Tuğçe Turanlar

  • Anasayfa
  • Hakkımda
  • Makaleler
  • Sıkça Sorulan Sorular
  • İletişim

Tuğçe Turanlar

  • Anasayfa
  • Hakkımda
  • Makaleler
  • Sıkça Sorulan Sorular
  • İletişim
  • Anasayfa
  • Hakkımda
  • Makaleler
  • Sıkça Sorulan Sorular
  • İletişim
featured_image

Kuşaklararası Travma Aktarımı

Yazar: Tuğçe Turanlar31 Mayıs 2025 Bireysel Terapi, EMDR Terapisi, Travma, Travma Sonrası Stres Bozukluğu0 Yorum

Kuşaklararası travma kavramı, ilk kez 20. yüzyıl ortalarında psikiyatri ve psikoloji literatürüne girdi. Özellikle Holokost’tan sağ kurtulanların çocuklarında görülen beklenmedik ruhsal belirtiler bu alanda çığır açan bir tartışmanın kapısını araladı. Travmayı doğrudan yaşamamış olan bu çocuklar, sanki ebeveynlerinin yaşadığı dehşeti kendileri deneyimlemiş gibi kaygı, kimlik karmaşası, suçluluk ve travmatik kabuslar yaşıyordu.

1966 yılında psikiyatrist Viktor Rakoff’un yayımladığı bir makale, Holokost sonrası nesilde görülen ağır psikiyatrik semptomları tanımladı ve şu çarpıcı cümleyi yazdı:

“Anne-babalar dışarıdan bakıldığında sağlam görünse de, çocukları sanki o cehennemi kendileri yaşamış gibi derin bir bozulma gösteriyorlar.”

Bu gözlemler başta kuşkuyla karşılansa da, sonraki yıllarda yapılan çalışmalar Holokost, savaş, göç, toplu şiddet veya çocukluk çağı istismarı gibi büyük travmalara maruz kalan ailelerin çocuklarında benzer belirtilerin tekrarlandığını gösterdi. Araştırmacılar;

Aileyle aşırı özdeşleşme ve sınırların silikleşmesi,

Kendi yaşantılarını önemsiz görme,

Sürekli felaket beklentisi,

Kaygı bozuklukları, suçluluk, travmatik rüyalar, ilişkilerde zorlanma
gibi semptomların, travmayı doğrudan yaşamamış kuşaklarda bile sıklıkla gözlendiğini ortaya koydu.

Zamanla yüzlerce vaka ve bilimsel araştırma, kuşaklararası travmanın yalnızca bireysel değil, toplumsal bir gerçeklik olduğunu gösterdi.

Psikodinamik ve Davranışsal Aktarım Mekanizmaları

Başlangıçta kuşaklararası travmanın biyolojik izahı yoktu. Psikologlar ve psikiyatrlar, travmanın kuşaklara aktarımını öncelikle psikodinamik süreçlerle açıklamaya başladılar.

Ebeveynin işleyemediği, konuşamadığı ya da bastırdığı acı, korku, yas ve suçluluk duyguları, aile içinde çoğunlukla sözsüz ve bilinçdışı yollarla çocuklara geçiyordu. Çocuklar, ebeveynlerinin “sırlı” travmatik yüklerini adeta kendi kimliklerinin bir parçası gibi taşımaya başlıyorlardı.

Aşırı koruyucu veya kaygılı ebeveyn, çocuğun özgüvenini ve bağımsızlığını zedeliyordu.

Duyguların tabu olması, ailede sessizlik ve duygusal mesafe yaratıyor, çocuklarda yalnızlık ve anlaşılmama hissini artırıyordu.

Kimlik karmaşası ve değersizlik, özellikle çocuğun ailede yaşanan büyük acıların gölgesinde kendini önemsiz hissetmesine yol açıyordu.

Barocas’ın ortaya koyduğu “container” (taşıyıcı) kavramı, çocukların ebeveynin başa çıkamadığı duyguları bilinçdışında taşıyarak nesiller arası bir ruhsal miras oluşturduğunu öne sürüyordu. Bu durum, sadece bireysel değil, ailevi ve toplumsal ilişkileri de şekillendiriyordu.

Hayvan Deneyleri: Anne Bakımının ve Erken Çevrenin Rolü

Kuşaklararası travmanın biyolojik ve epigenetik yönleri, özellikle laboratuvar hayvanlarıyla yapılan deneylerde gözler önüne serildi.
Kanadalı bilim insanı Michael Meaney ve ekibinin fareler üzerinde yaptığı araştırmalarda, anne farelerin yavrularına gösterdiği bakım düzeyi hayati öneme sahipti.

Yüksek bakım gören yavrular, yetişkin olduklarında daha düşük kaygı, yüksek stres dayanıklılığı ve daha sağlıklı sosyal davranışlar gösteriyordu.

Düşük bakım görenler ise hayatları boyunca artmış kaygı ve stres hassasiyeti taşıyordu.

Bunların en çarpıcı yanı, bu değişikliklerin yavruların DNA’sında değil, epigenetik işaretlerde (ör. DNA metilasyonu) ortaya çıkmasıydı. Ayrıca, bu yavrular kendi yavrularına da benzer şekilde davranıyor ve stres hassasiyeti nesiller boyu devam ediyordu. Hatta, çapraz-annelik deneylerinde, düşük bakım gören bir yavruyu yüksek bakım gösteren bir anneye verdiğinizde, epigenetik izlerin ve davranışın değiştiği görülüyordu.

Bu bulgular, çevresel deneyimlerin biyolojimizde kalıcı izler bırakabildiğini ve bu izlerin kuşaklar boyunca aktarılabildiğini gösterdi.

Büyük Travmaların Biyolojik İzleri

İnsanlarda yapılan araştırmalar, toplumsal felaketler, savaş, göç, istismar gibi büyük travmaların sadece psikolojik değil, biyolojik izler de bırakabildiğini kanıtladı.

Örneğin;

Holokost’tan kurtulan annelerin çocuklarında, stres hormonlarını (kortizol) düzenleyen genlerin epigenetik yapısında değişiklikler (özellikle NR3C1 geninde metilasyon farklılıkları) bulundu.

