Tecavüz Algısında Kültürel Mitlerin Etkisi
Tecavüz Algısında Kültürel Mitlerin Etkisi: İnsanlık var olduğundan beri devam eden ve birçok çeşidi bulunan cinsel şiddet, insanın fiziksel ve ruhsal bütünlüğüne zarar veren en önemli suçlardan biridir. Cinsel şiddet eylemleri koşullara, gerçekleşme biçimine ve fail ile mağdur arasındaki ilişkinin boyutuna göre değişiklik göstermektedir. Sebep olduğu fiziksel ve psikolojik zarar açısından bakıldığında ise, tecavüz bu eylemlerin en ağırı olabilir ( Çoklar & Meşe, 2015).
70’li yıllarda ortaya çıkan feminist hareket, kadına yönelik şiddete farkındalık getirmiş ve yasaların yeniden düzenlenmesine yol açmıştır (Kilpatrick, 2004). Feminist hareketinin savunucuları, tecavüzün cinsiyet rollerindeki eşitsizlik ve toplumsal geleneklerin sonucu olarak ortaya çıktığını ileri sürmüştür (Rose, 1977). Cinsiyet rollerinde bulunan eşitsizlikler, tutumlar, normlar ve gelenekler tecavüzü destekleyen bir dünya görüşüne dönüşmüştür (Russel, 1982).
Tecavüz mağdurları hakkındaki yanlış inanışlar tecavüz mitleri olarak tanımlanmış ve bu inanışların ortaya çıkmasına neden olan tutumları araştırmak için birçok çalışma yapılmıştır. Schwendinger (1974) araştırmalarına göre, mağdurun rızası olmadan tecavüzün mümkün olmadığına dair ve tecavüzün erkek arzularının kontrolsüzlüğünden dolayı ortaya çıktığını öne süren bazı mitler toplumun inancında yerleşmiştir. Ülkemizde yapılan birçok araştırmada da mitlerin toplumumuzda yaygın olarak varlığını sürdürdüğü görülmüştür (Akvardar ve Yüksel, 1993; Gölge, 1997; Sakallı-Uğurlu, Yalçın ve Glick, 2007). Kadınlarla karşılaştırıldığında erkekler tecavüz mitlerini kabul etme ve mağduru suçlama eğilimindedirler. Bir kadın geleneksel cinsiyet rollerine uymuyorsa ve alkol kullanıyorsa, tecavüze uğradığında bunu hak etmiş sayılır (Gubb & Turner, 2012).
CİNSEL SALDIRI VE YAYGINLIĞI
Cinsel saldırı kavramı 1980’li yıllardan beri tartışılmaktadır. Tecavüz ise en yaygın olanıdır ve her ulus ya da kültürde görülebilir. Uzun yıllardan beri var olan cinsel saldırı, modern toplumun içine yerleşmiştir. The British Crime Survey (2009) gösteriyor ki kadınların yaklaşık % 4,2 si, 16 yaşından itibaren en az bir kez tecavüze uğruyor. Ancak bu buzdağının görünen kısmı olmaktadır. Toplum içinde etiketlenme ve diğer insanlar tarafından suçlu bulunma korkusuyla tecavüz ve diğer cinsel saldırılar çoğunlukla rapor edilmemektedir (Roe, Coleman, & Kaiza, 2009). Mağdurlar tecavüzü rapor etseler bile yasaların faili cezalandırmakta yetersiz kalacağını düşünmektedir (Chapleau, Oswald, & Russell, 2008). Yapılan araştırmalara göre tecavüz mağduruna karşı gösterilen tutumlar ve algılar, mağdurun tedavisinde ve iyileşmesinde önemli rol oynar ( Yamawaki, 2007). Toplum tarafından sağlanan duygusal destek, mağdurun daha hızlı bir şekilde iyileşmesine yardımcı olurken, yıpratıcı tutumlar psikolojik hasarın etkisini arttırır ve mağdurun daha geç iyileşmesine neden olur ( Ullman, 1996). Adalet sistemi çalışanlarının duyarsız tutumu, tecavüz kurbanının yaşadığı olay için kendini suçlu hissetmesine, utanç duymasına ve özsaygısını yitirmesine sebep olabilir (e.g., Flynn, 1974; Griffin, 1973; Medea & Thompson, 1974; Russell, 1974).
Amerika Birleşik Devletleri’nde yılda 150-750 bin arasında tecavüz olayı olduğu düşünülmektedir. Türkiye’de ise yılda yaklaşık 18 bin tecavüz olayı gerçekleşmektedir (Yurdakul, 1996). Cinsel saldırıların yaklaşık yarısı mağdurların evlerinde olmaktadır. Tecavüz saldırganları, savunmasız, yalnız, sarhoş veya engelli kadınları seçer. Bazen mağdurun kadın olması bile sebep sayılabilir. Saldırı cinsel tatmin yerine saldırıya uğrayan kadını aşağılamak ve korkutmak için gerçekleştirilir (Lehmann, 1994).
Yaygın inanışın tersine tecavüze yeltenme az yaşanan bir olay değildir (Çiçeklioğlu ve Saçaklıoğlu, 1994). Olayların hepsinin kayıtlara geçmemesinin birçok sebebi vardır. Kurbanın suç işlendiğinin farkında olmaması, adalet için çalışanların önyargılı tutumları, utanma ve suçluluk hissi, evlilik ve iş konusundaki kaygılanma, yasal işlemler ve hapis korkusu etken rol oynamaktadır (Özdemir ve ark. 1998). Bir kadının hayatı boyunca cinsel saldırıya maruz kalma riski, yaklaşık olarak 10 kadında 1 olarak hesaplanmıştır (Lehmann, 1994). Tecavüze uğrayanların %36-58 ini 15 yaş ve daha küçük kızlar oluşturmaktadır. Bu oranların önemli kısmı ise 9 yaşından küçük çocuklardır (Çiçeklioğlu ve Saçaklıoğlu, 1994). Hayat kadını çocuklarının %85’i hayat kadını olmadan önce tecavüze uğramış ya da ensest ilişkiye maruz kalmıştır (Sezgin ve Öktem, 1996).
Emniyet Genel Müdürlüğü ve Jandarma Komutanlığı‟nın verilerine göre, 2010 yılının ilk yedi ayında 226 kadın cinayete kurban gitmiş, aynı dönem içinde, 478 kadın tecavüze uğramış, 722 kadın taciz edilmiştir (Çoban-İçağasıoğlu, 2013). TÜİK verilerine göre, cinsel saldırı suçlarında son 5 yılda %30 oranında artış olmuş, 2005-2010 yılları arasındaki dönemde 100 binin üzerinde kadın cinsel saldırıya maruz kalmıştır ( Tatlılıoğu & Küçükköse, 2015).
TECAVÜZ MİTLERİNİN TANIMI VE KABULU
Tecavüze ilişkin tutumların ve kültürel inançların sonucu olarak ortaya çıkan tecavüz mitleri tecavüz, tecavüzcü ve tecavüz mağduru hakkında, önyargılı, kalıplaşmış ya da doğru olmayan inançlar olarak tanımlanır (Burt, 1980). Bazı durumlarda mitler, kadının cinsel saldırıyı hak ettiğini ve erkeğin suçunun bulunmadığını iddia eder.
Tecavüz mitlerine bazı örnekler şunlardır: (1) Kadınların seksi konuşmaları ve tavırlarda bulunmaları, tecavüze ortam hazırlar. (2) Bir kadın tecavüze uğradıysa, dikkatsiz davranışlarından dolayıdır. (3) Eğer bir kadının vücudunda çürükler ve izler yoksa bunun bir tecavüz olduğu iddia edilemez. (4) Tecavüz kişisel bir sorundur, sosyal faktörlerden etkilenmez. (5) Tecavüz birdenbire oluşan bir eylemdir, planlanmadan ortaya çıkar. (6) Erkekler, cinsel açlıklarından dolayı tecavüz ederler (Bohner ve ark., 2002).
Tecavüz mitleri gerçeği yansıtmasa da aksini kanıtlamak mümkün olmayabilir. Söz konusu mitlerin çoğu tecavüzün duyarsızlaştırılmasına ve mağdurun etiketlenmesine neden olur. Kadına karşı olumsuz tutum sergileyen insanlar, tecavüzcüye daha çok ılımlı yaklaşır ve onu haklı bulur (Weidner ve Griffi tt, 1983).
Tecavüz mağdurlarına ilişkin mitler, kadınların yaşam şekillerinin tecavüzü kabul etmeye veya tecavüzün tahrikine yönelikken; tecavüzcülere ilişkin mitler ise, tecavüzcülerin doğuştan gelen dürtüleri kontrol edememesi veya hastalıkların kurbanı olarak gösterilmesine dayanmaktadır ( Ozdemir, 2010). Tecavüz eylemini gerçekleştirmeyen ama bu olaya hoşgörülü yaklaşan diğer insanlar benzer davranış hissini içinde saklı tutar. Türkiye’de yapılan tecavüz ve ilgili önyargılar ve tutum araştırmasında polis, avukat, hemşire, doktor gibi tecavüz sonrası karşılaşılabilecek meslek grubundan kişiler yer almaktadır. Bu araştırma tecavüz kurbanını az çok sorumlu ve suçlu bulma eğilimi olabileceğini gösterdi (Akvardar & Yüksel, 1992; Gölge, 2000).
Kadının bedenini kendi istediği şekilde kullanan erkek egemen düşüncesine göre, tecavüzden sonra kadın daha da değersizleşmiştir (Weidner ve Griffi tt, 1983). Türkiye’de yapılan bir çalışmada (Costin ve Kaptanoğlu, 1993), Tecavüz mitlerine olan inanç ile kadınların sosyal rollerini ve sahip oldukları hakları sınırlayıcı inançlar arasında bir bağlantı bulunmuştur. Ataerkil sistemde yer alan, kadınların kendi namuslarını korumaya yetersiz olduğu inancı erkekleri kadınları korumaya iter. Bir kadının namusu kirlendiğinde, ailede yer alan bütün erkeklerin namusu kirlenmiş sayılır (Işık ve Sakallı-Uğurlu, 2009).
Eskiden Türk Ceza Kanunu’nda, bir kadın tecavüze uğradığı zaman failin cezası, kadının evli, bakire, dul ve fahişe olmasına bağlı olarak değişiklik göstermekteydi. Buna göre tecavüze uğrayan kadın ise en ağır cezayı almaktaydı. Çünkü kadın bir başka erkeğe aitti.
Kadına karşı düşmanca gösterilen tutum ve davranış biçimleri feminist hareketin sonucuyla değişime uğramış ve daha gizli hale gelmiştir ( Sakallı-Uğurlu, 2003). Kadının fizik özellikleri, cinselliği, konuşma biçimi ve sahip olduğu diğer şeyler hakkında yapılan şakalar kadına karşı gizli düşmanlığın kalıplaşmış inançlarını ortaya koymaktadır. Modern toplum ile tecavüz mitleri yerini mağduru daha az suçlu faili ise daha az sorumlu tutan düşüncelere bırakmıştır. (Krahe ve ark., 2008).
Güç ve cinselliği bir arada kabul eden erkekler tecavüz mitlerini kabul etmeye daha çok yatkın olup cinsel saldırganlığı kabul edilebilir görmüşlerdir (Tatum ve Foubert, 2009; Chapleau ve Oswald, 2010). Birçok tecavüz vakasında, saldırganın amacının sadece cinsel şiddet değil aynı zamanda fiziksel şiddet olduğu ve davranışın sadece cinsel tatmin için değil, küçümseme, güç gösterisi yapmak için de gerçekleştirildiği görülmüştür (Gölge ve ark., 2006).
Bu inançla bağlantılı ve yaygın olarak kabul gören bir tecavüz miti, kadının gerçekten direnseydi tecavüze uğramayacağıdır. Mağdur ancak fi ziksel saldırıya şiddetli bir şekilde karşı koyduğu zaman daha az suçlanır. Kadın mücadele etmeli, dövüşerek karşılık vermeli, tecavüzü engellemeli, gerekirse kaçmalıdır (Randall, 2010). Oysa direnen kadınların fi ziksel zarar görme riski daha yüksek olduğundan, öldürüleceklerinden ya da ciddi biçimde yaralanacaklarından korkarlar. Bu korku da kadının karşı koyma gücünü azaltır (Gölge ve ark., 2006).
Tecavüz mitleri, kadına karşı düşmanlığın cinsel şiddeti beslediği sosyal bir çevre tarafından yaratılır. Feminist yaklaşım, çocuklara ve kadınlara yönelik cinsel saldırganlığın ataerkil toplumlarda erkek egemenliğinin bir unsuru olarak ortaya çıktığını savunur, sosyokültürel yaklaşım ise bunun sosyal sistemin bir sorunu olduğunu ve kültürel olarak kabul edilen cinsiyet rollerindeki farklılıklardan kaynaklandığını ileri sürer (Zara-Page, 2004). Daha önemlisi, bu mitler açıkça konuşulmadığı için kişiler kendi inançlarının diğerleri tarafından paylaşıldığına inanırlar.
Medyada ve yazılı basında tecavüzün aktarılış biçimi, teşhirci, kışkırtıcı, adeta tecavüzü teşvik edicidir. ‘Saldırıya uğrayan eş, dövülmüş kadın, cinsel istismara uğramış çocuk, ensest mağduru, tecavüz mağduru’ örneklerinde olduğu gibi, tecavüz haberleri faili ortadan silmek suretiyle, sadece mağdurun kimliği üzerinden verilir (Köker ve Doğanay, 2010). Feminist teori, özellikle faili ortadan silmeye yarayan bu söyleme şiddetle karşı çıkar (Randall, 2010).
Tecavüz Mitleri Nasıl Değiştirilebilir?
Tecavüz mitleri toplumsallaşma süreciyle geliştiğinden ve öğrenmeye dayandığından, eğitim ve rehabilitasyon programlarıyla, uzman bilirkişilerin katkısıyla, medyanın hakim söyleminin değişimiyle, sağlık, hukuk ve ruh sağlığı çalışanlarının katkısıyla değiştirilebilirler.
