bu tür ilişkilerden kopmakta yaşanan zorlukları birlikte inceleyeceğiz. 

🌷 Katılımcılar, narsistik ilişkilerin nasıl işlediğini daha iyi kavrayarak, kendi ilişkilerini sorgulama ve daha sağlıklı bağlar kurma yolunda önemli bir farkındalık kazanacaklar.

📅 Tarih: 2 Haziran Pazartesi
⏰ Saat: 21.00 – 22.30
💻 Platform: Google Meet – Online

Detaylı bilgi için DM’den ya da WhatsApp üzerinden ulaşabilirsiniz.

📱 0532 053 3992 (WhatsApp)

Görüşmek üzere 💛

Klinik Psikolog Tuğçe Turanlar

** Kontenjan dolmuştur. Sonraki eğitimde görüşmek üzere ❤️

#psikoloji #ilişkiler
🌷 Yetersiz annelik görmüş kişiler, içlerin 🌷 Yetersiz annelik görmüş kişiler, içlerinde güçlü bir sevgi açlığı taşısalar bile yakın ilişkilerde rahat edemezler. Sevgi almaya duydukları özlem, genellikle içlerindeki güvensizlik ve koruyucu duvarlarla engellenir. Geçmişte ihtiyaçlarının karşılanmamış olması, birinin onlar için gerçekten var olacağına inanmalarını zorlaştırır. 

Bazıları sevgiyi hak etmediğini düşünürken, daha bağımlı kişiler partnerlerine yapışır, onları boğar ve aradıkları kusursuz sevgiyi bulamayınca öfkeyle karşılık verir. Bu öfke, ilişkiyi zedeler ve eski terk edilme yaralarını tekrar canlandırır.

Klinik Psikolog Tuğçe Turanlar

#psikoloji #anne
🩵 “Farkında olmak, tam da burada, şimdide o 🩵 “Farkında olmak, tam da burada, şimdide olmak demektir; şimdiki zamanda bütünüyle var olabilmek, karşımıza hangi deneyim çıkarsa kabul edebilmek, yine de deneyimin hiçbir türden görünümüne kendini kaptırmamak demektir. Farkında olmak aynı zamanda, yargılamadan veya değerlendirmeye tabi tutmadan, deneyimin farkında olmak demektir.”

Kitap: Psikoterapide Bağlanma - David J. Wallin

#psikoloji #farkındalık
❤️ İçsel çocuk arketipleri, çocuklukta gel ❤️ İçsel çocuk arketipleri, çocuklukta geliştirdiğimiz duygusal başa çıkma kalıplarını simgeler. O dönemde ihtiyaç duyduğumuz sevgi, güven ve kabulü elde etmek için öğrenilen bu stratejiler, büyüdükten sonra da davranışlarımızı şekillendirmeye devam eder. Arketipleri tanımak, hangi eğilimlerin bize fayda sağladığını hangilerinin ise sınırlarımıza zarar verdiğini ayırt etmeye imkân tanır; böylece daha bilinçli seçimler yapabiliriz.

Klinik Psikolog Tuğçe Turanlar

Kaynaklar

*LePera, N. (2021). How to Do the Work: Recognize Your Patterns, Heal from Your Past, and Create Your Self. TarcherPerigee.

*Maté, G. (2021). The Myth of Normal: Trauma, Illness & Healing. Avery.

*Schwartz, R. C. (1995). Internal Family Systems Therapy. Guilford Press.

#psikoloji
Narsisistik ebeveynler, kendilerini önemli ve üs Narsisistik ebeveynler, kendilerini önemli ve üstün hissetme ihtiyacı duyarlar; eleştiriye karşı aşırı duyarlıdırlar ve başkalarıyla empati kurmakta zorlanırlar. 
Bazı anneler, kendi gerçekleşmemiş hayallerini ve isteklerini çocukları üzerinden yaşamak isterler. Örneğin, kendilerini güzel ya da başarılı hissetmediklerinde çocuklarının bu eksikliği tamamlamasını ve adeta onların “intikamını” almasını bekleyebilirler. Bu nedenle çocuklarının kendi beklentilerini karşılamasını aşırı derecede önemser ve bu gerçekleşmediğinde onları yok sayar ya da düşmanca davranabilirler.

Bu tutum sonucu çocuklar, kendilerini değerli hissetmek için sürekli başkalarının onayına ve beğenisine ihtiyaç duyarlar. Benlik değerleri dışarıya bağımlıdır ve başkalarını anlamakta güçlük çekerler. Sağlıklı bir benlik saygısı için çocukların ebeveynlerini idealize edebilmesi ve ebeveynlerin çocuğun atfettiği gücü çocuklarıyla paylaşması gerekir. 
Narsisistik babalar ise genellikle kendi ihtiyaçlarını ön planda tutarak çocuklarının güçlenmesini engeller ve onlarla sağlıklı yakın ilişkiler kurulmasını zorlaştırırlar.

Klinik Psikolog Tuğçe Turanlar

Kaynak: Kişilik ve Zihin - Prof. Dr. Doğan Şahin

#psikoloji #narsissist #ebeveyn
❤️‍🩹 Toplumsal travma, geniş kitlelerin ❤️‍🩹 Toplumsal travma, geniş kitlelerin fiziksel ve ruhsal güvenlik duygusunu altüst eder. Ortaya çıkan etkiler yalnızca o olayla sınırlı kalmaz, gelecek nesillerin de duygusal ve sosyal yaşamını etkileyebilir. Ancak yüzleşme, paylaşım, kolektif hafızanın inşası ve adalet arayışı, toplumsal onarımı destekler. Dayanışma kültürünü beslemek ve yıkıcı olayların tekrarlanmaması için kalıcı çözümler geliştirmek, her bir bireyin katkısıyla mümkün hâle gelir.