Vietnam gazilerinin çocuklarında, babalarının travmatik deneyimleriyle bağlantılı olarak kaygı ve depresyon belirtileri tespit edildi.

Ruanda, Kamboçya ve Tutsi soykırımı sonrası nesillerde, annelerin hamilelik sırasında yaşadığı stresin çocukların psikolojisini ve biyolojisini şekillendirdiği görüldü.

1944-45 Hollanda Açlığı sırasında anne karnında olan bebekler, yetişkin olduklarında ve onların çocuklarında dahi diyabet, obezite ve psikiyatrik sorunlarda artış gözlendi.

Bu bulguların ortak noktası; travmanın epigenetik mekanizmalar yoluyla, yani DNA dizilimi değişmeden genlerin çalışma biçiminin değişmesiyle, nesiller boyunca aktarılabildiğidir.

Anne ve Babanın Travma Aktarımındaki Farklı Rolleri

Araştırmalar, travmanın çocuklara aktarımında annenin ve babanın etkilerinin farklı olabileceğini gösteriyor.

Annenin hamilelikte yaşadığı travma, fetüs üzerinde doğrudan ve kalıcı etkiler yaratabiliyor. Anne karnındaki bebek, annenin stres hormonlarına maruz kalıyor; bu durum, bebeğin stres sisteminin gelişimini ve ruhsal dayanıklılığını şekillendiriyor.

Baba ise, özellikle ergenlik sonrasında yaşadığı travmalarla sperm hücrelerinde epigenetik değişikliklere yol açabiliyor. Hayvan deneylerinde, stresli ortama maruz bırakılan erkeklerin yavrularında da benzer biyolojik ve davranışsal değişiklikler ortaya çıkıyor.

Kısacası; travma mirası hem anne hem babadan, ama farklı yollarla gelebiliyor.
Bunun yanında, travmanın aktarımında annenin yaşı, stresin tipi, çocuğun cinsiyeti ve travmanın ne zaman yaşandığı gibi birçok değişken de etkili olabiliyor.

Epigenetik Değişiklikler Geri Döndürülebilir mi?

Belki de en umut veren bulgu, epigenetik değişikliklerin “kader” olmadığı, çevresel ve psikososyal müdahalelerle değiştirilebileceğidir.

Farelerde, düşük bakım gören yavrular sosyal açıdan zengin ortamlara alındığında, epigenetik ve davranışsal izler olumluya dönebiliyor.

İnsanlarda ise; destekleyici aile ortamı, sevgi, psikoterapi, sosyal destek gibi olumlu faktörler, travmanın etkilerini hafifletebiliyor ve hatta bazı epigenetik izlerin silinmesine yol açabiliyor.

Bu bulgular, travmanın aktarımının zorunlu olmadığını, iyileşme ve direnç gibi olumlu özelliklerin de kuşaklar boyunca aktarılabileceğini gösteriyor.

Toplumsal ve Kültürel Aktarım: Kolektif Hafızadan Biyolojiye

Kuşaklararası travma sadece bireysel ya da aile içi bir mesele değildir; aynı zamanda toplumsal ve kültürel boyutu da vardır.

Amerikan yerlileri, Afro-Amerikan toplulukları, Aborjinler, Filistinliler ve Yugoslavya’daki savaş mağdurları gibi toplumlarda; kölelik, soykırım, sürgün ve savaş gibi toplumsal travmalar nesiller boyunca hem kimlik arayışına hem de ruhsal hastalıklara neden olabiliyor.

Kültürel hafıza, toplumsal dayanışma, nesiller boyu aktarılan hikâyeler ve toplumsal yas tutma biçimleri de psikolojik mirası şekillendiriyor.

Psikodinamik ve Epigenetik Aktarımın Kesişim Noktası

Sonuçta, travmanın kuşaklararası aktarımı psikodinamik (aile içi, ilişkisel, duygusal) ve epigenetik (biyolojik, kalıtsal) yollarla gerçekleşiyor.
Çocuklar, ebeveynlerinin işleyemediği duyguların yanı sıra, biyolojik izleri de taşırken; toplumsal travmalar, bu bireysel yükü daha da derinleştiriyor.

Tüm bu bilimsel bulgular, travmanın bir “kaçınılmaz kader” olmadığını ve hem biyolojik hem de psikolojik olarak iyileşmenin nesiller boyunca mümkün olabileceğini gösteriyor.

Kuşaklararası travma, bilim insanlarıyla ruh sağlığı çalışanlarının çözmeye çalıştığı karmaşık ama umut dolu bir alan. Artık biliyoruz ki; iyileşme, sevgi, direnç ve sağlıklı ilişkiler de tıpkı travma gibi aktarılabilir. Geçmişin yükleriyle birlikte, geleceğe umut ve güç bırakmak da mümkün.

Klinik Psikolog Tuğçe Turanlar

Kaynakça

  • Yehuda, R., & Lehrner, A. (2018). Intergenerational transmission of trauma effects: putative role of epigenetic mechanisms. World Psychiatry, 17(3), 243-257.

  • Meaney, M. J., et al. (1980-2020). Epigenetics and the biological basis of parental care and stress responses.

  • Perroud, N., et al. (2014). The Tutsi genocide and transgenerational transmission of maternal stress: epigenetics and biology of the HPA axis. World J Biol Psychiatry, 15:334-45.

  • Field, N. P., Muong, S., Sochanvimean, V. (2013). Parental styles in the intergenerational transmission of trauma stemming from the Khmer Rouge regime in Cambodia. Am J Orthopsychiatry, 83:483-94.

Devamı
featured_image

Travma Terapisi: Gerçek Nedir?

Yazar: Tuğçe Turanlar27 Ocak 2025 Bireysel Terapi, EMDR Terapisi, Travma, Travma Sonrası Stres Bozukluğu0 Yorum

Travma terapisi, geçmişte yaşanan acı dolu anılarla yüzleşmek için değil, bu anıların hayatımız üzerindeki etkilerini anlamlandırmak ve hafifletmek için yapılan bir çalışmadır. Travma, yaşamımızda derin izler bırakabilir; ancak travma terapisi bu izleri silmeyi değil, onların hayatımıza olan etkisini azaltmayı amaçlar.