Tecavüz mitlerini değiştirmek için ilk akla gelen, cinsel saldırıyı önleme programları adı altında geliştirilen eğitim programları olmaktadır. Her iki cinsiyetin bu konudaki farkındalıklarının artmasını amaçlayan programlar, cinsel şiddetin sebepleri hakkında bilgi sağlama, tecavüz mitleri tutumlarını sorgulama, cinsel şiddete katkıda bulunabilecek cinsiyet rolleri kalıpyargılarını tartışma ve güvenli buluşma davranışları için pratik önerilerde bulunma gibi alt bileşenleri içerirler (Kress ve ark., 2006; Muir ve ark., 1996). Cinsel saldırıyı önlemek üzere geliştirilen programlar, ilk olarak mağdurlar için koruma ve tedaviye yoğunlaşmışken, son zamanlarda dikkat, saldırganlara dair müdahaleler üzerine odaklanmış, erken müdahale için suç motivasyonunun belirlenmesi önem kazanmıştır (Gölge ve ark.,2006). Tecavüz mitleri, sadece toplum tarafından değil, tecavüzün hukuki sürecinde etkin rol oynayan hekimler, hemşireler, polisler ve hukuk profesyonellerince de yüksek oranda kabul gördüklerinden, mağdurun ikincil mağduriyetine (revictimization) neden olmaktadırlar. Örneğin, tüm sağlık çalışanları içersinde tecavüz mitlerini en fazla kabul edenlerin, tecavüz mağdurlarına ilkyardımı veya ilk görüşmeyi yapan hemşireler olduğu bulunmuştur (Uji ve ark., 2007). Benzer olarak hekimler de, tecavüz olgularında genellikle fi ziksel bulguları tespit ve tedavi ederler ama altında yatan mağduriyetin çoğunlukla farkına varmaz ya da tanımlamazlar. Hekimlerde tecavüz mitlerinin kabulü, cinsel saldırı mağdurunun sadece fiziksel bulgularına odaklanmaya ve mağduru detaylı muayene etme davranışını azaltmalarına neden olur. Uygulanan eğitim programı sonrasında, tıp doktorlarında mitlerin kabul oranının düştüğü ve tecavüz mağdurlarına detaylı muayenenin arttığı görülmüştür (Milone ve ark.,2010). Mağdurun ilk başvurduğu merci olması açısından önem taşıyan polisin de, tecavüz mitleri nedeniyle bazı vakaları fi ltrelediği görülmüştür. Örneğin, tecavüz mağduru kadın alkol ve madde bağımlısıysa polis gerekli kitleri kullanmaz ya da kullanımını çok uzun süre bekletir. Test sonucu mağdurun alkol-madde almadığı ortaya çıksa bile, ‘ideal mağdur kadın’ profi line uymadığı için gerekli işlemleri yerine getirmez (Randall, 2010). Mitleri yüksek düzeyde kabul eden avukatların ise, mağdur tecavüzcüsünü önceden tanıyorsa, alkol almışsa ve olay bir partide geçmişse mağduru daha fazla suçladıkları, sanığı ise daha az sorumlu buldukları tespit edilmiştir. Eğer fiziksel şiddet kullanılmışsa, mağduru daha az suçlamışlardır. Tecavüz mitlerinin kabulü açısından avukat adayları ile avukatlık mesleğini yapanlar arasında bir fark bulunmaması ise, tecavüze karşı tutumların tek başına yasal eğitimle değiştirilemeyeceğini gösteren bir bulgu olarak kabul edilebilir (Krahe ve ark., 2008).
Uzman Bilirkişi Tanıklığının Katkısı. Tecavüz mitlerini değiştirmeye yardımcı olacak bir diğer katkı, özellikle tecavüz davalarında uzman bilirkişinin tanıklığıdır. Uzman bilirkişi, tecavüzün bildirilmeyen suçlardan biri olduğuna, yabancılardan ziyade tanıdıklar tarafından işlendiğine, bir tutku değil şiddet suçu olduğuna, birçok kadının daha fazla şiddete maruz kalmamak için saldırganına boyun eğdiğine, cinsel saldırı sırasında ve sonrasında davranış örüntülerinin neler olabileceğine dair tanıklık ederek, tecavüze ilişkin yaygın yanlışinançların etkisizleştirilmesini sağlar (Gray, 2006). Uzman bilirkişi tanıklığının, mahkemenin başlangıcı yerine sonunda gerçekleştiğinde mahkeme sonucunu daha fazla etkilediği; mahkemenin, mağdurun sözünü daha güvenilir ve mağdurun cinsel ilişkiye rıza göstermiş olmasını daha az mümkün bulduğu, sanığın ise genelde suçlu bulunduğu ve daha ağır cezalara çarptırıldığı görülmüştür (Tetreault, 1989). Başka bir deyişle, tecavüz davalarında uzman bilirkişinin, tecavüz mağdurlarını ve tecavüzcüleri içeren yaygın yanlış inançlar hakkında mahkemeyi bilgilendirmesi, mağdura yönelik olumsuz tarafgirliğin bertaraf edilmesini sağlamaktadır.
Ruh Sağlığı Çalışanlarının Katkısı. Ruh sağlığı çalışanları, tecavüzcüleri sadece psikopatoloji (normal dışı davranışlar) bağlamında değerlendirdiklerinde, kültürel mitleri bilinçsizce desteklerler (Akçan ve ark., 2006; Scully, 1994). Tecavüz edenler, çocukluklarında kendileri de şiddet ve istismara uğramış, kişilik bozuklukları olan veya ruh sağlığı normal olmayan insanlardır. Böyle değilse bile, anneleri, çocukla bağımlı bir ilişki modeli kurarak ya da çocuğu ruhsal olarak reddederek, bir tecavüzcünün yetişmesine yol açmış olabilir. Suçlu olan kişi bu kez ‘kadın mağdur’ olmasa da, tecavüzcünün ‘kadın’ olan annesi yani yine bir ‘kadın’ suçlu bulunur (Scully, 1994). Oysa bu durumun çok sınırlı bir açıklama sağladığı, cinsel şiddet uygulayanların yalnızca % 5 gibi küçük bir grubunda psikopatoloji saptandığı bilinmektedir. Alt sosyoekonomik tabakadan işsiz, eğitimsiz, madde kullanan, psikiyatrik hastalığı olanların cinsel şiddet uyguladığına dair yanlış kanının aksine; eğitimli, iş sahibi, ekonomik gücü olan, alkol ve uyuşturucu kullanmayan, herhangi bir psikiyatrik hastalığı olmayanların da şiddet uyguladığı yapılan çalışmalarla ortaya konmuştur (Akçan ve ark., 2006).
Bilimin, toplum üzerindeki otoritesi düşünülürse, ruh sağlığı çalışanlarının ve adli bilimcilerin tecavüze bakış açılarını değiştirmeleri önem taşır. Örneğin ‘mağdurun suça yol açması kavramını’ getiren mağdurbilim (viktimoloji), cinsel suçlar için ‘her beş olaydan birinde suça neden olan mağdurdur, suçların % 20’sine yakınında kadının ihmali vardır’ diyerek (Sokullu, 2008), tecavüze uğramış kadını, kısmen kendi baştan çıkarıcılığının veya dikkatsizliğinin sorumlusu olarak resmetmiştir. Tecavüz mitleriyle ilgili çalışmalar dahil, tecavüzle ilgili tüm çalışmaları sadece kadınlar üzerine yoğunlaştırmak, cinsel şiddetin ipuçlarının kadınlarda olduğunu varsaymaktır. Oysa tecavüz bir kadın sorunu değil bir erkek sorunudur ve tecavüze neden olanın psikopatoloji ya da hastalık olduğunu varsayan psikiyatrik modelin tersine, feminist-sosyo kültürel model, kadına tecavüzü, cinsiyetler arası kabul edilmiş güç dengesizliğinin bir sonucu sayar (Erdem, 2009; Scully, 1994). Tecavüz davalarında mağdurun normalden farklı tepkilerini mahkemeye tanımlayacak ruh sağlığı uzmanının bulunması, mağdurun güvenirliğinin sorgulanmasıyla, ikincil mağduriyeti engeller. Mahkeme, tecavüz mağdurundan acısını çoğunlukla toplum tarafından kabul edilmiş kalıpyargısal yollarla göstermesini bekler. Örneğin, mağdur titremeli, ağlamalı ve üzüntüsünü dışa vurmalıdır. Çok rahat ve soğukkanlı mağdur, ideal ya da gerçek mağdur değildir (Randall, 2010). Bu konudaki katkı, hem örselenmenin farklı kişilerde farklı tepkilere yol açabileceğine dair mahkemeyi bilgilendiren hem de Travma Sonrası Stres Bozukluğu’nu (TSSB) yeniden tanımlayan ruh sağlığı çalışanlarından gelecektir. Tecavüz sonrasında mağdurun yaşadığı ruhsal sıkıntıları, çok geniş bir başlık altında TSSB olarak tanımlamak yerine, travmanın tecavüz ile özelleşmiş bir türü olan ‘Tecavüz Travması Sendromu” kavramının öncelikle pratiğe sonra da literatüre kazandırılması, tecavüz mağdurunun maruz kaldığı travmanın tam anlamıyla tanınmasına yardımcı olacaktır (Tetreault, 1989).
Bir diğer katkı, sanığın ceza alma derecesine etki eden ‘mağdurun suçtaki sorumluluğu’ kavramına gelecektir. Hukuk, mağduru haklı bulmak ve sanığı sorumlu tutmak için, tecavüz esnasında mağdurdan karşı koyması için asgari bir kelime ya da itiraz mimiği bekler. Karşı koymanın olmayışı, sessizlik veya pasiflik “örtülü rıza” ile eşdeğer sayılır. Karşı koymanın kanıtları, özellikle fiziksel bir karşı koyma ise mağdurun güvenirliğini artırır. Travma bilgisinin eksikliğinden dolayı, ‘dövülmüş kadın sendromu’ ya da ‘tecavüze uğramış kadın sendromu’ hakkında bilgisi olmayanlar, mağdurun güvenirliğine gölge düşürürler. Oysa mağdur, kendi güvenliğini sağlamak, daha fazla fiziksel ve cinsel şiddetten kaçmak, hatta hayatını korumak için direnmeyebilir ve çok karmaşık olan insan psikolojisi gereği kendini koruma ve savunma mekanizmasının bir sonucu olarak karşı koymayarak çözülme (dissociation) tepkisi verebilir. Bu durum, özellikle çocukluğunda cinsel istismara uğramış kadın ve erkeklerde sıklıkla görülür (Randall, 2010). Bu noktada ruh sağlığı çalışanlarının katkısı, tecavüz davalarında travma tepkilerinin farklılığının tanınması suretiyle mağdurun korunmasına yardımcı olacaktır.
Önleme ve öneriler
Medyada, cinsiyet rollerine ilişkin beklentiler cinsiyetçilik ve ayrımcılıkla ve kadınlara yönelik cinsel saldırılar arasındaki bağı ortaya koyan, şiddetin olumlu olarak algılanmaması için neden olduğu sonuçları ortaya koyan programların yapılması. Ergenlerde cinsel taciz öyküsünün önünü yol yakınken kesmek gerekir. Bu amaçla okullarda ve kamu iletişim araçları ile yaygın eğitim yapılmalı. Cinsel istismarın bir cinsellik değil saldırganlık olduğu bilgisi yaygınlaştırılmalı, okullarda, çatışma, problem çözme ve öfke yönetimi yeteneklerini geliştirmeye yönelik programlar düzenlenmesi. Geleneksel cinsiyet rollerine ilişkin beklentileri ortadan kaldıracak eğitim programları düzenlenmesi. Din adamları tarafından kadına yönelik şiddet ve özellikle aile içi şiddetin ahlak dışı olduğuna ilişkin vaazlar verilmesi. Sağlık görevlileri, sosyal hizmet çalışanları, polis ve yargıçlara yönelik disiplinler arası eğitim programları düzenlenmesi. Tüm ülkede geçerli, 24 saat açık, ücretsiz telefon hattını kurulması. Bağımsız kadın sığınma evleri ve benzeri sivil toplum yapılanmaları için devletin destek olması. Cinsel şiddet yaşayan kadınların desteklenmesi. Sağlık, sosyal ve yargı uzmanlarının katkısı ile risk değerlendirmesini de içeren bir tarama formu veya protokolü geliştirilerek uygulanması. Mağdurları desteklemek bir kamu görevidir. Bu amaçla kaynak ayrılmalıdır.
Bir toplumda görülen cinsel şiddetin tohumları, kadını ikincileştirip değersizleştirmeyi birer sosyal norm haline getiren önyargılı, kalıplaşmış ve yanlış inançları içeren tecavüz mitleri ile atılır (Burt, 1980). Tecavüz mitleri, bu bakımdan kadına karşı düşmanlığın, cinsiyetçiliğin, kişilerarası şiddetin kabulünün ve cinsel muhafazakarlığın bileşenlerini içeren tutum ve davranışların bir sonucudur (Gerger ve ark., 2007; Krahe ve ark., 2008; Larsen ve Long, 1988; Lonsway ve Fitzgerald, 1995).
Klinik Psikolog Tuğçe Turanlar
Randevu için iletişime geçebilirsiniz.
Devamı
Dogville – Şiddet ve Psikososyal Dinamiği
Dogville: Grace yumuşacık elleriyle Dogville kasabası sakinlerine bir hediye olarak doğar. Kalbinde iyilik tohumları ve gerçekleri görmeyi reddeden inatçılığıyla tüm kasaba halkının çamurunun altında ezilir. Tom Grace’i gangsterlerden kaçarken kendi kasabasında bulur ve ona tüm iyi niyetiyle yardım etmek istediğini söyler ve Tom’a göre kasabada yaşayan diğer insanlar da seve seve yardım edecektir. Çünkü orası Dogville kasabasıdır. İnsanları iyi niyetlidir. Grace’in saflığı ve inatçılığı, kötülüğün damla damla çoğalıp herkesi boğmasına sebep olur. Sözde iyilik kasabası Dogville ise üzerindeki şeffaflığı karanlık arzulara teslim eder ve hep birlikte şiddettin şiddeti doğuracağı gerçeğini gözler önüne sererler.