Toplumsal Boyutta İyileşme

* Güçlü Sosyal Destek Ağı: Travmadan etkilenen bireylerin destek hissetmesi, toplumun onarıcı gücünü artırır. Ayrıca aile, arkadaş ve komşuluk ilişkileri gibi yakın çevre alanlarının güvenilirliği ve dayanışması, ruhsal toparlanmaya olumlu katkıda bulunur.

* Açık ve Şeffaf İletişim: Toplumsal travmanın ardından yaşananları görmezden gelme veya inkar, tüm kesimlerde derin bir güvensizlik yaratır. Oysa olayların kabul edilmesi, hatırlanması ve anlatılması uzun vadede onarıcı bir etki taşır.

* Adalet ve Yüzleşme Mekanizmaları: Geniş çaplı bir felaket veya zulüm sonrası adaleti sağlayacak yolların (yargı süreçleri, hak talepleri vb.) işlemesi, toplumsal bellek ve iyileşme sürecinin merkezinde yer alır. Resmî kurumlar, sivil toplum kuruluşları ve yerel inisiyatifler bu süreçte kritik rol oynar (Paker, 2007).

* Aktif Katılım ve Dayanışma: Dayanışma faaliyetlerine katılmak, yardım kampanyalarında yer almak veya hak savunuculuğu yapmak hem toplumu hem de bireyi güçlendirir. Bu tür eylemler, çaresizlik duygusunu hafifletir ve umudu canlı tutar.

Klinik Psikolog Tuğçe Turanlar 

Kaynaklar

Herman, J. (1992). Travma ve İyileşme. İstanbul: Literatür Yayıncılık.
İstanbul Bilgi Üniversitesi Psikolojik Danışmanlık Merkezi. (2015). Psiko-Eğitim Broşürleri – 4: Toplumsal Travma Nedir?
Janoff-Bulman, R. (1992). Shattered assumptions: Towards a New Psychology of Trauma. New York: Free Press.
Paker, M. (2007). Psiko-politik Yüzleşmeler. İstanbul: Birikim Yayınları.

#psikoloji
Neden en çok sevdiğimiz insanlara kızarız? 💔

Bunun temel sebebi, kurduğumuz bağın derinliği ve bu bağla birlikte gelişen beklentilerimizdir. 

Sevdiğimiz kişiler bize en yakın ve en açık olduğumuz kişilerdir; bu nedenle, onlar tarafından görülmeyi, anlaşılmayı ve desteklenmeyi bekleriz. Bu beklentiler gerçekleşmediğinde yaşadığımız hayal kırıklığı, çoğunlukla öfke olarak dışa vurulur. 

Ayrıca, sevdiğimiz insanlar bize adeta bir ayna tutarlar. Kendimizde kabul etmekte zorlandığımız taraflarımızı onların davranışlarında gördüğümüzde iç dünyamızdaki çatışmalar tetiklenir ve bu durum öfkeye neden olabilir. 

Ancak önemli olan bu duyguyu nasıl ifade ettiğimizdir. Öfkemizi doğru şekilde ifade etmek, ilişkilerimizi güçlendirme ve sağlıklı hale getirme potansiyeline sahiptir.

Unutmayalım ki, her kızgınlık bize kendimizle ilgili önemli bir mesaj taşır. Bu mesajı okumak ve anlamlandırmak, ilişkilerimizi olduğu kadar kendimizi de geliştirmek için çok değerlidir. ❤️

Klinik Psikolog Tuğçe Turanlar

#ilişkiler #psikoloji
🍃 Duygusal olarak olgunlaşmamış kişilerle i 🍃 Duygusal olarak olgunlaşmamış kişilerle iletişimde temel prensip, duygusal kontrolü onlara bırakmamak ve kendinizden emin, sakin bir duruş sergilemektir. Böylece kendi iç huzurunuzu korur ve iletişim süreçlerinizi sağlıklı yürütürsünüz.

Klinik Psikolog Tuğçe Turanlar

#psikoloji #ilişkiler 

Kaynak
Gibson, L. C. (2022). Olgunlaşmamış Ebeveynlerin Açtığı Yaraları İyileştirmek.
Instagram'da Takip Et

Etiketler

Bağımlılık Bireysel psikoterapi depresyon Ebeveyn EMDR EMDR Terapisi Freud Gottman Çift Terapisi Jung Kişilik Bozuklukları narsist Online EMDR Online psikolog Psikanaliz Psikodinamik Psikoterapi Rüya travma Travma Bağı Travma Sonrası Stres Bozukluğu Travma Sonrası Tepkiler Çift Terapisi Çocukluk Travmaları çocukluk çağı travmaları İlişkiler

Son Eklenenler

  • Kuşaklararası Travma Aktarımı
  • Toksik İlişkilerde Sınır Koymak Neden Zordur
  • İnsanlar Değişir mi? Romantik İlişkilerde Değişimin Rolü
  • Uzak Mesafe İlişkisi: Bağ ve Güveni Sürdürme
  • Oversharing (Aşırı Paylaşım) Nedir ve Nasıl Başa Çıkılır?
  • Travma Terapisi: Gerçek Nedir?

Yasal Uyarı

Bu internet sitesinin içeriği ve uygulamaları, sadece bilgilendirme ve eğitim amaçlı olup, herhangi bir şekilde tıbbi öneri verme veya herhangi bir danışan sağlama amacı ile oluşturulmamıştır. Sitemizde yer alan alıntı ve görüşler açıkça belirtilmediği takdirde resmi görüşlerini yansıtmamaktadır. Yazılı izin alınmaksızın kaynak gösterilerek dahi kullanılamaz