Travmanın Doğası ve Etkileri

Travma, yalnızca zihinsel bir deneyim değildir. Bedenimizde de derin izler bırakır. Dr. Bessel van der Kolk’un The Body Keeps the Score kitabında belirttiği gibi, travmatik anılar beynimizin normal işleyişini kesintiye uğratır ve sinir sistemimizi etkiler. Bu etkiler, güvenlik hissimizi bozarak “geçmişte sıkışıp kalmış” gibi hissetmemize neden olur.

Travma terapisi, bu anıları tekrar tekrar konuşarak acıyı derinleştirmez. Bunun yerine, bu anılar üzerinde çalışarak onların üzerimizdeki kontrolünü azaltmayı ve daha dengeli bir yaşam sürdürmeyi hedefler.

Dayanıklılık Penceresi: Güvende Hissetmek

Travma terapisi sırasında, bireyin “dayanıklılık penceresi” içinde çalışması büyük önem taşır. Bu kavram, Dr. Dan Siegel tarafından geliştirilmiş ve kişinin duygusal olarak dengede kalabileceği, zor duygularla başa çıkabileceği alanı ifade eder. Terapistler, bireyin bu pencere içinde kalmasına yardımcı olarak, terapi sürecinin yeniden travmatize edici olmasını önler.

Dayanıklılık penceresi içinde kalan birey:

  • Zorlayıcı duygularla başa çıkabilir.
  • Anda kalmayı başarabilir.
  • Duygusal dengesini yeniden kazanabilir.

Travmanın Bedensel Boyutu

Travma yalnızca zihnimizde değil, bedenimizde de yaşar. Peter Levine’nin geliştirdiği Somatik Deneyimleme yöntemi, bedenimizde depolanan travma izlerini anlamaya ve serbest bırakmaya odaklanır. Bu süreçte, bedenimizdeki travmatik enerjiyi fark eder ve yönetmeyi öğreniriz.

Aynı şekilde, EMDR (Göz Hareketleriyle Duyarsızlaştırma ve Yeniden İşleme) yöntemi de travmatik anıların işlenmesine olanak tanır. Bu yöntem sayesinde, geçmişte “kilitli” kalan travmatik anılarımızı güvenli bir şekilde yeniden işler ve üzerimizdeki etkilerini azaltırız.

Parça Çalışması: Kendimizi Tanımak

Travma terapisi, bireyin içsel dünyasını keşfetmesine de yardımcı olur. Richard Schwartz’ın İçsel Aile Sistemi Terapisi yaklaşımında, bireyin içindeki farklı parçaların travmatik deneyimlere karşı savunma mekanizması geliştirdiği vurgulanır. Bu parçalar, çoğu zaman korku, öfke veya korunma duygularını taşır.

Terapide bu parçalarla savaşmak yerine, onları anlamak ve kabul etmek hedeflenir. Bu sayede, kendi içsel bütünlüğümüzü yeniden inşa ederiz.

Çift Farkındalık: Geçmiş ve Şimdi Arasında Dengede Kalmak

Travma terapisi, bireyin bir yandan geçmişteki anıları işlerken diğer yandan şu anda güvende olduğunun farkında olmasını sağlar. Çift farkındalık yaklaşımı, bireyin:

  • Travmatik anıları yeniden işlerken bunaltıcı hissetmesini önler.
  • Anda kalma becerisini geliştirir.
  • Güvenli bir alan yaratarak iyileşme sürecine destek olur.

Travma Terapisinin Nihai Amacı

Travma terapisi, kırılmış olanı düzeltmekle ilgili değildir. Aksine, bireyin kendi gücünü keşfetmesine ve yaşamına daha anlamlı bir şekilde devam etmesine olanak tanır. Travmanın bozduğu yönleri yeniden inşa etmek, içsel bütünlüğü sağlamak ve şefkatle kendimize yaklaşmak, bu sürecin sunduğu en kıymetli hediyelerdir.

Travma terapisi sayesinde, geçmişin ağırlığından kurtularak kendimizle ve hayatımızla yeniden bağ kurabiliriz.

Klinik Psikolog Tuğçe Turanlar

Online psikolojik danışmanlık randevusu almak için yulepsikoloji@gmail.com adresine mail atabilir ya da 0532 053 3992 whatsapp üzerinden mesaj atarak iletişime geçebilirsiniz.


Kaynaklar

  • Levine, P. A., & Frederick, A. (2015). Kaplanı uyandırmak: Travmayı iyileştirmek (Z. Yalçınkaya, Çev.). İstanbul: Butik Yayıncılık.
  • Shapiro, F. (2017). EMDR: Göz Hareketleriyle Duyarsızlaştırma ve Yeniden İşleme (3. baskı). İstanbul: Okuyan Us Yayınları.
  • Siegel, D. J. (1999). Gelişen Zihin: İlişkiler ve Beynin Kim Olduğumuzu Şekillendirmesi (Çev. İ. Y. Altınışık). İstanbul: Alfa Yayınları.
  • Van der Kolk, B. A. (2019). Beden kayıt tutar: Beyin, zihin ve bedenin travmayı iyileştirmesi (A. Aydoğan, Çev.). Ankara: Nobel Akademik Yayıncılık.
  • Schwartz, R. C. (1995). İçsel Aile Sistemleri Terapisi (Çev. İ. Y. Altınışık). İstanbul: Alfa Yayınları.
Devamı
featured_image

Depresyondaki Partnerime Nasıl Yardım Edebilirim?

Yazar: Tuğçe Turanlar22 Ocak 2025 Depresyon, EMDR Terapisi, İlişkiler0 Yorum
[ez-toc]

Depresyondaki Partnerime Nasıl Yardım Edebilirim? Depresyon, kişinin ruh halini, düşüncelerini ve davranışlarını derinden etkileyen ciddi bir ruh sağlığı problemidir. Bu durum sadece depresyon yaşayan kişiyi değil, onun çevresindeki insanları, özellikle de partnerini önemli ölçüde etkiler. Eğer romantik ilişkinizde partnerinizin depresyonda olduğunu düşünüyorsanız, ona destek olmak için atabileceğiniz doğru adımları bilmek önemlidir. Peki, depresyondaki partnerinize nasıl davranmalısınız?