Dünyanın herhangi bir yerinde Dogville kasabasında yaşananları görebiliriz. Şiddetin ortaya çıkışını araştırmak için zamanda dolaşmaya gerek olduğunu düşünmüyorum. Bazen basit bir kıskançlık yüzünden bile ortaya çıkabilir. İnsani duygular şiddeti kendi içinde saklı tutabilir. Dogville sakinleri sanki içlerindeki şeytanı serbest bırakırken, beklenen gün gelmiş gibi davranıyorlardı. Kötülüğe engel olmadan, onu yok sayarak sessizliğin içinde daha da büyümesini sağladılar.
İnsanlar, Grace ’in yardıma ihtiyacı olduğunu anlayınca, onu sömürmek için daha da derine indiler. Başka bir insandan üstün olduğu hissine kapılan kasabalılar sahip oldukları düzeni değiştirdiler. Mesela bu kasabada sessiz ve sakin bir yaşam vardı. Kadınların, erkeklerin ve çocukların belli görevleri vardı. Kimse herhangi bir iş için bir başkasına ihtiyaç duymuyordu. Ancak Grace kasabaya geldiği zaman, güzel, çaresiz, iyiliksever ve yardıma muhtaçtı. İnsanlar ona yardım etmekten ziyade onunla ne yapacaklarını düşündü. Tom’un dediği gibi buna iş olarak bakarsak, onlara bir şeyler vermek lazım. Böylece yaptıkları sözde iyiliğin karşılığını alabileceklerdi. Önce Grace’e iş verdiler ve yanında da küçük bir miktar maaş. Sonra çalışma saatlerini arttırıp maaşını kestiler ve altından kalkamayacağı kadar büyük bir iş yüküne maruz bıraktılar. Grace’in kalbi, eziyetin, tecavüzün, tacizin ve iftiranın acımasızlığıyla daha da çok yoruldu. İsyan etmek yerine her yapılana boyun eğen Grace, kasabalıların elinde oyuncağa dönüştü.
Tüm bu olanlardan sonra Tom’un kararıyla Grace’in kasabadan kaçması herkes için daha iyi olacaktı. Ancak bu kaçış Grace’in Tom’un gerçek yüzünü görmesini sağladı ve sayesinde Tom’un babasının parasını çalmakla suçlandı. Kaçış sırasında ise Ben’in tecavüzüne uğradı. Kasabalılar bu durumdan rahatsız olup Grace’in boynuna ağırlığı olan bir tasma bağladı. Zavallı kadın, Tom’un onu Gangsterlere ihbar etmesiyle bu cani insanların arasından kurtuldu. Gangsterlerin liderinin Grace’in babası olduğu sırrını öğrenen kasabalılar kendi sonlarına doğru yürüdüklerini anladılar. Bu sırada ise Grace ve babası kibirlilik üzerine kısa bir süre sohbet ettiler. Kasabalıların aslında düşündüğü kadar iyi olmadıkları ve ona iyi davranmadıkları gerçeğini artık inkâr etmeyen Grace Dogville’de kimseyi sağ bırakmadı. Sadece, kasabaya ilk geldiği zaman kemiğini çaldığı köpeği canlı bıraktı.
Yardıma muhtaç bir kadının çaresizliğini suistimal eden Dogville kasabası sakinlerini biraz yakından tanımaya çalışalım.
Tom, kasabanın filozof ruhlu gencidir. Kelimeleri aklında kurgularken kasabanın içinde dolaşır ya da Old Lady’s Bench’te düşüncülere dalar. Kendince bir yazar olan Tom düşünmeyi, düşünceleri yazmayı ertelemek için de kullanır. Ahlak konusundaki vaazları, yazmaya olan ilgisi, Dogville halkını yönetmeye çalışma biçimi, kendini kasabada tek bilen olarak görmek, Tom’un dünyasını özetlemek için yeterli olabilir.
Dogville’de aydınlığın yerini karanlık almaya başladığı zaman, Tom olanları izlemiştir. Grace eziyete uğradığında ya da her gece tecavüze uğradığında, yardım etmek yerine, Dogville’de dolaşmaya çıkmıştır. Bir şeyler yapmak yerine yine düşünceleri seçerek bir şeylere müdahale etmeyi ertelemiştir. Kendini hiçbir kararın sonucunda suçlu görmemiştir. Grace’i gangsterlere ihbar ettiği ve onlara teslim ettiği zaman o da gerçek benliğini göstermiştir. Güçlü tarafın yanında olarak Grace’i kötülemiştir. Grace’in kaldığı yeri gösterirken gangsterlere hürmet göstermektedir. Tom kendince bir suçluyu yakalamıştır ve şimdi onu teslim ediyordur. Gerçekleri öğrendiği an kendi ölümünü engellemek için, büyük bir ikiyüzlülükle savaşmıştır.
Grace ve kasaba halkı arasında yönlendirici görevini üstlenirken adeta bir satranç tahtasındadır ve iki tarafta da oyuncu olarak yer almaktadır. Sözler, düşünceler ve verdiği kararların acı dolu sonuçları vardır. Bunlara doğrudan müdahale etmektense dolaşmayı ve düşünmeyi seçmektedir. Ne Grace’e olan aşkı ne de onu kurtarma arzusu kötülüğün ortaya çıkmasını engelleyememiştir. Hatta Grace’in her gece tecavüze uğradığını gördüğü halde engellemek yerine gördüklerini savunma olarak kullanmayı tercih etmiştir. “ Bütün kasaba sana sahip olmuşken biz neden birlikte olamıyoruz” diyen Tom, bir kez daha reddedildikten ve verdiği bütün kararlar başarısızlıkla sonuçlandıktan sonra Grace artık onun hayallerinde olmayacaktır. İşte burada sorulabilecek en güzel soru “Grace bir kadın değil de erkek olsaydı?” yaşananlar ne derece değişebilirdi. Tom ilk başta kasabaya gelen bu yabancıya erkek olduğu için yardım eder miydi? Kasabanın arzularına bakılırsa, kasabaya saklanan güçlü bir erkek olsaydı onların zaaflarını yönlendirmekte başarılı olabilirdi. Çünkü karakterler güçlü değil, çaresiz ve açgözlü.
Tom taraflar arasında sözcü olarak kalmayı tercih etti. Grace’i sürekli yönlendirip kasaba halkının tepkilerini ölçtü. Ardından gelecek hamleleri ona göre belirledi. Piyon Grace, tüm acıları çekerken, Tom hamleleri kurguluyordu. Bunun adı aşk ve sevdiğini özgürlüğe kavuşturmaksa Tom Grace’e gerçekten âşıktı.
Diğer insanlar adına konuşup bir sahtekâr gibi davranan Tom, aslında düşüncelerini tamamlayamamış içlerinde kaybolmuş bir adamdır. Belki de başına geleni hak etmiştir. Kim bilebilir ki?
Grace şiddetin hem kurbanı hem celladı olan, yardıma muhtaç, güzel, kadın ve açlıktan bir köpeğin kemini çalmış bir insandır. Tom için Dogville’in ne kadar iyi bir yer olduğunu gösterebileceği bir fırsattır. Artık ahlak konusundaki derslerini uygulamalı da gösterebilecektir. Bu yüzden Grace bir hediyedir.
Dogville dikenlerini gören Grace, Tom’un rehberliğinde kasabadan kaçar ve Ben sayesinde yakalanır. Bu olaydan sonra her şey daha da kötü olur. Grace’in boynuna ağırlığa bağlı bir tasma takılır. Tasmayı Tom’un pek zeki sayılmayan arkadaşı Bill icat etmiştir. Tasma takılırken Doktor Edison, Grace’e tasmayı ceza olarak düşünmemesi gerektiğini söyler. Bu da diğer yapılan eziyetlerdeki gibi kibar ve sakince gerçekleşir. Grace sesini çıkarmaz ancak gözleri artık acısındaki şiddeti saklayamaz. Boynundaki tasmanın ağırlığıyla kulübesine gider ve artık esirdir. Kimseden gizlenmeyen tecavüzlerle birlikte Grace saflığını kaybeder. Geç de olsa Dogville’den intikamını alır ve tabii ki de bu yaşanılanları telafi etmeyecektir.
Grace kasabalılara kendini sevdirmek için çabaladığı zamanlarda, Dogville’in en güzel manzaralı evinin sahibi Mckay ile kısa süreli sohbetler gerçekleştirirdi. Bu sohbetlerden birinde, gözleri görmeyen Mckay’e ışığı seven bir adamın neden perdeleri açmadığını soruyordu. Amaç kör olduğunu inkâr eden bir adama gerçeği itiraf ettirmek. Grace bu şekilde hem Mckay’de hem diğer kasabalılarda farklı türlerde izler bırakıyordu. Belki de bir şeyleri değiştirmek hoşuna gidiyordu.
Grace, babasının da dediği gibi yeri geldiğinde merhametli olmak yerine sürekli herkesi her şey için bağışlıyordu. İyilik ve kötülük kavramlarının ayrımını keskin bir şekilde yapmak yerine sanki bütün davranışların değeri aynıymış gibi tepki veriyordu. Yalnızca aynı şeylerin başkasının da başına gelebileceği düşüncesi Grace’i gerçeklerle yüzleştirir. “Buradan geçen biri zaaflarını açığa çıkarabilir.” O halde Dogville yok olmalıdır. Bütün başına gelenlerin birikmiş tepkisi bir anda ortaya çıkar. Grace inancını yitirmiştir ve öcünü almak ister. Şiddete şiddetle karşılık vermeyi tercih eder ve sonu zalimce gerçekleştirir. Bu da bir çeşit öç alıcı bir şiddettir.
Dogville’de yaşayan iki aileden biri Chuck ve Vera kendi içlerindeki mutsuzlukla yaşamlarını sürdürürler. Vera eğitime inanan, çocuklarına önem veren, eşine sadık ve her an her şeye ağlayabilecek bir karaktere sahiptir. Bu özellikler içindeki şiddeti saklamak için yeterli değildir. Vera’nın çocuklarından Jason, Grace’i kendisine vurması için tehdit eder. Oysaki Jason sadece kelimeleri yanlış yazmıştır ve Grace de onu uyarmıştır. Bu rağmen Jason inatla ceza ister. Grace eğer ona vurmayı kabul etmezse annesine gidip onu dövdüğünü söyleyecektir. Yani biraz daha uzaktan bakacak olursak, Grace’in şiddeti Jason’ın tehdidiyle başlar. Vera ve Chuck bu çocuğu yetiştirmiştir ve aile içinde nasıl bir şiddet olabileceğine dair ipuçları taşımaktadır. Jason ile başlayan şiddet Chuck’ın tecavüzü ve Vera’nın suçlayıcı tavırlarıyla son bulur.
Chuck’ın tecavüzünden sonra Jason, Grace’in kendisine vurduğunu annesine söyleyecektir. Koruma içgüdüsü ve Grace’e olan ön yargısı hesap sordurtacaktır. Grace bunu çocuğun istediğini ve Bill’in kız kardeşi Liz, Jason’ın bunu hep yaptığını söylese de Vera için bir şey değişmeyecektir. Grace suçludur ve bir daha çocukların yanına yaklaşamayacaktır.
Diğer bir hesap sorma ise Martha’nın Grace ve Chuck’ı birlikte görmesi yüzünden olacaktır. Vera’ya göre Grace onun kocasını ayartmıştır ve ders alması gerekmektedir. Çünkü Vera eğitime inanır. Martha ve Liz Grace’i tutar ve Vera da Grace için kasabanın dostluğu simgeleyen yedi bibloyu tek tek kırmaya başlar. Grace eğer ilk iki biblo kırılırken gözyaşlarını tutabilirse diğerleri kırılmayacaktır. Ancak Grace kendine hâkim olamaz duygularına yenik düşer ve ağlamaya başlar. Burada Vera belki de gerçeğin farkındadır. Chuck’ın Grace’e zorla sahip olduğunu biliyordur. Gerçekleri çarpıtarak acısını dindirmeye çalışıyordur. Sonuçta Grace bu kasabaya sonradan dâhil olmuştur. Ailesi suçlu da olsa daha önemlidir. Şiddetin içinde bir düzenleri vardır. Bu düzen Grace tarafından tehdit altındadır. Kadınlık gururunu da göz önünde bulunduracak olursak Vera bunları tüm karmaşıklığıyla gerçekleştirmektedir. Chuck’ın Grace’e tecavüz ettiğini öğrendikten sonra da bakış açısını değiştirmeyecektir. Gerçekler değiştirilir ve yeniden yaratılır. Bu yaratılış sürecindeki tüm çatlaklar Grace’in üzerine dökülecektir.
Chuck, diğer Henson erkeklerine göre şiddet gösterme konusunda daha çok ön plandadır. Grace, Chuck’a geçmişini hatırlattığı için nefreti ve cezalandırılmayı hak eder. Büyük bir şehirden bu kayıp kasabaya gelmiştir. Belki de Chuck ile aynı hatayı yapmaktadır. Buranın ne kadar berbat bir yer olduğunu hem ona hem kendisine kanıtlaması için bir fırsattır. Grace Chuck’ın tüm bu tecavüz işkencelerine boyun eğer. Onu kimseye şikâyet etmez ya da gerçeği kimseye söylemek için çabalamaz. Belki de herkes Chuck’a inanacaktır ve Grace yine düzen bozan kötü kadın olacaktır.