Depresyon Nedir ve Partnerinizi Nasıl Etkiler

Depresyon, kişinin duygu durumunu, düşüncelerini ve davranışlarını etkileyen karmaşık bir bozukluktur. Depresyonun belirtileri arasında enerji kaybı, ilgisizlik, düşük özgüven, aşırı ya da az uyuma, iştah değişiklikleri, kararsızlık ve hatta intihar düşünceleri yer alabilir. Partneriniz depresyondaysa, bu durum onun yaşam kalitesini düşürdüğü gibi romantik ilişkinizin dinamiklerini de değiştirebilir. İlk adım, depresyonun ne olduğunu ve partnerinizin yaşadıklarının iradesizlikten değil, biyolojik ve psikolojik faktörlerden kaynaklandığını anlamaktır.

Depresyondaki Partnerinize Nasıl Destek Olabilirsiniz

Partnerinizin Davranışlarını Doğru Anlayın

Depresyon sırasında kişiler sıklıkla içine kapanabilir, sosyal etkinliklerden uzak durabilir ve sevdikleri aktivitelerden keyif almaz hale gelebilir. Bu durumun kişisel bir reddedilme olmadığını anlamak önemlidir. Örneğin, “Dışarı çıkalım, sana iyi gelir” gibi tekliflerinize yanıt alamadığınızda bunu kişisel algılamak yerine, partnerinizin içinde bulunduğu durumun bir yansıması olduğunu unutmayın.

Empati Kurarak Dinleyin

Depresyondaki biriyle konuşurken empati kurmak ve yargılamadan dinlemek çok önemlidir. Ona destek olmak için şu ifadeleri kullanabilirsiniz:

  • “Böyle hissetmene üzüldüm. Bu konuda konuşmak ister misin?”
  • “Sana nasıl yardımcı olabilirim?”
  • “Unutma, yalnız değilsin ve bu süreci birlikte aşacağız.”

Bu tür cümleler, partnerinizin kendini değerli hissetmesine yardımcı olur. Ancak, “Bunda üzülecek ne var?” veya “Kafanda büyütüyorsun” gibi ifadelerden kaçının. Bu tür sözler, kişinin kendini daha da yetersiz hissetmesine neden olabilir.

Fiziksel Aktiviteyi ve Günlük Rutinleri Teşvik Edin

Depresyon kişinin enerjisini ve motivasyonunu tüketebilir, bu da günlük aktiviteleri yapmayı zorlaştırır. Partnerinizi küçük adımlarla harekete geçmeye teşvik edin. Örneğin, kısa yürüyüşlere çıkmayı, birlikte bir film izlemeyi veya bir kahve içmek için dışarı çıkmayı teklif edebilirsiniz. Bilimsel araştırmalar, düzenli fiziksel aktivitenin depresyon belirtilerini hafifletmeye yardımcı olduğunu göstermektedir. Ancak bu süreçte sabırlı olun ve partnerinizi zorlamayın.

Tedavi Sürecine Eşlik Edin

Depresyondaki bir kişi genellikle yardım istemekte zorlanabilir. Partnerinize profesyonel destek alması gerektiğini nazikçe hatırlatabilir, hatta ona bu süreçte eşlik edebilirsiniz. Örneğin, bir psikolog veya psikiyatriste randevu almasına yardımcı olabilir, gerekirse onunla birlikte terapiye katılabilirsiniz. Tedavi sürecinin zaman alabileceğini ve iniş çıkışlarla dolu olabileceğini unutmayın.

Online psikolojik danışmanlık randevusu almak için yulepsikoloji@gmail.com adresine mail atabilir ya da 0532 053 3992 üzerinden mesaj atarak iletişime geçebilirsiniz.

İntihar Riskine Karşı Dikkatli Olun

Depresyonun en ciddi sonuçlarından biri intihar riskidir. Partneriniz sık sık hayatın anlamsızlığından, umutsuzluktan veya tükenmişlikten bahsediyorsa, bu işaretleri ciddiye alın. “İntihar etmeyi düşünüyor musun?” gibi bir soruyu doğrudan sormaktan çekinmeyin. Bu tür bir konuşma, partnerinizin kendini daha rahat ifade etmesine ve gerekli desteği almasına yardımcı olabilir.

Destek ve Sabır Gösterin, Ancak Kendi Sınırlarınızı Koruyun

Depresyondaki birine destek olmak duygusal olarak yorucu bir süreçtir. Partnerinize yardımcı olurken kendi ihtiyaçlarınızı da göz ardı etmeyin. İyi beslenmek, düzenli uyumak ve sevdiklerinizle zaman geçirmek gibi kendi sağlığınıza da dikkat edin. Unutmayın, siz iyi hissettiğiniz sürece partnerinize daha etkili bir şekilde yardımcı olabilirsiniz.

Küçük Ama Etkili Destekler Sunun

Depresyondaki partnerinizin günlük sorumluluklarını hafifletmek, ona büyük bir yardım sağlayabilir. Örneğin, ev işlerinde ona yardımcı olabilir, yemek hazırlayabilir veya market alışverişlerini yapabilirsiniz. Bu tür küçük destekler, partnerinizin yükünü hafifletirken ona değer verdiğinizi de hissettirecektir.

Romantik İlişkilerde Sabır ve Güven Önemlidir

Depresyon, romantik ilişkilerde iniş çıkışlara neden olabilir. Bu süreçte sabırlı olun ve ilişkinizin temellerini sağlam tutmaya çalışın. Partnerinizle açık bir iletişim kurarak bu sürecin birlikte üstesinden gelebileceğinizi sık sık hatırlatın.

Gerçekçi Beklentiler Belirleyin

Depresyonun bir gecede çözülmeyeceğini unutmayın. Partnerinizin küçük adımlarla ilerlediğini gördüğünüzde bu gelişmeleri takdir edin ve onu motive edin. Aynı zamanda, tedavi sürecinde geri dönüşler yaşanabileceğini kabul ederek beklentilerinizi gerçekçi tutun.

Etkili İletişim Teknikleri Kullanın

Depresyondaki birine destek olurken kullandığınız dil önemlidir. “Bu süreci birlikte aşacağız” gibi motive edici cümleler kullanmaya özen gösterin. Partnerinizi sürekli olarak suçlayan veya eleştiren bir dil kullanmak, iyileşme sürecini olumsuz etkileyebilir.