Chuck, kanun adamlarının kasabaya gelip Grace’i aradıkları zaman evinde gördüğü Grace’i hemen fırsata çevirmiştir. Sesini çıkarırsan gangsterlere yem olursun. Gözyaşların, isteksizliğin sorun değil. Sen zaten buraya gelerek cezayı hak ettin. Bu olaydan önce de Grace Chuck’a samimiyetiyle ilgili küçük tepkilerde bulunmuştu. Chuck’ın sinirlenmesiyle Grace geri adım atıp özür dilemişti. Grace bunu herkes için yapıyordu. Onlara sürekli ne kadar iyi, mükemmel insanlar olduklarını söylemek zorundaymış gibi davranıyordu. Belki de onu ancak bu şekilde sevebileceklerini düşünüyordu. Ancak bir atasözümüz vardır “Sen eşek olduktan sonra semer vuranın çok olur “ diye. Yani Grace’in itaatkârlığı, sessizliği tüm zulümlere olan tepkisizliği diğer insanların onu istediği gibi sömürmesine sebep olmuştur.
Ben, Martha ve McKay kasabanın yalnız yaşayan insanları. Her birinin dışarı yansıyan bir sessizliği var. Ben, kamyonuyla meyve sebze taşıyan bir adam. Kasaba dışına sadece o çıkıyor gibi görünüyor. Tom’un da yönlendirmesiyle kasabadan kaçmak isteyen Grace, Ben’den kaçmak için yardım istiyor. Bu muhtaç kadının onun için her şeyi yapacağını düşünen Ben öncelikle 10 doları peşin alır. Sonrasın da ise parayı yetersiz bulur ve iş iştir diyerek Grace’e tecavüz eder. “Bunu kişisel algılama, Grace” der. Geneleve vereceği parayı Grace’e olan tecavüzü telafi etmiştir.
Kasabaya geri döndüklerinde Ben söyleneni yapmış gibi görülmektedir. Pek suçluluk duygusu da hissetmez. Belki de bu tarz işler daha önceden yaptıklarından farksız değildir. Ben de diğerleri gibi Grace’in ne hissettiğini pek düşünmez.
Ben, Grace’e ihanet etmeden önce kasabada içkici, günahkâr ve genelevlere giden bir adam olarak tanınır. Kendi fikirlerinin olup olmadığı bile belli değildir. Düşünmeye ihtiyaç duymaz gibidir. Belki de Dogville’de bir şeyler saklamayan, göründüğü gibi olan tek adamdır. Ancak Grace’in masumiyetinin Dogville üzerindeki yarattığı etki, Ben’i pek de kötü göstermez. Grace daha kötüdür. Ahlak kuralları konusunda sürekli ahkâm kesen Tom ve diğerleri Grace’e Ben’in yaptıklarından farklı şeyler yapmamıştır.
McKay, körlüğünü gizlemeye çalışan bir adamdır. Dogville’in her yerini çok iyi bilir ve onları tasvir etmekten hoşlanır. Belki de insanları kör olmadığına böyle inandırmaya çalışıyordur. Ancak Dogville her şeyin farkındadır.
McKay ile Grace sohbet ederken, McKay ellerini Grace’in dizlerinin üzerinde gezdirir. Grace bundan rahatsız olarak Tom’a anlatır. Tom ise bunun yanlışlıkla olduğunu söyler tıpkı Ginger’ın Grace’i patikadan geçtiği için azarladığındaki gibi. McKay’in kör olması, Grace’e yapılan kötülüklerdeki yerini almasını engellememiştir. Grace yalnız yaşayan kör bir adama yardım ettiğinde bile tacize uğramaktadır. Dogville, Grace’in mutlu olabilecek bir sığınak bulmasını engellemekten hiç vazgeçmeyecektir. Her el, bakış ona doğru yönlendirilmiş bir silah olmaktadır.
Kasabanın gözcüsü Martha’nın görevi çanı çalmaktır. Aynı zamanda org çalar. Pedalları eskimesin diye onları kullanmaz. Sadece çalıyormuş gibi yapar. Dakik olma konusunda kusursuzdur. Çanı hep zamanında çalar. Kendisini önemli hissetmesini sağlayan tek şey, çan ile arasındaki bağ olabilir. Grace’in kasabada kalması için oylama yapıldığı sırada çanın başka bir şey için kullanılması onu oldukça rahatsız etmişti. Belki de kasaba içindeki yeri değişecekti. Burada da Grace’in kasaba düzeninin değişmesine olan ilk etkisini görebiliyoruz.
Kasabanın Grace gelmeden önce kalplerinde ne çeşit bir kötülük barındırdıklarını anlamak zordur. Buradaki insanlar kötülüğü öğrendiler mi yoksa doğuştan içlerinde mi vardı bilmiyoruz. Bildiğimiz tek şey ellerine sömürülecek bir şey geçince onu tüketmekten zevk almalarıdır. En küçüğünden en büyüğüne, en sağlıklısından engelli olanına kadar hepsinin Grace’e eziyet etmek için bir sebebi vardı. Peki, Grace’in içindeki iyilik için ne söyleyebiliriz. Grace’in kasabada saklanma sebebi babası gibi gangster olmak istememesiydi. Elindeki gücü insanlara kötülük yapmak için kullanmak istemiyordu. Ta ki beklenen o son ana kadar. Dogville’in içindeki lanet Grace’e de ulaştı. Şiddete şiddetle karşılık verdi. Babasının ona verdiği gücü kabul etti ve onu Dogville’i yok etmek için kullandı. Sadece ona kötülük yapmayan ve Dogville insanlarıyla ilişkisi bulunmayan köpek Moses yaşama şansını buldu.
Dogville’de iyilik kelimesinin karşılığını bulmak oldukça zordu. Merhamet etmeleri gereken yerde alacakları karşılığı düşünüyorlardı. Tom gerçeği anladığı anda Grace’e “insan olmak konusunda çok şey anladık” der. Aslında Tom her şeyin farkındaydı. Kötü olan ve engellenmesi gereken şeyler her yeri sarmıştı. Tom’un ahlakı bile kendi içinde ahlaksızdı. Çıkarlarına uymayan her şey için ahlak kavramı da değişiyordu.
Dogville neredeyse şiddetin her türünü içeriyordu. Vera psikolojik şiddet kavramını Grace’in biblolarını kırarak ona yaşatmıştı. Elma bahçesinin bereketi için tecavüz eden Chuck cinsel şiddetine kalıp da bulmuştu. Ortada kirlenmiş bir Âdem ve Havva teması vardı. Köle gibi çalıştırıp maaş almasına da son veren kasabalılar ekonomik ve fiziksel şiddet kavramını da atlamak istememişler gibi. Yumuşacık elleriyle kasabaya merhaba diyen Grace, elleri sertleşmiş boynunda ağırlıklı bir tasma ile kalakalmıştı. Grace kelimesinin karşılığı olan zarafet kavramı, beden bulmuş haliyle şiddeti üzerine çekme işini, belki de daha çok kolaylaştırmıştı.
“Şiddet dikenlerindeki pudraları döker ve daha da büyür”
Klinik Psikolog Tuğçe Turanlar
“Dogville – Şiddet ve Psikososyal Dinamiği”
Devamı
Sınav Kaygısı ve Başa Çıkma Yöntemleri
Sınav Kaygısı: Sınav öncesinde öğrenilen bilgilerin sınav sırasında etkili bir biçimde kullanılmasına engel olan ve başarının düşmesine yol açan yoğun duygu durumudur.
- Yaklaşan sınavlar hakkında aşırı endişe
- Değerlendirilme korkusu
- Birçok öğrenci tarafından yaşanılabilir
- Gizemli ya da anlaması zor değildi
- Doğru öneriler ve planlar ile yönetilebilir
Sınav Kaygısı Belirtileri
Fiziksel Belirtiler; baş ağrısı, mide bulantısı, ishal, vücut sıcaklığında aşırı değişiklikler, nefes darlığı, kalp çarpıntısı, aşırı terleme, karın ağrısı.
Duygusal belirtiler; aşırı korku duygusu, hayal kırıklığı, öfke, depresyon, kontrolsüz ağlama veya gülme, çaresizlik hissi.
Davranışsal belirtiler; yerinde duramama, kaçınma, sınavı yarım bırakma, ders çalışmayı erteleme, aşırı çalışma, yetersiz beslenme, aşırı ya da çok az uyuma, tırnak yeme. ¢
Bilişsel belirtiler; odaklanma güçlüğü, olumsuz düşünceler, unutkanlık, çeşitli düşünceler arasında gidip gelme, kararsızlık, sınav bittikten sonra doğru cevapları hatırlama.
SINAV KAYGISININ SEBEPLERİ NELER OLABİLİR?
Yaşam şekli;
- Yetersiz dinlenme
- Kötü beslenme
- Birden fazla uyarıcıya maruz kalma
- Etkisiz egzersiz
- Zamanı etkin kullanamama
- Yanlış ders çalışma alışkanlıkları
Bilgi ihtiyacı;
- Sınav olma stratejileri,
- Akademik bilgi
- Öğretmenin beklentileri
- Sınav günü ve sınav yeri
Uyarıcı kullanımı;
Aşırı kafein tüketimi
Ders çalışma alışkanlıkları;
- Bütün kitabı ezberlemeye çalışma
- Sınavlardan önceki tüm gece ders çalışma
- Aşırı çalışma
- Anlamadan okuma
- Not almama
- Tekrar yapmama Ø
- Ders çalışmama
Psikolojik faktörler;
- Olumsuz düşünce ve kendini eleştirme
- Sınav ve sonuçları hakkında gerçekçi olmayan düşünceler
- Mantıksız inanışlar ( sınavı geçemezsem ailem beni eve almayacak)
- Mantıksız istekler (100 alamazsam ben bir hiçim)
- Ne yaparsam yapayım başaramayacağım.
Aile baskısı;
- Ailenin yüksek beklenti içinde olması.
DÜŞÜNMEYİ DÜŞÜNMEK
- Sınav kaygısı için gerçekçi düşünmek;
- Bir durumu bir sonuca varmadan önce tüm yönleriyle düşünmek.
- Düşüncelerimizin hislerimiz üzerinde büyük bir etkisi vardır. Ne zaman bir şeyin kötü sonuçlanacağını düşünsek ( sınavda başarısız olmak gibi ) kaygılı hissederiz.
- Örneğin; Kendinizi matematik sınavında hayal edin. Başarısız olacağınızı düşünürseniz korku ve endişe hissedersiniz. Ancak sınavı geçeceğinizi düşünürseniz sakin kalırsınız.
KAYGIYA SEBEP OLAN DÜŞÜNCELERİNİ TANIMLA
Kaygılanmaya başladığın an kendine sor;
- Şu an ne düşünüyorum?
- Kaygıyı hissetmeme sebep olan ne?
- Endişelendiğim zaman ne olacak ?
- Olmasını beklediğim kötü şey nedir ?
KAYGINIZA MEYDAN OKUYUN
Herhangi bir şey hakkında düşünmek onun doğru olduğu ya da gerçekleşeceği anlamına gelmez.
Örneğin; Sınavda başarısız olacağını düşünmek, gerçekten başarısız olacağın anlamına gelmez. Düşüncelerimiz sadece tahmindir, gerçekle ilgisi yoktur.
“Kaygıyı hissetmemizin sebebi düşünce tuzakları olabilir.“
DÜŞÜNCE TUZAKLARI VE SINAV KAYGISI
Geleceği tahmin etmek;
- Yaşadığımız gerçeklikte geleceği tahmin edemeyiz çünkü sihirli bir küreye sahip değiliz.
- “ Asla başaramayacağımı biliyorum.” “ Matematik sınavını asla geçemeyeceğim.”
Siyah ve beyaz düşünme;
Bir şey yalnızca siyah ya da beyaz, kötü ya da iyi değildir. Her zaman ortası da vardır.
Örneğin; sadece bir sınavı kaçırmak, o dersteki tüm sınavları kaçıracağın anlamına gelmez. Sıradaki sınavlarda daha dikkatli olmak sorunu çözecektir.
“ İyi bir not alamazsam, tamamen başarısız olacağım.”
Akıl okuma ;
- “Diğer insanlar benim başarısız olacağımı düşünüyor.”
- Kimse akıl okuyamaz ve diğerlerinin hakkımızda ne düşündüğünü bilemeyiz.
- “ Herkes aptal olduğumu düşünüyor.”
- “ Öğretmen beni sevmiyor.”
Aşırı genelleme;
“ Her zaman” ve “Asla”
Bazen hata yaparız ama bu her zaman hata yapacağımız anlamına gelmez. “ Asla bu sınavı geçemeyeceğim.” “ Derslerimde her zaman başarısız olurum.”
Etiketleme;
Kendimizi tanımlamak için kullandığımız negatif kelimeler.
Kendimizi bir kelime ile özetleyemeyecek kadar karmaşığız !
- “ Ben bir zavallıyım.” “ Ben bir aptalım.”
Filtreleme;
- Dikkatimizi sadece kötü şeylere vererek, iyileri göz ardı ederiz.
- Örneğin bir sınavda 32 soruyu doğru yaptığın halde boş bıraktığın 3 soru yüzünden kötü not alacağına inanırsın.
Sonu kötü bitecek düşüncesi;
- En kötü durumu hayal edip onunla başa çıkamayacağını düşünmek.
- Ancak genellikle kötü bir durumla karşılaşmayız, öyle bile olsa durumun üstesinden gelebiliriz.
- “Aptal gibi görüneceğim. Diğer çocuklar bana gülecek ve ben de utancımdan öleceğim.”
SINAV KAYGISI İLE BAŞA ÇIKMA YÖNTEMLERİ
“Negatif düşüncelere meydan oku!“
Örneğin; Yarın çok önemli bir fizik sınavın var. Sınavla ilgili yoğun kaygılar yaşıyorsun. Başarısız olacağını düşünüyorsun.
Kendine şu soruları sor;
Düşünce tuzaklarına mı düşüyorum?
Evet, geleceği tahmin etmeye çalışıyorum. Sınava girmeden kötü biteceğini düşünüyorum. Ancak hala başarısız olacağımı düşünüyorum.
Gerçekler yerine hislerimle mi düşünüyorum?
Başarısız olacağımı düşünüyor olabilirim ancak bunu destekleyecek bir kanıtım yok. Bu sınav için hazırlandım. Daha önceki sınavlarımda da başarılı olmuştum.
- Başarısız olacağıma 100% emin miyim?
- Hayır, ama ya olursam ?
En kötü ne olabilir? En kötüsü olursa bununla nasıl başa çıkabilirim?
En kötüsü, sınavda başarısız olurum. Hayal kırıklığına uğrarım. Ancak bu dünyanın sonu değil. Nerde yanlış yaptığımı öğretmenime sorarım ve notumu yükseltmek için doğru şekilde çalışırım.
GERÇEKÇİ DÜŞÜNMEK VE SINAV KAYGISI
- Matematik sınavı yarın
- Kaygı veya endişe; matematikte iyi değilim. Başarısız olacağım. Asla bu sınavı geçemeyeceğim.
- Gerçekçi düşünceler; yarın elimden gelenin en iyisini yapacağım. Geleceği göremem, bu yüzden başarısız olacağımdan da emin değilim. Son sınavı geçmiştim. Ödevlerimi her zaman yaparım. İyi bir not almasam bile, sınavı geçebilirim.
SINAV KAYGISININ ÜSTESİNDEN GELMEK İÇİN YAPMAN VE YAPMAMAN GEREKENLER
YAP!
- Kendine bunun sadece bir sınav olduğunu hatırlat.
- Kendini sınavdan sonra yemek, sinema ya da diğer sevdiğin şeylerle ödüllendir..
Sınavdan önceki son saat kendini rahatlat
Kendine elinden geleni yapacağını ve bunun yeterli olduğunu söyle.
YAPMA!
Kendin ve sınav hakkında olumsuz düşüncelere kapılma.
Sınava aşırı çalışma. Yaşadığın strese değmez.
- Sınavdan önceki gece geç saatlere kadar çalışma. Uyumaya ihtiyacın var.
- Sınav günü seni strese sokan öğrencilerle vakit geçirme.
- Sınava az süre kala rahatla ve hoşuna gidebilecek şeyler oku. (örn; mizah dergisi)
SINAV KAYGISINI AZALTMAK İÇİN NELER YAPMALIYIZ
Sınavdan önceki haftalarda;
- Çalışma alışkanlıkları; sınavlara son dakika çalışmak yerine dönem boyunca çalışmayı dene
- Etkili not almayı öğren
- Ders çalışırken ara vermeyi unutma
- Zaman yönetiminin nasıl yapılacağını öğren ve bununla ilgili pratik yap
- İyi beslen ve düzenli egzersiz yap
- Sosyal aktivitelerin, egzersizlerin ve ders çalışma saatlerinle ilgili dengeli bir program yap
- Uykunu iyi al
- Gerçekçi hedefler koy
Sınav günü;
- Sağlıklı yemekler ye. Tıka basa doyma.
- Kafeini fazla tüketme. Çünkü kafein yan etkilere sebep olabilir. Örneğin; kalp atışını hızlandırma , karın ağrısı, kaygıyı arttırma, baş ağrısı.
- Sınav yerine erken git
- Sınavdan önceki son saat rahatlamaya çalış.
- Son dakika çalışması aklını karıştırabilir.
- Sınavın başlamasını beklerlerken kaygın artarsa, sınav sonrası yapacağın eğlenceli şeyleri düşün.
- Sınav süresince; İlk olarak yönergeyi oku, tüm sınavı gözden geçir, tekrar yönergeyi oku. Sınavı, bildiklerini göstermek için bir fırsat olarak düşün.
- Zamanı etkili bir şekilde kullan. Önce kolay sorulardan başla. Böylece kendine olan güvenin artar ve kaygın azalır.
- Sınav temponu ayarla. Geride mi kalıyorsun yoksa hızlı mı gidiyorsun kontrol et.
- Sınavı bitiremeyeceğini düşünüyorsan, doğru cevapladığın sorulara odaklan.
- Zamanın varsa cevaplarını gözden geçir ve tekrar kontrol et.
Kaygın sınav performansını etkilemeye başlarsa;
- Kalemi masaya koy ve rahatla. Yavaşça nefes al. Gözlerini birkaç dakika kapalı tut. Ellerini masaya koy ve omuzlarını hareket ettir. Kafanı yavaşça sağa ve sola çevir. Kendine pozitif ve cesaretlendirici şeyler söyle. Kendini mutlu olabileceğin bir yerde hayal et.
Sınavdan sonra;
- Deneyiminden bir şeyler öğren
- Sınav kaygını neyin azalttığını ya da yükselttiğini not al. Böylece kaygını azaltmak için yeni bir plan yapabilirsin.
- Kendine iyi davran ve kendini ödüllendir.
AİLELER
- Gerçekçi olmalı ve çocukları diğer öğrencilerle karşılaştırmamalıdır.
- Sınav hakkında konuşurken kelimeleri dikkatli seçmelidir.
- Çocuklara güven ve sorumluluk vermelidir.
- Empati kurmak önemlidir.
- Sınavı hayat meselesi haline getirmemelidir.
- Çocuklar koşulsuz sevilmelidir.
Klinik Psikolog Tuğçe TURANLAR
Randevu için iletişime geçebilirsiniz.
Devamı
Göç ve göçün psikolojik etkileri
Göç
Göç, birçok nedenden ötürü insanların kendi yaşam yerlerinden kopup kendilerine yeni yerleşim yeri bulmalarıdır. Göçün belli, başlı sebepleri: savaş, dini sebepler, ekonomik sebepler, siyasal sebepler, ailevi sebeplerdir. Göçün sebeplerine bakıldığında itici nedenler, çekici nedenler ve iletici nedenler olmak üzere üç çeşit neden sayılmaktadır. İtici nedenler, içinde bulundukları durumun kendi hayat yaşantıları açısından uygun olmadığını düşündükleri yaşam şeklidir. Çekici nedenler ise şehir hayatının teknolojik rahatlıkları, hayat refahı, yaşam standartlarının yüksekliği vb. birçok şeydir. İletici nedenler ulaşım ağının gelişmesi, kitle iletişim araçlarıyla dış dünyanın insanların bilgisine sunulması ve bu sayede insanların farkındalığının artması olayıdır (Ceylan, 2012). Sayılan bu nedenlerin dışında birde terör nedeniyle yaşanan zorunlu göç gerçeği vardır.
Uzaklık ölçütüne göre tanımlanan iki türlü göç vardır: İç göç ve dış göç. Mültecilik ülkeler arasında farklı tanımlanmakla birlikte, uluslararası anlaşmalarda zorunlu iç göçmenlikle ilgili herhangi bir maddeye rastlanmamaktadır. Oysa dünya genelinde 25 milyondan fazla insanın bu tür bir göçe maruz kaldığı ve sayılarının gittikçe artarak mültecileri aştığı belirtilmektedir. Gerek zorunlu iç göçmenler gerekse mülteciler benzer nedenlerle göçe zorlanmalarına karşın, mülteciler daha fazla uluslararası destek görmektedir. Oysa var olan tanımlamalarda iki grubu ayıran tek önemli vurgu uluslararası sınırların geçilmesidir (Ceylan,2012).
Göç Türleri
Göçler “gönüllü göçler” ve “zorunlu göçler” olarak ikiye ayrılır. Gönüllü göç, insanların kendi istekleri ve beklentileri doğrultusunda, bir kentten diğerine ya da bölgeye olan yer değiştirmelerdir (Özkalp, 1990). Gönüllü göçün özelliği bireyin isteğine bağlı olmasıdır; fakat bu isteği yaratan, genellikle göç edilen yerdeki ekonomik ve sosyal koşulların zorlamasıdır. Zorunlu göç ise, bireylerin özgün yaşam alanından zorunlu ve elinde olmayan nedenlerle kopmak durumunda bırakılmasıdır (Gürel, 2001).
Göç ve psikolojik etkileri
Genellikle birinci kuşak göçmenler değerlerini korurlarken bunların çocukları olan ikinci kuşak göçmenler, yüksek taklit yetenekleri sayesinde kent şivesini, kentli giyim tarzını çabuk öğrenirler; fakat kentli yaşıtları ile daha çok benzeşebilecekleri başka ortak yönler bulamazlar. Bir yandan, aileleri tarafından kendi kültürlerinden uzaklaşmakla suçlanırlarken öte yandan da toplum tarafından kent yaşamına uyum sağlamaları beklenmektedir. İkinci kuşak göçmen için bu kargaşa ortamından kaçmanın en kolay yolu uyuşturucu maddelere ve alkole sığınmaktır. Göç alan yerleşim yerlerinde yapılan çalışmalara göre uyuşturucu madde ve alkol kullanımı açısından bir sıralama yapılırsa; ikinci kuşak göçmenlerin birinci (en çok kullanan), yerli halkın ikinci ve birinci kuşak göçmenlerin üçüncü sırada olduğunu göstermiştir (Balcıoğlu ve diğerleri, 2001).
Göç eden bireylerin içinde bulunduğu “kayıp” duygusu psikolojik olarak olumsuz yönde etkilenmelerine sebep olacaktır. Aile bağları ve arkadaşlık ilişkilerindeki kopma, kültürel ve gündelik yaşam biçimindeki değişimler gibi birçok neden kayıp duygusuna etki edecektir. Göç eden bireyler kendi kültürel değerlerini de yanlarında taşıyacaklardır. Ancak diğer kültür ile uyum sağlanamazsa birey kendisini yalnız hissedecek ve diğerleri tarafından ötekileştirilecektir. Bunun psikolojik sonuçları doğrultusunda, saldırganlık, içe kapanıklık, duyarsızlık gibi davranış bozuklukları ortaya çıkma ihtimali doğacaktır.
Meksikalı göçmen işçiler ile yapılan çalışmada, yeni kültüre uyum sağlayamayan göçmenlerde anksiyete ve stres düzeylerinin yüksek olduğu ve bunun sonucunda yüksek düzeyde depresyon görülmüştür. Aynı çalışmada göçmenlerin yaşadıkları anksiyete ile ilişkili değişkenlerin, düşük benlik saygısı, etkisiz sosyal destek, göçmenlerin normal yaşam tarzına katılmalarındaki engeller, düşük eğitim düzeyi ve yüksek düzeyde kültüre uyum sağlayamama kaynaklı stres olduğu bildirilmektedir (Tuzcu ve Bademli, 2014). Strese verilen yanıt ve hastalıklarda göçmenlerin sosyal kaynakları belirleyici olabilir ve karşılaşılan zorluk derecesi de etkiler. Özellikle ruhsal sağlık üzerindeki etkili olan uyum sürecinde sosyal ağ, cinsiyet, yaş, dil becerileri, eğitim düzeyi, dini inançları, göç nedenleri ve gidilen yerdeki karşılanma biçimi etkili olmaktadır. Sosyal ağ özellikle, göçmenlerin sağlık davranışlarında ve ruhsal sağlıklarında çok önemlidir.
Amerika’da yapılan tanımlayıcı bir çalışmada Bosna ve Kübalı göçmenlerin karşılaştıkları güçlükler ile baş etmede, etkisiz baş etme yöntemi olarak sigara içmeyi kullandıkları ve sigara içme oranlarının yüksek olduğu, erkeklerin kadınlara göre daha fazla sigara içtikleri ve daha fazla alkol tükettikleri belirtilmektedir (Kruseman ve ark. 2003). Ülkemizde yapılan bir çalışmada özellikle zorunlu göçün ruh sağlığını olumsuz yönde etkilediği ve kadın göçmenlerin erkek göçmenlere göre daha fazla duygusal zorlanma yaşadığı ifade edilmektedir (Sır ve ark. 1998). Göç olgusu bireyler açısından stresi arttıran bir olgu olmakla birlikte göçe maruz kalan her birey aynı aşamaları deneyimlemeyebilir. Bu durumda göç eden bireylerin stresle baş etme durumlarının değerlendirilmesi ve etkili baş etme yöntemlerinin geliştirilmesi gerekmektedir. Ruh sağlığı açısından bütün göçmenlerin riskli grupta oldukları söylenemez. Yapılan bir çalışmada göçmenler arasında ruhsal durumların farklılık gösterdiği, psikososyal bakım alma konusunda ülkenin sağlık politikalarının etkili olduğu ve göçmenlerin psikososyal bakım arama davranışlarının önemli olduğu belirtilmektedir. Aynı çalışmada göçmenlerin ruh sağlıkları ile ilgili çalışmaların yetersiz olduğu ve göçmenlerin ruh sağlıklarına ilişkin çalışmaların arttırılmasına gereksinim olduğu vurgulanmaktadır( Linderth ve ark. 2008).