Sonuç

Depresyondaki birine destek olmak, sabır, anlayış ve sevgi gerektirir. Partnerinizle empati kurarak ve profesyonel destek almasını teşvik ederek bu sürecin üstesinden gelebilirsiniz. Ancak, bu süreçte kendi sınırlarınızı ve duygusal sağlığınızı korumayı unutmayın.

Depresyondaki Partnerime Nasıl Yardım Edebilirim?

Klinik Psikolog Tuğçe Turanlar

Kaynakça:

  • Burns, D. (2005). İyi Hissetmek. PsikoNET Yayınları.
  • Türkçapar, M. H. (2018). Depresyon: Klinik Uygulamada Bilişsel Davranışçı Terapi. Epsilon Yayınevi.
  • HelpGuide.org, Helping Someone with Depression.
Devamı
featured_image

EMDR Terapisi Nedir

Yazar: Tuğçe Turanlar28 Aralık 2022 EMDR Terapisi, Psikoterapiler0 Yorum

“EMDR Terapisi, danışanın rahatsızlık veren geçmiş yaşantısının, bugüne etki etmeyecek hale getirilmesine yardımcı olur.”

EMDR  – Göz Hareketleriyle Duyarsızlaştırma ve Yeniden İşleme

EMDR, Shapiro’nun 1987 yılında spontane göz  hareketlerinin,  olumsuz  ve  rahatsız  edici  düşüncelerin  yoğunluğunu  azalttığını  keşfetmesiyle geliştirilen bir psikoterapi yaklaşımıdır.

Travmatik anı, duygu ve beden duyumu ile işlenmemiş bir şekilde fizyolojik olarak depolanır. İşlenmemiş bu anı, tetikleyici bir olay karşısında olumsuz duygular ve düşüncelerle kendini göstermeye devam eder.

“Yaşanan bir olay, bir kişide travma sonrası stres bozukluğuna neden olurken, diğer bir kişide aynı etkiye neden olmamaktadır. Bunun sebebi genetik farklılıklarımızdır.”

Emdr danışanlarının birçoğu ilk seanstan itibaren kendilerine rahatsızlık veren görüntülerin eskisi kadar canlı olmadığını söyler. Beden duyumları rahatlar ve olumsuz duyguları azalır. Artık eskisi kadar rahatsız hissetmezler. Travmatik anının anlamı değişmiştir.

Adaptif Doğal İçsel Bilgi İşleme Sistemi

Tüm insalarda var olduğu düşünülen adaptif doğal içsel bilgi işleme sistemi, olumsuz yaşantı anılarını işleyerek belleğe dahil eder. Bu içsel bilgi sistemi engellendiğinde, olumsuz yaşantı anıları uygun bir şekilde işlenmeyerek, kendi nöral ağları içerisinde saklanır ve kendi zamanı içinde donar. Bu nedenle işlevsel bilgileri barındıran diğer hafıza ağıyla bağlantı kurulamadığı için psikopatoloji ortaya çıkar (Shapiro, 2016).    

EMDR terapisinin hedefi, doğal içsel bilgi işleme sisteminin etkinleştirilmesiyle, işlevsel olmayan biçimde saklanmış deneyimlere ve anılara ulaşarak onları adaptif bir şekilde yeniden dönüştürüp psikolojik semptomların azaltılmasını/ortadan kaldırılmasını sağlamaktır (Shapiro ve Laliotis, 2011).

“İki yönlü göz hareketi veya beynin her iki hemisferini de  uyaran diğer iki yönlü uyarımlar, anıyla ilgili görüntülerin canlılığının kaybolmasına neden olur.”

EMDR süreci; olumsuz duyguların yerine olumlu duyguların geldiği, bedensel duyum/davranışların değiştiği, tüm bunların sonucunda da yeni bir benlik algısı ve içgörünün ortaya çıktığı karmaşık bir süreç olarak görülür (Shapiro, 2007).

Travma, hiç yaşanmamış hale getirilemez ya da tamamen silinemez. Sadece acı veren rahatsızlık ortadan kalkar ve bu rahatsızlığa karşı duyarsızlık gelişir. Yaşananlar daha sağlıklı bir şekilde değerlendirilir.

“EMDR, Limbik Sistem ve Amigdala’ya etki eder.”

EMDR’da bulunan ögeler:

 

1- Resim (İmge)

EMDR işlemi sırasında, danışandan rahatsız edici bir olay ya da anıyı düşünmesi ve olayı en iyi şekilde temsil eden, olayın en rahatsız edici kısmına ilişkin bir resme odaklanması istenir. Bu imgenin net olması önemlidir.

2- Olumsuz Biliş

Travmatik yaşantılar, bireylerde kendileriyle ilgili olumsuz inanışlara sebep olabilir.

EMDR’da, danışandan  belirttiği imge ile birlikte, kendisiyle ilgili olumsuz bir bilişi “ben cümlesi” ile ifade etmesi istenir.

Eğer danışan olumsuz bilişi belirleyemiyorsa, terapist olumsuz biliş örneklerini danışana liste şeklinde sunar ve danışandan birini seçmesini ister.

3- Olumlu Biliş

Olumlu biliş,  danışanın kendisi ile ilgili hissetmeyi arzuladığı olumlu inançtır. Olumsuz bilişin tam tersidir. Şimdi geçerli değildir ancak travmatik yaşantı kişi üzerindeki etkisini yitirdiğinde olumlu inanç geçerli olacaktır.

“Hedeflenen olumlu inancın “İnanç Geçerlik Ölçeği” üzerinden 1-7 arasında derecelendirilmesi istenir.”

Olumlu bilişi seçerken imkansız bir olumlu biliş hedeflenmemelidir.  “O bana aşık olacak” şeklinde bir olumlu biliş mümkün değildir. Başkalarının düşüncelerini değiştirmek gerçekçi bir hedef değildir.

4- Duygular

Danışana, travmaya ait imgeye ve olumsuz bilişe odaklandığında “şu an ne hissettiği sorulur”.

EMDR’da, danışandan anının resmini ve olumsuz inancını aklında tutarken hissettiği duyguları söylemesi ve Öznel Rahatsızlık Düzeyi Ölçeği (Subjective Units of Disturbance Scale- SUD) üzerinden rahatsız edici duyguları 0 ile 10 arasında derecelendirmesi istenir.

5- Beden Duyumları

EMDR’ın, en önemli ögelerinden biri de beden duyumlarının belirlenmesidir. Beden duyumları rahatsız etmeyene kadar işlemlemeye devam edilir.

“Travmaların beden kaydı da vardır.“

EMDR oturumu, beden taraması yapılarak tamamlanır.

“Göz hareketleri ve diğer iki yönlü uyarımlar ile beynin her iki hemisferi sıra ile uyarılmış olur.”

EMDR Terapisinin Hedefi

Geçmiş anıları işlemleme

Tetikleyicilere karşı duyarsızlaştırma

Bireyin, gelecekte karşılaşılabileceği sorunlara karşı;  bireye yeni bir anlam, bakış açısı ve başa çıkma becerileri kazandırma

 

EMDR Terapisi Nasıl Yapılır

EMDR Yönteminin Sekiz Protokolü

1.Aşama: Danışan geçmişi

Bu aşama, giriş ve değerlendirme aşamasıdır. Danışanın öyküsü alınır.

2.Aşama: Hazırlık

Terapötik ilişkinin kurulduğu,

Danışana EMDR süreci, aşamaları ve etkilerinin açıklandığı,

Göz hareketleri, dokunsal vuruşlar veya işitsel uyarım denemesinin yapıldığı,

Güvenli yer ve gerçekçi beklentilerin belirlendiği aşamadır.

3.Aşama: Değerlendirme

Hedefin ayrıntılı ve net bir şekilde tanımlandığı,

Anı belirlendikten sonra, onu en iyi biçimde temsil eden resmin danışan tarafından seçildiği,

İşlevsel olmayan olumsuz inancın (Ben değersizim, ben sevilmeyi hak etmiyorum vb.) seçildiği

Olumsuz inancın ardından olumlu inancın  (Ben değerliyim, ben sevilebilirim vb.) belirlendiği aşamadır.

4.Aşama: Duyarsızlaştırma

Seçilen anının SUD seviyesini düşürülmesi amaçlanır. Danışan; seçilen resme, olumsuz bilişe, duygulara ve bedeninde hissettiği duyumlara odaklanır. Terapist ise eş zamanlı olarak çift yönlü uyarım yapar.

5.Aşama: Yerleştirme

Bu aşamada, hedeflenen olumlu inanç üzerinde işlemleme yapılır.

6. Aşama: Beden Tarama

Olumlu inanç yerleştirildikten sonra, danışandan, olumlu inancı ve hedeflenen anıyı aynı anda aklında tutması ve bedenini yukarıdan aşağıya herhangi bir rahatsızlık var mı diye taraması istenir.

7.Aşama:  Kapanış

Danışandan, seanslar arasında yeni düşünceleri, anıları, bedensel duyumları hatırladığında bunları not etmesi ve başa çıkma becerisi ile kendini kontrol yöntemlerini kullanması istenir.

8.Aşama: Yeniden Değerlendirme

Son seanstan bu yana neler olduğuna bakılarak hedef anı ve süreç yeniden değerlendirilir.

“EMDR terapisi; göz hareketleri, işitsel uyarım veya ritmik vuruşlar kullanarak travmatik bir anının beyindeki depolanma şeklini değiştirir.”

“EMDR’ın nasıl çalıştığını anlamak üzerine yapılan çalışmalar devam etmektedir.”

“EMDR, Amerikan Psikiyatri Birliği, Uluslararası Travmatik Stres Çalışmaları Birliği ve Dünya Sağlık Örgütü gibi birçok kuruluş tarafından etkili bulunmaktadır.”

EMDR Terapisinin Diğer Terapilerden Farkı Nedir?

EMDR, diğer terapilerden farklı olarak doğrudan anıya odaklanır; bu anının beyinde depolanma biçimini değiştirerek semptomları azaltmayı ve ortadan kaldırmayı amaçlar.

EMDR Hangi Durumlarda Kullanılır?

Anksiyete, Panik Atak, Doğal Afetler, Savaş Stresi, Fobi, Travma, Yas, Performans Kaygısı, Depresyon, Bipolar Bozukluk, Yeme Bozuklukları, TSSB, Alkol ve Madde Bağımlılığı, Cinsel İstismar, Dissosiyasyon, Özgüven sorunları, Ağrı Rahatsızlıkları, Kişilik Bozuklukları, Takıntılar gibi birçok durumda kullanılmaktadır.

EMDR terapisi eğitimli bir EMDR terapisti olmadan yapılabilir mi?

EMDR terapisi, bir ruh sağlığı müdahalesi olduğu için lisanslı ruh sağlığı uzmanları tarafından yapılmalıdır.

“EMDR terapisinin tek başına uygulanması mümkün değildir.”

EMDR Terapisi Ne Kadar Sürer?

EMDR terapi seansı 60-90 dakika sürer.

EMDR terapisi, konuşma terapisine dahil edilerek, ayrı bir terapistle ek terapi olarak veya tek başına bir tedavi yöntemi olarak kullanılabilir.

Travmatik bir deneyimi işlemek için bir veya birkaç seans gerekebilir.

EMDR tedavi süresi danışanın geçmişine ve travmatik deneyimlerine bağlı olarak değişmektedir.

EMDR terapisi diğer terapi türlerinden daha hızlı sonuç verse de terapinin amacı hızlı olmak değildir. Her danışanın farklı bir ihtiyacı vardır. Bir danışanda özgüven oluşturmak haftalarca sürebilirken diğer danışanda ilk aşamalar hızlıca tamamlanabilir fakat başka sorunlar ortaya çıkabilir.

Klinik Psikolog Tuğçe Turanlar

Kaynaklar

Shapiro, S. (2016). EMDR: Göz hareketleri ile duyarsızlaştırma ve yeniden işleme temel prensipler, protokoller ve prosedürler, (M. Şahzade, ve I. Sansoy, çev.) İstanbul: Okyanus Yayınları.