Göç ve Çocuk
Göç olgusunun çocuklar ve gençler üzerindeki etkisi incelendiğinde gelişimlerinde ciddi sorunlar yarattığı görülmektedir. Çocuğun ergenlik sorunlarına, yeni yerleşilen yere uyum sağlama çabası eklenmiştir. Köydeki sosyal destek ağlarından yoksun, hayatta kalma mücadelesinin verildiği, değişik ortam ve yeni kültüre uyum sorunlarının yaşandığı durumlarda genç, ön yargı ve dışlanma ile karşılaşmaktadır. Evdeki değerler sistemi ile sokaktaki hayat çatışmaktadır. Bunun sonucunda davranış bozuklukları, şiddet eğilimi, depresyon, okul başarısızlığı gibi bozukluklar kendini gösterebilmektedir. Göç olgusu, dünyaya karşı güvensiz, sürekli tehdit duygusu ile yaşayan, çevresine yabancılaşan ve sonucunda düşmanca duygular beslemeye başlayan çocuk ve gençlerin yetişmesine yol açıyor. Yoksulluğun da etkilediği bu itilmiş ve sindirilmiş gençlik, önümüzdeki yıllarda kentlerde önemli problemler oluşturabilirler. Mesela günümüzde bir ara medyada çok tartışılan gasp, kapkaç gibi olaylar, göçün sonucu oluşan uyum ve ekonomik yetersizliklerden kaynaklandığı tahmin edilmektedir. Özellikle bir grup vasıfsız aile reisleri, kırsal kesimdeki alışkanlıklarını şehirde de sürdürerek, aile geçimini, çocuklarını sokaklarda satıcılık yaptırarak sağlamaktadırlar. Satıcılık yapan bu çocukların çoğu zorunlu eğitim çağındadır. Sokaktaki çocuklar, eğitimden uzaklaşarak her türlü tacize, kaçırılma, öldürülme, yaralanma, suça zorlanma, fiziksel ve psikolojik gelişim bozukluklarına, madde bağımlılığına ve şiddete açık hâle geliyor. Öyle anlaşılıyor ki, çocukların eğitim problemlerinin çözümü, büyük ölçüde ailelerin sosyal, uyum ve ekonomik problemlerinin çözümüne bağlıdır. Çünkü kırsal aile düzeninde çocuğun rolü ve çocuktan beklentiler, şehirde yaşayan aile yapısına göre farklılık göstermektedir. Kırsalda, ekonomik değeri olan işlerde çalışmaya alışmış olan çocuklar, göç ettikleri yeni çevrede de aynı amaçlı, fakat değişik işlerde çalışmak durumunda kalmışlardır. Kırsal kesimde genellikle okul ve eğitim, ikinci plandadır. Göç ettikleri yerlerde, eğitimle ilgili bir gelenek oluşmamışsa, çocuklar bunun önemini kavramakta güçlük çekmektedirler. Ayrıca uyumsuzluk, yoksulluk, yoksunluk ve başarısızlıklar da çocukları eğitimden uzaklaştırmaktadır (Yıldırım, 2011).
Sonuç
İç göçlerin, bahsedilen olumsuz etkilerini en aza indirgemek konusunda alınacak bazı önlemler etkili olabilir. Göç veren yerleşim yerlerinde nüfus hareketlerini azaltmak ve daha durgun bir nüfus yapısına ulaşmak hedeflenmelidir. Göç alan yerleşim yerlerinde ise, devletin tüm kurumları ve sivil toplum kuruluşları, göçle gelen vatandaşların kente uyum sağlaması için işbirliği yapmalıdır. Göçle gelen vatandaşların barınma, eğitim, ruh sağlığı da dâhil olmak üzere sağlık imkânlarına bir an önce kavuşmaları; altyapı hizmetlerinden yararlanabilmeleri ve kalıcı bir iş bulabilmeleri, suça bulaşmamaları açısından önemlidir. Yine göçmen çocuk ve gençlerin, boş zamanlarını spor, hobi vb. faaliyetlerle geçirmeye yönlendirilmesi, madde bağımlılığı ve suç işleme oranlarını düşürecektir. Göç alan yerleşim yerlerinde görev yapan kolluk personeli, neredeyse tüm araştırmalarda ortaya çıkan; “göç alan yerlerde mala karşı suçlar artar” gerçeğini bilmeli ve önleyici kolluk faaliyetlerinin planlanmasında bu hususu dikkate almalıdır.
Klinik Psikolog Tuğçe Turanlar
REFERANSLAR
Aker, T., Ayata, B., Özeren, M., Buran, B., Bay, A. (2002). Zorunlu iç göç: ruhsal ve toplumsal sonuçları. Anadolu Psikiyatri Dergisi,3,97-103.
Aktürk, A. İ., Yakuboğlu, A., Çelik, D. ve Oral, G. (2013). Kayseri örneği üzerinden kentleşme ve şiddet ilişkisi: İleriye dönük bir projeksiyon, Sosyoloji Dergisi, 3(27), 25-40.
Ay, Y. (2013). İç Göçlerin Emniyet ve Asayişe Etkisi. Güvenlik Bilimleri Dergisi, 2(1), 35-56.
Balcıoğlu, İ., Doksat, K. ve Tan, O. (2001). “Madde Bağımlılığı Göç ve Suç.” Yeni Symposium 39 (4), 185-191.
Ceylan, Y. (2012). Zorunlu Göç ve Suç İlişkisi (Muş İli Örneği). Akademik Bakış Dergisi, 32.
Erkan, R. ve Erdoğdu, M. (2006). Göç ve Çocuk Suçluluğu. Aile ve Toplum Dergisi, 3(9).
Gürel, S. (2001). “Türkiye’de Göç ve Bütünleşme Sorunsalı”, 21. Yüzyılın Karşısında Kent ve İnsan. Bağlam Yayınları, İstanbul.
Kruseman, M., Stoll B. E. ve Stalder, H. (2003). Interactive group education for refugees from the Former Yugoslavia to reduce their oil consumption. Patient Educ Counss, 49,171-176.
Lindert, J., Schouler-Ocak, M., Heinz, A. ve Priebe, S. (2008). Mental health, health care utilisation of migrants in Europe. Eur Psychiatry, 23,14–20.
Özen, Ş., Antar, S., Özbulut, Ö., Altındağ A, Oto R. (2001). İç göç yaşayan bir grup lise öğrencisinde ruhsal belirti şiddetinin cinsiyet ile ilişkisi. Çocuk ve Ergen Ruh Sağlığı Dergisi, 8(3), 156-162.
Özkalp, E. (1990). Sosyolojiye Giriş, Anadolu Üniversitesi Yayınları, Eskişehir.
Tuzcu, A. ve Bademli, K. (2014). Göçün Psikososyal Boyutu. Psikiyatride Güncel Yaklaşımlar, 6(1), 56-66.
Devamı
Çocukluk Çağı Travmalarının Olumsuz Etkileri
Çocukluk Çağı Travmalarının Olumsuz Etkileri
Çocukluk çağı travmaları kişilerin ruhsal ve fiziksel sağlığını olumsuz etkilemekte ve dünyanın güvenilmez, adaletsiz, anlamı olmayan bir yer olarak görmelerine neden olmaktadır.
Çocuklar, ergenler, engelliler ve yaşlılar travmatik yaşam olayları karşısında daha hassas grupta yer alırlar.
“ABD Ulusal Sıklık Çalışmasına (National Incidence Study-4) göre;
2005-2006 yıllarında her 58 çocuktan biri istismar veya ihmale uğramıştır (%44’ü istismara %56’sı ihmale maruz kalmıştır.) Kayıtlı olan toplam olgu sayısının 2.905.800 olarak belirtildiği raporda 2.400 çocuğun bu yüzden öldüğü varsayılmaktadır.
SHÇEK ve UNICEF’in işbirliğiyle gerçekleştirilen bir çalışmada; çocukların %25’inin ihmale, %3’ünin cinsel istismara, %45’inin ise fiziksel istismara uğradığı bulunmuştur.
Ayrıca, 7-18 yaş grubundaki her iki çocuktan birinin duygusal istismar kurbanı olduğu bulunmuştur.
Farklı ülkelerde yapılan çalışmaların bulgularına bakılınca tüm dünyada çocuğa yönelik kötü muamelenin yaygın olduğunu görülmektedir.
Travmanın olumsuz etkileri kişilerin sağlığını etkilediği gibi toplumlara da zarar verebilmektedir.
Travmalar sağlıklı kişilik yapısı ve psikopatolojinin gelişimi üzerinde önemli bir etkiye sahiptir.
Çocukluk Çağı Travmalarının Bireylerin Ruh Sağlığı Üzerindeki Olumsuz Etkileri
Travma sonrası stres bozukluğu (TSSB), Depresyon belirtileri,
Okul ile ilgili olan veya olmayan sosyal sorunlar yaşama,
Evden kaçma ve çocuk suçları işleme,
Kaygı, korku, cinsel rahatsızlıkların oluşması
İntihara eğilim,
Obsesif kompulsif bozukluk belirtileri
Panik bozukluğu belirtileri
Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) tarafından yapılan derleme çalışmasında çocukluk çağı istismarlarının bireylerin ruhsal ve fizyolojik sağlığı açısından ciddi etkilerinin olduğu ortaya konulmuştur.
Kaynaklar
Güloğlu, B., Karaırmak, Ö., & Emiral, E. (2016). Çocukluk çağı travmalarının tinsellik ve affetme üzerindeki rolü. Anadolu Psikiyatri Dergisi, 17(4), 309-316.
ABD Ulusal Görülme Sıklığı Çalışması (Natio-nal Incidence Study-4), 2010. http://www.acf.hhs.gov/sites/default/files/opre/nis4_report_congress_full_pdf_jan2010.pdf.
UNICEF Türkiye Çocuk İstismarı ve Aile İçi Şiddet Araştırması, 2010. http://www.unicef.org.tr/files/bilgimerkezi/doc/cocuk-istismari-raporu-tr.pdf.
Klinik Psikolog Tuğçe Turanlar
“Çocukluk Çağı Travmalarının Bireyler Üzerindeki Olumsuz Etkileri”
Devamı
Depresyon ve Yaratıcılık Arasında Bir Bağlantı Var mı
Depresyon ile Yaratıcılık arasındaki bağlantı sadece bir mit olabilir mi?
Yaratıcılık ve psikopatoloji arasındaki ilişki antik dönemden beri sorgulanmaktadır.
Aristoteles: “Neden Felsefe, Şiir veya sanatta öne çıkan tüm insanlar melankolik?”
Peki depresyonun yaratıcılığa ya da yaratıcılığın depresyona neden olduğuna dair gerçek bir kanıt var mı?
Yaratıcı insanlar doğuştan mı depresif?
“Depresyondan müzdarip olan herkes yaratıcı değildir.”
Yaratıcı olarak başarılı olan pek çok insan depresyonda değildir, ancak odalarında uyuyan çocukların yanına süt ve kurabiye bırakıp içeriye gaz girmeyeceğinden emin olduktan sonra mutafa giden ve uyku ilaçlarını içip kafasını fırının içine sokarak intihar eden Sylvia Plath ile aynı ilgiyi görmeleri pek mümkün değildir.
“Yaratıcı insanlar depresyona daha yatkın olabilir.”
“Yaratıcılık canlılığın, yaşam enerjisinin, kişinin var oluşundaki parçaların bütünleşmesinin bir ifadesidir.” (Winnicott)
“Delilik, özgür bir kafanın yiğitçe çıkışları, yüce ve görülmedik bir erdemin ortaya attıklarıyla çok yakın kapı komşusudur” (M. de Montaigne).
Depresyona neden olan şeyin yaratıcılığın kendisi olmadığını gösteren araştırmalar var. Ancak depresyona neden olan belirtilerin yaratıcılığa da neden olabilme ihtimali var.
Yaratıcı olmak; yeni ve ilginç çözümler bulmak için çok düşünmemiz gerekiyor. Zihnimizdeki her şeyin üzerinden tekrar tekrar gitmek ‘ruminasyon‘ olarak adlandırılır. Ve ruminasyon, olumsuz düşüncelerimizi içerdiğinde veya acımasız bir özeleştiri yaptığımızda depresyona yol açabiliyor.
Yani bir düşünür olmak, kişinin yaratıcılığa daha yatkın olduğu anlamına gelen şey, aynı zamanda kişiyi depresyona daha yatkın hale getiren şey olabilir.
Depresyon yaratıcılığa sebep olur mu?
İyi bir sanat yaratmak için depresif olmak gerekli midir?
Ve araştırmacı Kay Jamison, depresyonun ardından gelen bu enerji patlamasının depresyonun kendisi değil, yaratıcı çıktılara neden olabileceğini buldu. Evet, depresyon ve yaratıcılık birbirine bağlı ama biri diğerine neden olmuyor.
Depresyondaysanız yaratıcılık size iyi gelir mi?
Kurt Vonnegut: “Yazarlar her gün akıl hastalıklarını tedavi ediyorlar”.
Yaratıcılık genellikle bir şeyler yapmayı içerir. Örgü örmek, müzik yapmak ve dijital tasarım yapmak gibi etkinlikler, dikkatimizi düşüncelerimizden uzaklaştırarak ruminasyonu durdurmaya yardımcı olabilir.
“Yaklaşık 700 üniversite öğrencisinin katıldığı bir araştırmada, öğrencilerin yaratıcı bir etkinlik uyguladıkları günlerde daha iyi bir ruh hali içerisinde oldukları bulundu.”
Depresyonunuza yardımcı olmak için yaratıcılığı nasıl kullanabilirsiniz?
Yaz. Birçok insan günlük yazmanın ruh halini stabil tuttuğunu düşünür. Eğer kendin hakkında yazmak hoşuna gitmiyorsa kendini bir karaktere dönüştürerek de yazabilirsin.
Kötü sanat yap. Yapabileceğiniz en kötü resmi veya çizimi yapma niyetiyle oturun (daha sonra kimsenin görmesine gerek yok) ve gerçekten bunun için kendinizi bırakın. Sadece bazı duyguların açığa çıkmasını sağlamazsınız. Aynı zamanda mükemmel hissetme ihtiyacınızı ortadan kaldırabilirsiniz. Bu da özgüveninizi artırmaya yardımcı olur.
Kimse izlemeden dans edin. Egzersizin ruh halinizi yükselttiği gösterilmiştir ve ayrıca bir anlık yaratıcılığa sahip olacaksınız. İnanmıyor musun? Perdeleri kapat, oturma odasında en az 15 dakika en sevdiğin şarkılarla dans et.
Yeni bir şey dene. Yaratıcılığın sanatçı olmak anlamına gelmesi gerekmez. Bir uygulama ile şarkı yapmak, örgü örmeyi öğrenmek veya tarifsiz yemek pişirmek olabilir.
Depresyon ve yaratıcılık arasındaki bağlantıdan ne öğrenebiliriz?
Aristoteles zamanında ve sonrasında, melankoli ya da şimdi depresyon dediğimiz şey kötü bir şey olarak görülmüyordu. Dehanın ve yaratıcılığın bir hediyesi ve harikalığın gerekli bir elementi olarak görülüyordu.
Yine de bugün, depresyon (“melankoli” den çok daha az romantik bir kelime), insanların “acı çektiği” bir “hastalık” olarak görülüyor. Ve son gelişmelere rağmen, depresyon yaşayanlara karşı hala etiketleme var.