Pagani, M., Amann, B. L., Landin-Romero, R., & Carletto, S. (2017). Eye movement desensitization and reprocessing and slow wave sleep: A putative mechanism of action. Frontiers in Psychology, 8, Article 1935.

Duman, R. N. , Bayram, S. & Demirtaş, B. (2018). EMDR: Olgu Sunumları . Türkiye Bütüncül Psikoterapi Dergisi , 1 (1) , 142-164 . Retrieved from https://dergipark.org.tr/en/pub/bpd/issue/31051/372905

Akkuş, K. ve Durna, G. (2021). Göz hareketleriyle duyarsızlaştırma ve yeniden işleme (EMDR) terapisi ve uzun dönemli etkileri. Nesne, 9(19), 176-189. DOI: 10.7816/nesne-09-19-13

 

 

 

 

Devamı

Instagram

klinikpsikologtugceturanlar

Bağlanma stilleri, ayrılıkla başa çıkma biç Bağlanma stilleri, ayrılıkla başa çıkma biçimimizi önemli ölçüde şekillendirir. Bu farkındalık, yaşanan tepkilerin kişisel bir yetersizlik değil, geçmişten gelen bağlanma dinamiklerinin doğal bir yansıması olduğunu hatırlatır. Kendi bağlanma stilimizi tanımak, hem ayrılık sürecinde duygularımızı anlamlandırmamıza hem de gelecekte daha sağlıklı ilişkiler kurmamıza katkı sağlar.

Güvenli Bağlanma

* Yakınlıktan korkmaz, duygularını ifade eder.
* Ayrılıkta üzüntüyü kabul eder, sosyal destekle iyileşmeye yönelir.
* Daha hızlı toparlanır ve sağlıklı ilişkiler kurma olasılığı yüksektir.

Kaygılı Bağlanma
* Reddedilme korkusu taşır, partneri kaybetmemek için yoğun çaba gösterir.
* Ayrılık sonrası yoğun acı, çaresizlik ve takıntılı düşünceler yaşar.
* Eski partnerle teması sürdürme girişimleri sık görülür.

Kaçıngan Bağlanma
* Yakınlıktan rahatsız olur, duygusal bağı sınırlı tutar.
* Ayrılık sonrası soğukkanlı görünür, acıyı bastırmaya çalışır.
* Bastırılan duygular uzun vadede yalnızlık ya da öfke olarak geri döner.

Korkulu-Kaçıngan Bağlanma
* Hem yakınlık ister hem de reddedilmekten korkar.
* Ayrılıkta duyguları dalgalanır; özlem ve öfke arasında gidip gelir.
* Bu çelişkiler iyileşmeyi ve yeni ilişkileri zorlaştırır.

Ortak Noktalar 🌹
* Ayrılık bir kayıp deneyimidir ve yas süreciyle benzerlik gösterir.
* Benlik algısı sarsılabilir, kişi değerini sorgulayabilir.
* Zamanla çoğu birey ayrılığı kabullenir ve yeni başlangıçlar yapar.

Klinik Psikolog Tuğçe Turanlar

#psikoloji
Mikro aldatma, ilişkilerde sadakatin yalnızca fi Mikro aldatma, ilişkilerde sadakatin yalnızca fiziksel sınırlarla değil, duygusal ve dijital alanlarla da şekillendiğini ortaya koyan bir kavramdır. 

Sosyal medyada flörtöz etkileşimler, eski sevgiliyle gizli mesajlaşmalar ya da partnerden saklanan yakınlıklar, görünürde küçük olsa da güveni zedeleyebilir. Bu davranışların ortak özelliği gizlilik, duygusal yatırım ve ilgi odağının partnerden başkasına kaymasıdır. Bu nedenle mikro aldatma, ilişkilerde belirsizlik ve güvensizlik duygularını tetikleyerek büyük krizlere yol açabilir❤️‍🩹

Bununla birlikte, her davranışın mikro aldatma sayılıp sayılmayacağı çiftlerin ortak sınırlarına bağlıdır. Bazı ilişkilerde eski sevgiliyle iletişim önemsiz görülebilirken, başka bir ilişkide bu durum ciddi bir güven sorununa dönüşebilir. Bu nedenle mikro aldatmayı anlamanın anahtarı, partnerlerin açık iletişim kurması, sınırlarını netleştirmesi ve birbirlerinin hassasiyetlerini gözetmesidir. Şeffaflık ve empati, mikro aldatmanın ilişkilerde yıkıcı bir tehdit olmaktan çıkıp, güveni güçlendiren bir farkındalık alanına dönüşmesini sağlayabilir 🌷

Klinik Psikolog Tuğçe Turanlar
🥀 Erkek Narsisizm mi, Dişi Narsisizm mi? Aşa 🥀 Erkek Narsisizm mi, Dişi Narsisizm mi?

Aşağıdaki cümlelerden hangileri size daha tanıdık geliyor?

1. Başkalarının hayranlığına ihtiyaç duyarım ve bu benim değerimi kanıtlar.
2. Çoğu zaman empati kurmakta zorlanırım ve mesafeli dururum.
3. İlişkilerde kontrolün bende olmasını isterim.
4. Kendimi çoğu zaman kurban gibi hissederim.
5. Kabul görmek için uyum sağlarım, bazen de kendimden vazgeçerim.
6. Partnerimin başarılarını ve güçlü yanlarını kendi kimliğime katmaya çalışırım.

👉 Eğer daha çok 1-2-3 size uyuyorsa, erkek narsisizmine özgü yönler sizde daha baskın olabilir.

👉 Eğer daha çok 4-5-6 size uyuyorsa, dişi narsisizme özgü yönler sizde daha fazla olabilir.

(Bu test bir tanı aracı değildir; sadece farkındalık yaratmayı amaçlar.)

Barbel Wardetzki, Almanya’da narsisizm üzerine çalışan terapist ve yazar. Onun “Dişi ve Erkek Narsisizm” diye yaptığı ayrım, biyolojik cinsiyetten çok narsisizmin iki farklı dışavurum biçimini anlatıyor:

1. “Erkek narsisizm” (männlicher Narzissmus)

* Daha çok gösterişli, dışa dönük, üstünlük vurgulu bir tarzı ifade eder.
* Tipik özellikler: kibir, grandiyözlük, başarıya ve güce odaklanma, sürekli takdir arama.
* Dışarıdan güçlü, etkileyici, hatta “dokunulmaz” görünür.
* Yani bu daha çok toplumun “maskülen güç” imgeleriyle örtüşüyor.