Klinik Psikolog Tuğçe Turanlar
DevamıDissosiyasyon ve Çocukluk Çağı Travmaları
Dissosiyasyon Kavramı
Dissosiyasyon, zihinsel süreçlerin bilinçten ayrılması ve kendi içindeki bütünlüğü kaybetmesi sonucu kişinin duygu ve düşünceleriyle ilgili farkındalığın azalması olarak tanımlanmaktadır ( Bolu ve ark, 2014 ). Ağır stres durumlarda aşırı anksiyeteyi azaltarak ruhsal dengenin sürmesini sağlayan savunma mekanizmalarından biridir. Ancak ağır bir şekilde kullanıldığında ve sürekli hale geldiğinde semptomların ortaya çıkmasına neden olur. Bellek, kimlik ya da bilinç işlevlerinde bozulmalar meydana gelir. Kişi bilgi dışında da anı, duygular ve düşünce kalıpları gibi birçok zihinsel içeriğe ulaşmada sorun yaşar. Dissosiyatif bozukluklarda oluşan bu durum, merkezi sinir sistemini etkileyen organik bir bozukluk sebebiyle değil ruhsal kaynaklı bir durum olarak gerçekleşmektedir ( Şar, 2000 ).
Alter Kişilik Etkileri
Pasif etkileme
Kişi duygu, düşünce ve davranışlarına müdahale edildiğini hisseder. Bu müdahale iç dünyada varlıkları hissedilen ve yabancı olarak algılanan alter kişilikler tarafından gerçekleştirilir. Bu durum, alter kişiliklerin birbirlerini ya da ev sahibini yönetme eğilimlerinden kaynaklanır ( Akyüz, 1999; Akt: Şar, 2004)
Varsanılar
DKB hastalarının yaklaşık %80’i “iç sesler” duyar. Bu sesler çoğunlukla alter kişiliklerden gelmektedir. İç konuşmalar şeklinde ortaya çıkar. Görüşmeci ile diyalog kurarak onun sorularına içerden karşılık verirler. Alter kişilik bilincin kontrolünü ele geçirdiği zaman ise bu durum varsanı olmaktan çıkıp hastanın ağzından konuşmaya dönüşür ( Şar, 2004 ).
Çocuksu Davranış
Çocuk yaştaki alter kişiliklerden biri kontrolü ele aldığı zaman çocuksu davranışlar ortaya çıkar. Bu tip davranışların bazıları çevre tarafından sorun olarak algılanmayabilir. Bazıları ise zaman yöneliminin bozulması veya dışkısını ortalık yere yapma gibi, gündelik yaşamla uyuşmadığı için fark edilir ( Şar, 2004 ).
Ruhsal Travma ve Dissosiyasyon
Ruhsal travmanın etkileri erişkinlikte ve çocuklukta birbirinden farklıdır. Çocukta dissosiyasyona olan yatkınlık erişkinlikte olandan daha fazladır. Çocukluk çağında oluşan travmatik yaşantılar erişkinlik dönemindeki dissosiyatif bozuklukların asıl sebebini oluşturur ( Şar, 2000 )
Çocuklar psikolojik, cinsel ya da fiziksel saldırılara karşı kendilerini savunamayacak kadar güçsüzdürler. Çocuğu ağır bir şekilde etkileyen ruhsal travmalar, çocuğun yaşamını sürdürdüğü ortamda yakınları tarafından gerçekleştirilenlerdir. Fiziksel olarak kaçmak, direnmek veya yaşanılanları kabul etmek oldukça zordur. Bu durumda psikobiyolojik bir savunma mekanizması olan dissosiyasyon, yaşanılan travmanın fiziksel ve ruhsal etkilerini uzaklaştırma görevini üstlenir. Travmaya bağlı duygu, düşünce ve algılar bilinçten uzaklaştırılarak normal şartlarda erişilmeyecek bir konuma getirilir. Böylece dissosiyasyon fiziksel ve ruhsal acıya karşı direncin gerçekleştirilmesini sağlamış olur ( Zoroğlu ve ark, 2000).
Başlangıçta travmatik yaşantının üstesinden gelme amacıyla kullanılan dissosiyatif düzenek zamanla uyumsal olmayan patolojik bir sürece dönüşür ( Şar, 2000). Çocuklar sürekli olarak travmatize edildikleri zaman, bu savunma mekanizması aşırı ölçüde kullanılır. Bunun sonucunda da dissosiyatif bozukluklar meydana gelir ( Zoroğlu ve ark, 2000).
Cinsel istismar kurbanı olan çocuklarda, istismarın ilk döneminde amnezi ve uyurgezerlik ortaya çıkabilmektedir. Çocuğun gözlerini belli bir noktaya dikip uyaranlara cevap vermediği trans benzeri durumlar çocuklarda en sık görülen dissosiyasyon belirtisidir. Dissosiyasyon istismarın getirdiği ezici ve korkutucu duygulardan çocuğun kaçınmasına yardım eder ( Aktepe, 2009 ).
Kişinin algılarını, duygularını, anılarını ve zamanla tüm zihnini bölmelere ayıran dissosiyatif savunma, kişiyi travmatik yaşantının etkisinden uzaklaştırırken gerekli ruhsal çözüm işlemini ileride başka bir bakış açısı içinde yapılmak üzere erteler. Böylece fiziksel çaresizlik içinde de olsa denetimin kaybedildiği hissini önler. Ancak daha sonra dissosiyasyon ruhsal bakımdan çaresizlik yaratan bir mekanizmaya dönüşür. Çoklu kişilik bozukluğu olan hastaların %90’ı çocukluk çağında ihmal ya da istismar yaşantılarına dair bildirimler vermektedir. Bu bildirimlerin önemli bir kısmı da doğrulanabilmektedir ( Şar, 2000 ).
İstismarcıya Bağlanma
Çocuk, büyümek ve gelişimini tamamlamak için bağlanmak zorundadır. Bu bağlanmanın önemini oldukça fazladır. İstismarı yapan kişi çocuğun en yakını da olsa çocuk travmaya rağmen istismarcısına bağlanmaya devam eder. Bu bağlanma dissosiyasyon ile gerçekleşir. Diğer taraftan bağlanma sırasında çocuk istismarcıyı kendi içinde özdeşleştirerek, kendi içerisinde onun bir benzerini yaratır. Bu şekilde onu kendi kontrolü altında tutabileceğini düşünerek ruhsal bakımdan güçsüzlüğü engellemeye çalışır. Çocuk kontrol odağının yerini değiştirerek, dışarıdan kontrol edilmenin yönünü kendi içinden kontrol edebilmeye çevirmiştir. Ancak bu seferde kendi kontrolünü kaybetmiştir. Çünkü çocuk bölünmeye uğradığından kendi ruhsal yapısı içerisindeki yabancılar tarafından yönetilmeye başlamıştır ( Şar, 2000 ).
İstismarcı Alter Kişilik
Çoklu kişilik bozukluğu olan hastaların tedavisinde istismarcı ile özdeş olan alter kişiliklerin bütüne entegre edilmesiyle tedavi sonlandırılır. Diğer taraftan, istismarcı özellikteki alter kişilikler, hastanın da istismarcı davranışlarda bulunmasına sebep olabilir. Bu açıdan bakıldığında birçok istismarcının da dissosiyatif bozukluğa sahip olabileceği düşünülmelidir. Bu durum ise istismarın önlenmesini zorlaştırır, istismarcıyı kendi davranışları konusunda içgörüden yoksun hale dönüştürür. Örneğin babası tarafından çocukluğunda defalarca kemerle dövülmüş olan bir kadında erişkinlikte bu sefer kendi çocuklarını döven ve olayı hatırlamayan, saldırgan bir alter kişilik oluşabilmektedir. Bu durum dissosiyasyon ve istismarın kuşaktan kuşağa geçmesine ve içgörüsüzlüğe sebep olabilir. Ayrıca, kendi dissosiyatif yapıları nedeni ile çelişkili davranışlar ve tutumlar gösteren, çift mesaj veren bir anne ya da baba da çocuklarda dissosiyasyon oluşturabilir ( Şar, 2000 ).
Dissosiyatif Kimlik Bozukluğunun Adli Yönü
Bu konuya adli yönden iki şekilde bakılabilir. Bunlardan ilki suç işleyen kişilerde bulunan dissosiyatif kimlik bozukluğudur. Amerika kökenli yapılan çalışmalardan birinde seri cinayet işleyen katillerde DKB görülmesinin hiç de az olmadığı düşünülmektedir. Bu çalışma, vakalarda ağır çocukluk çağı travma yaşantılarının varlığını da kanıtlamaktadır. Bazı vakalarda içgörü kaybının ileri düzeylere ulaşabildiği de görülmektedir. Araya giren trans halleri de tehlikeli dönemler olabilir. Özellikle agresif alter kişiliklerin aniden kontrolü ele alarak eğilimlerine uygun saldırgan davranma olasılıkları da vardır. DKB hırsızlık gibi şiddet içermeyen suçlarda da kendini gösterebilir. İkinci yaklaşımda ise istismara maruz kalan kişilerde DKB ve benzeri dissosiyatif bozukluk bulunması durumudur. Özellikle çocukluk çağında istismara uğrayan kişi, olay sırasında ya da sonrasında dissosiyatif belirtiler gösterebileceği gibi, uzun dönem etkileri göz önünde bulundurmak gerekmektedir. Başka bir durumda ise, DKB olan kişinin ruhsal rahatsızlığından dolayı istismara daha açık olup kendini koruyamaması durumudur. Bu durum gerek çocuklukta gerekse erişkinlikte olabilir. Bu yüzden ceza hukuku açısından değerlendirilmesi gerekebilir. Genel olarak, DKB’nin bilinç ve davranış özgürlüğünü kısmi olarak etkileyebileceğini göz önünde bulundurmak gerekmektedir. Bazı durumlarda tam aksine kişi davranışlarında tamamen sorumlu olabilir ( Şar, 2004).
Klinik Psikolog Tuğçe TURANLAR
Devamı
Çocuklar için Ölüm ve Kaybı Anlama
Çocuklar için Ölüm Kavramı
Çocuğun ölümün anlamını kavraması; yaşına, gelişim düzeyine ve kişilik özelliklerine göre farklılaşmaktadır.
Çocuğa ölüm ile ilgili açıklama yapılacağı zaman; çocuğun ihtiyaç duyduğu kadar bilgiyi gelişim düzeyine uygun kelimelerle açık, anlaşılır, ve basit bir şekilde aktarmak önemlidir.
Ölümü; uyku, hastalık, uzağa gitmek, yaşlılık gibi kavramlarla özdeşleştirerek açıklamak doğru değildir.
Yetişkinin çocuğa yaklaşım biçimi çok önemlidir. Yetişkin; çocuğu yargılamadan dinlemeye açık ve çocuğun duygusunu ifade etmesine yardımcı olan bir yakınlık göstermelidir.
Çocuğa kayıptan önceki yaşantısının değişmeden devam edeceği ve güvende olacağı duygusu hissettirildiğinde çocuk yas süreci ile sağlıklı bir şekilde başa çıkabilecektir.
Yas Tepkileri;
- Uyku
- Yeme sorunları
- Kızgınlık, Öfke
- Suçluluk
- Endişe
Üzüntü ve yas süreci kaybedilen kişi ile olan ilişkinin derinliğine, kaybın yaşandığı ortama göre değişmektedir.
Yas Süreci;
- Şok (Bu gerçek değil)
- İnkar (Bu durumda bir yanlışlık var)
- Kızgınlık (Neden bir başkası değil)
- Suçluluk (Neden ona daha iyi davranmadım)
- Korku (Ya diğerlerine de bir şey olursa)
- Tükenmişlik, depresyon, konfüzyon ve pazarlık etme (“Bir mucize olsaydı”)
Çözümlenmiş Yas: Kişinin acı çekmeden kaybettiği kişiyi hatırlayabilmesidir.
Çocuklarla Ölüm Üzerine Konuşmak
Çocuklar aslında çevrelerinde ve tv programlarında ölümün ne olduğunu görürler. Kendi oyunlarına dahil de ederler. Ölüm doğal yaşamın bir gerçeği ve çocuklar biraz da olsa bunun farkındadırlar.
Çocuklar çok iyi gözlemcidirler. Yetişkinlerin doğru söyleyip söylemediklerini ve duygularını rahatlıkla anlayabilirler. Bu yüzden çocuklarla konuşurken cümlelerde şüphe duygusu bulunmamalıdır. Çocuk şüpheye düşer ve yetişkinin söylediklerine güvenmezse ölümü korku ve endişe verici bir durum olarak görebilir. Aynı şekilde çocuğa ihtiyacı olandan daha fazla bilgi verilir ve kavram kullanılırsa çocuğun aklı karışabilir.
Worden’a göre:
- Çocuk kendini hazır hissettiği zaman onunla iletişim kurulmalı
- Çocuğun iletişim kurma denemeleri engellenmemeli
- Dürüst açıklamalar yapılmalı
- Çocuğun söyledikleri dinlenmeli ve yansıttığı, aktardığı duyguları kabul edilmeli
- Küçük oldukları söylenerek konu ertelenmemeli
- Basit ve net cümleler kurularak soruları cevaplanmalı
Çocuk için önemli olan kayıp öncesi yaşamının devam edeceğini bilmesidir. Aşırı korumacı tepkiler doğal akışı olumsuz etkileyebilir. Yakın çevre ile ilişkiler, öncesinde olduğu gibi devam ederse çocuk kendini güvende hissedebilir.
Kayıp yaşayan ailelerin uyum süreci yaklaşık 18-24 ay arası değişebilmektedir.
Klinik Psikolog Tuğçe Turanlar
“Çocuklar için Ölüm ve Kaybı Anlama”
Devamı
Çocuk İstismarı ve Mağdur Çocukla Görüşme Teknikleri
ÇOCUK İSTİSMARI: Dünya Sağlık Örgütü’ne göre çocuk istismarı, çocuğun sağlığını, yaşamını ve gelişimini riske atacak şekilde bir yetişkin, toplum veya ülkesi tarafından bilerek ya da bilmeyerek yapılan davranışlar, haklarını ihlal eden her türlü eylem ve eylemsizliklerin tümüdür (WHO, 2006). Çocuğa karşı yapılan istismarın fiziksel istismar, cinsel istismar, duygusal istismar ve ihmal olmak üzere dört farklı boyutu vardır (WHO, 2006):
Fiziksel istismar: Çocuğun kaza dışı fiziksel olarak yaralanması şeklindedir. Fiziksel bulgular olması sebebi ile en kolay tespit edilen istismar türüdür.
Cinsel istismar: Çocuğun gelişimsel olarak hazır olmadığı, ne olduğunu kavrayamadığı, rıza gösterme ve onaylama kapasitesi olmadığı cinsel aktiviteye zorlanması durumudur.
Duygusal istismar: Çocuğun sevgi, ilgi ve bakımdan mahrum kalması ve bu yüzden psikolojik sorunlar yaşaması durumudur.
İhmal: Çocuğun ihtiyacı olan beslenme, sağlık, barınma, korunma gibi temel gereksinimlerinin kendisine bakmakla sorumlu olan kişiler tarafından karşılanmamasıdır.
İstismara uğrayan çocukların önemli bir bölümü, maruz kaldıkları istismar sonucunda korktukları ve kendilerini bu durum yüzünden suçlu hissettikleri için, yaşadıklarını gizleyerek bu olayı bildirmemektedir. Bu yüzden mağdur çocuklar almaları gereken tıbbi, hukuki, psikolojik ve sosyal yardımı alamamaktadır. Ayrıca, çocuğun değerlendirme sürecinde, bu alanda yeterliliği bulanmayan kolluk kuvvetleri ve adli merciler tarafından, yaşadıklarını tekrar tekrar anlatmasına mecbur bırakılması, çocuğun yaşadığı travmayı şiddetlendirerek ruh sağlığını daha da çok bozmaktadır (Yüksel ve ark, 2013).
ÇOCUK İSTİSMARI – MAĞDURLA GÖRÜŞMENİN ÖNEMİ
Çocukla yürütülen soruşturmalar yetişkinlerle yapılandan farklıdır. Özellikle cinsel istismar mağduru olan çocukların yaşadığı travma ve gelişim özellikleri açısından verdiği tepkiler onlardan bilgi almayı zorlaştırmaktadır. Ayrıca mental ve zihinsel bozukluğu olan çocuklara daha özel bir ilgi gereklidir (Aydın ve Sönmez, 2014; Akt: Gönültaş ve Akduman, 2016). Mağdurla görüşme yapan kişinin çocuğu tekrar travmatize etmeyecek şekilde bildirim alması önemlidir. Bu sebeple, bu tarz soruşturmalarda yer alan kişilerin bu konularla ilgili eğitimi ve tecrübesi bulunmak zorundadır.
Goodman- Brown ve ark. (2003) araştırmasında çocukların ilk görüşmelerde bilgi vermekten kaçındığı ortaya çıkmıştır. Bu çalışmada mağdur bildirimlerinin; istismarın çeşidi, mağdurun yaşının büyük olması, olumsuz sonuçlanma endişesi, aile içi istismar, başına gelenler yüzünden kendini suçlama duygusu faktörlerinden etkilendiği bulunmuştur. Yapılan bir diğer araştırmada, 202 mağdur bildirimi incelenmiş ve bu bildirimlerin; mağdurun cinsiyeti (erkek çocuklarının kız çocuklarına göre istismarı bildirme oranları daha az), istismarcının denetimi altında olma, penetrasyon içeren bir istismara maruz kalma ve istismarcının çocuğu tehdit etmesi gibi değişkenlerden etkilendiği bulunmuştur (Gönültaş, 2013; Akt: Gönültaş ve Akduman, 2016).
Adli görüşme sürecinde amaç, mağduru travmatize etmeden mağdurdan yaşanan olayla ilgili bildirim almaktır. Çocuğa sorulan soruların açık uçlu olması, çocuğun cevaplarının yönlendirilmemesi ve ayrıntılı bilgi alınması açısından oldukça önemlidir. Sorular çocuğun gelişim özellikleri göz önünde bulundurularak sorulmalıdır. Görüşmeyi gerçekleştiren uzman kişi yaşanılan bu adli süreci çocuğun anlayacağı bir şekilde ona açıklamalıdır.
ÇOCUK İSTİSMARI – MAĞDUR İLE GÖRÜŞME
Uzmanlar, çocuğu bir başkasına göndermek yerine, tıbbi incelemelerin biran önce bitirilmesini sağlayarak, çocuğun daha fazla zarar görmesini engellemekle sorumludur. Çocuğun istismarcısı ona bakmakla yükümlü olan aile üyelerinden biri ise çocuğun istismarcı ile ilişkisi kesilmeli gerekirse koruma altına alınmalıdır (Bulut, 2008). Uzmanın ilk görevi problemleri belirleyerek çocuğun neden bir danışmanla görüştüğünü anlamasını sağlamaktır. Bu sebeple, danışman yargılayıcı olmadan, samimi bir şekilde çocuğun yaşına uygun olarak açıklamalar yapmalıdır. Görüşme yapılan oda ise çocukların kendilerini rahat ve güvende hissedebileceği resmi olmayan bir yer olmalıdır. Bu çocuğun konuşmasını ve kendini ifade etmesini kolaylaştıracaktır (O’Brien 2001; Akt: Bulut, 2008).
Kendini ifade etme yeteneği gelişmemiş ve içinde bulunduğu durumdan korkan çocukların ebeveynleri yanlarında bulunabilir. Ebeveynler çocuğun korkmasını engelleyip çocuk hakkında bilgi alınmasına yardımcı olabilir. Ancak bu aşamadan sonra çocuk ile yalnız görüşülerek olayı bir de onun anlatmasını sağlamak gerekmektedir. Kendini ifade edebilen çocukların ailesi ise görüşmeye alınmamalı, gizli kameradan ya da ayna arkasından görüşmeyi izlemelidir. Böylece hem olaylardan haberdar olabilirler hem de çocuğa herhangi bir şekilde müdahale edemezler. Özellikle, ebeveynlerden birinin şüpheli olduğu durumlarda önemlidir ( Renvoize, 1993; Akt: Bulut, 2008). Çocuğun ve aile üyelerinin kimlik bilgileri gizli tutulmalı ve etiketlenmemeleri için önlemler alınmalıdır (Hughes ve Baker, 1990; Akt: Bulut, 2008).
İlk görüşmedeki diğer önemli nokta ise çocuğu başına gelenlerin onun suçu olmadığına dair ikna etmektir. Bu yüzden çocuğun korkularını ve endişelerini gidermek gerekir. Buradaki temel amaç, olumlu duyguları güçlendirmek ve olumsuz duyguları azaltmaktır (Black ve DeBlassie, 1993; Akt: Bulut, 2008). Bazen çocuklar rahat bir şekilde olayları anlatabilir. Böyle vakalarda uzmanlar şaşırma, korku veya onaylama davranışı göstermemelidir. Buna ek olarak, çocuk fiziksel olarak zarar görmüşse, üzülmesini ya da korkmasını engellemek amacıyla çocuğa dokunmaktan kaçınılmalıdır (Bulut, 2008).
Cinsel istismar mağduru olan çocukların ağır bir travma içinde olabileceğini unutmamak gerekir. Adli süreçte çocuktan bilgi alınırken, çocuğun gelişim özelliği ve içinde bulunduğu durum göz önünde bulundurulmalıdır. Çocuğun tekrarlı olarak travmatize edilmesini engellemek için görüşme olabildiğince kısa sürede ve tek seferde bir uzman tarafından yapılmalıdır. Görüşme sırasında yönlendirici sorular sorulmaktan kaçınılmalı, çok gerekmedikçe kapalı uçlu sorular sorulmamalıdır. Aile bireylerinin çocuğa herhangi bir müdahalede bulunamaması için önlemler alınmalı ve çocukla yalnız görüşülmelidir. En önemlisi ise çocuk içinde bulunduğu sürecin hukuki boyutu açısından bilgilendirilmelidir.
Çocuk istismarı davalarında bulunan görevlilerin bu konu hakkında eğitim alması, çocuğun geleceğini güvende tutmak açısından oldukça büyük bir önem taşımaktadır.
Klinik Psikolog Tuğçe Turanlar
“Çocuk İstismarı ve Mağdur Çocukla Görüşme Teknikleri”
KAYNAKLAR
Bulut, S. (2008). Erken Çocukluk Dönemi Cinsel İstismarının Psikodinamik Oyun Terapisiyle Teşhisi ve Tedavisi. Türk Psikolojik Danışma ve Rehberlik Dergisi,29,131-144.
Gönültaş, M. B., Akduman, İ. (2016). Çocuklara Yönelik Cinsel İstismar Soruşturmalarında Mağdur Bildirimlerinin Önemi. Akademik Sosyal Araştırmalar Dergisi,23,274-289.
Yüksel, F., Keser, N., Odabaş, E., Kars, G. B., Yurtkulu, F., Daşkafa, F., Arslan, F., Cayrat, E. (2013). Çocuk İstismarı ve Çocuk İzlem Merkezleri. Tıbbi Sosyal Hizmet Dergisi,2,18-22.
Devamı
Aşk içinde kalmanın bir yolu var mı
“Aşk, varoluşsal boyutta benlik sınırlarının terk edilmesidir.” Kernberg
Aşkın içinde kalmanın bir yolu var mı?
“Sevgi, insanın varoluş sorununa tek makul ve yeterli cevaptır.” Erich Fromm
Çoğumuzun aşina olduğu bir senaryodur bu: Bir arkadaşımız ya da akrabamız bize partnerinin olumsuz davranışları hakkında sürekli sitemde bulunur. Bu kişiye neden hala onunla birlikte olduğunu sorduğumuzda: “Çünkü onu seviyorum” der.
Ailemiz veya ilk bakıcılarımız bize karşı sevgi göstermekte sorun yaşamış ise kendimizi sevmekte güçlük çekebiliriz. Bu da ilişkilerimizde mücadeleye yol açar.
Erken çocukluk dönemimizdeki incinme veya reddedilme hissi, sevgiyi ifade etme ve sürdürme becerimize zarar verebilir. Bunların sonucunda kendimizi geri çekmeye ve sevginin yerine başka şeyler koymaya ya da yanlış yapmaya başlarız.
Güven duyma ve onaylanma ihtiyacı ile bize kötü davranan ya da reddeden insanları seçeriz.
Bilincinde olmadan bizimle aynı savunma biçimlerini kullanan insanlara gideriz. Böylece istediğimizi düşündüğümüz yakınlığa ulaşamayız ve bu ilişkiye tahammül etmekte de zorlanırız.
Aşk bazen savunmasız ya da korkutucu hissettirebilir. Çünkü kırılabileceğimizi düşünürüz.
Aşka bir şans vermekten korkabiliriz. Bu yüzden sevgi dolu duygularımızı karşımızdaki ile paylaşmadan kendimize saklarız.
Erken çocukluk döneminden itibaren sevgi ile beslenen bireyler, şefkat ve empati yeteneğine sahip sevgiyi içtenlikle kabul edip verebilirler.
“Aşk, bilişsel etkinliği devre dışı bırakan, geçici bağımlılık ve sevilen kişiye yönelik bedenin verdiği duyarlı tepkidir.” Tennov
Aşk neden biter?
Aşkın bitmesine sebep olan partnerler;
İki ayrı birey olmak yerine bütün olurlar.
Alan tanımak yerine birbirlerinin dünyalarını kontrol etmeye ve/veya sınırlandırmaya çalışırlar.
İlişkileri keyif vermeyen bir rutine dönüştürürler.
Birbirlerine saygı duymaktan vazgeçerler.
Aşık olmanın verdiği belirsizliği ve macera hissini daha bastırılmış bir güven duygusuyla değiştirirler.
Gerçek Aşk
Gerçek aşk, iki bireyin de diğeri tarafından beslenmesi sonucunda geliştiğinde var olur.
Her iki birey de gelişmiyorsa, bu gerçekten aşk mıdır?
İlgilendiğimizi düşündüğümüz kişiyi sürekli olarak görmezden geldiğimizde, keyfi olarak görüştüğümüzde, onunla bir şey paylaşmadığımızda, ondan kaçtığımızda veya onu aşağıladığımızda kendimize “sevgi dolu” diyebilir miyiz?
Fromm aşk için, “Bu bir duygu değil, pratiktir” der.
İlk kıvılcım, arzu ya da özlem öyle hissettirse de, bu duygular illa aşk olmak zorunda değildir.
Aşk, davranışları içerir. Bu bir beceridir.
İçimizdeki aşkı, partnerimize eylemlerimizle göstermeliyiz.
Gerçek aşk uyum, duyarlılık ve cömertlikten gelir.
Diğer kişiyi ve onu mutlu eden her şeyi desteklemekten gelir.
Her gün başka birine nezaketle, anlayışla, şefkatle ve saygıyla davranmayı seçtiğimizde, sevme becerimizi geliştiririz.
Sevgi dolu olmayı öğrenip aşkta daha iyi bir insan olabiliriz.
Araştırmalar, gerçek aşkın bir ömür boyu sürebileceğini gösteriyor. Ancak bu büyük ölçüde bize ve ilişkilerimizde nasıl davrandığımıza bağlı.
“Hiçbir şey bilmeyen, hiçbir şeyi sevemez. Hiçbir şey yapamayan hiçbir şeyden anlamaz. Hiçbir şeyden anlamayan insan değersizdir. Oysa anlayan biri hem sever hem far keder hem de görür. Bir şeyde ne kadar bilgi varsa o kadar büyük sevgi vardır. Bütün meyvelerin çileklerle aynı zamanda olgunlaştığını zanneden biri üzümleri hiç tanımıyor demektir.” “Sevme Sanatı” Erich Fromm
Klinik Psikolog Tuğçe Turanlar
Devamı