2. “Dişi narsisizm” (weiblicher Narzissmus)

* Daha çok ilişki odaklı, bağımlı, onay arayışlı bir narsisizm biçimi.
* Tipik özellikler: sürekli sevilme, kabul görme, vazgeçilmez olma ihtiyacı; fedakârlık yaparak değer kazanma çabası.
* Dışarıdan uyumlu, alçakgönüllü biri gibi görünebilir ama altında derin bir değersizlik ve onaylanma açlığı vardır.
* Bu da toplumun “feminen uyum” beklentileriyle bağlantılıdır.

👉 Wardetzki’nin asıl vurgusu şu: Her iki biçim de özde aynı narsisistik yarayı (değersizlik ve reddedilme korkusu) saklar, sadece toplumda öğrenilen rollere göre farklı maskelerle dışa vurulur.

Klinik Psikolog Tuğçe Turanlar

#psikoloji
❤️‍🩹 Duygu köprüsü, geçmişte yaşadığımız yoğun bir duygunun, bugün benzer bir durumla karşılaştığımızda yeniden tetiklenmesidir. 

İlişkinizdeki Duygu Köprüsünü Keşfetmek İçin Kendinize Aşağıdaki Soruları Sorabilirsiniz

Partnerimin bu davranışı bende hangi duyguyu tetikledi?

Bu duyguyu ilk kez hayatımda ne zaman hissetmiştim?

Geçmişte bu duyguyu hissettiğim olay kiminle yaşanmıştı?

Şu anki tepkim gerçekten bugünkü duruma mı ait?

Bu farkındalık, ilişkide nasıl daha sağlıklı bir tepki vermeme yardımcı olabilir?

Klinik Psikolog Tuğçe Turanlar 

#psikoloji
🍃 Travmatik bağlanmayı kişisel farkındalık 🍃 Travmatik bağlanmayı kişisel farkındalık açısından anlamak için üç parçaya ayıralım:

1. Döngüyü tanımak

Travmatik bağlanmada ilişkiler genelde şu döngüyü izler:
1. Yakınlık / balayı dönemi → Partner çok sevgi dolu, özel hissettiriyor.
2. Gerginlik → Eleştiri, uzaklaşma, küçümseme başlıyor.
3. İncitme → Kötü davranış, ihanet, şiddet, duygusal manipülasyon.
4. Telafi → Özür, sevgi gösterileri, “bir daha olmayacak” sözleri.
5. Döngü tekrar başlar.

Soru: Sizin deneyiminizde bu tür iniş-çıkışlar olmuş muydu? Varsa, genelde hangi aşamada ilişkiye daha çok tutunma hissi geliyordu?

2. Bağlılığı güçlendiren psikolojik mekanizmalar

* Dopamin ve adrenalin dalgalanmaları: Yoğun kötü-iyi geçişleri beynin ödül sistemini etkiler.
* Umut bağı: “Bir gün hep iyi olacak” beklentisi.
* Kendi değer algısının bağa bağlanması: “O beni severse değerliyim” inancı.
* Yalnızlık ve korku: İlişkinin bitmesinin yarattığı boşluk korkusu.

Mini farkındalık çalışması: 1 dakika boyunca gözlerinizi kapatıp şunu fark edin: “Onu düşününce midemde/kalbimde/hissiyatımda nasıl bir duygu ya da gerginlik oluyor?”

3. Döngüyü kırmaya yönelik ilk farkındalık adımları

* Gerçeklik listesi tut: Onun hem iyi hem kötü anlarını tarafsızca yazmak, zihnin sadece “iyi” anlara tutunmasını dengeler.
* İçsel ihtiyaçları keşfet: Bu bağ, hangi çocukluk ihtiyacını (güven, onay, sevgi) tetikliyor?
* Destek ağı: Güvendiğin kişilerle yaşadığın döngüyü konuşmak, yalnızlık hissini azaltır.
* Küçük kopuş pratikleri: Tamamen kopmak zor geliyorsa, önce mesajlaşma süresini, görüşme sıklığını kademeli azaltmak.

Umarım bu bilgiler yolunuzu aydınlatmaya yardımcı olur 🩵

Klinik Psikolog Tuğçe Turanlar

#psikoloji
Hayatımız boyunca sıklıkla kendimize ya da başkalarına “Bu normal mi?” diye sorarız. Peki, aslında “normal” nedir? Kim belirler, neye göre değişir? “Normal”, çoğu zaman toplumun ortalama kabul ettiği davranış, düşünce ve duyguları ifade eden bir kavram olarak kullanılır. Ancak bu sınırların kesin ve değişmez olduğunu söylemek mümkün değildir.

Çünkü “normal”, kültüre, zamana, yaşanılan çevreye ve hatta kişinin yaşam dönemine göre farklılık gösterir. Bir toplumda kabul gören bir davranış, başka bir toplumda yadırganabilir. Hatta aynı toplumda bile yıllar geçtikçe normal kabul edilen şeyler değişebilir. Bir dönem tabu olarak görülen konular, bugün gündelik sohbetlerin parçası haline gelebilir.

Psikolojide ise “normal” ve “anormal” ayrımı, çoğu zaman işlevsellik üzerinden yapılır. Bir davranış ya da duygu, kişinin günlük yaşamını ve ilişkilerini olumsuz etkilemeye başladığında, bu durumun üzerinde durmak gerekebilir. Fakat burada da kesin bir çizgi çizmek zordur; çünkü her insanın başa çıkma yolları, duygu yoğunluğu ve yaşam deneyimleri birbirinden farklıdır.

✨✨✨✨

“Tut ki şu anda gece yarısı aniden güneş doğuveriyor. Gece yarısında! Zerre kadar şaşırtmaz mı bu seni?’
‘Hayır’ diye yanıtlıyorum, ‘bu, zerre kadar şaşırtmaz beni.’
Barcelonalı saatçi yüksek sesle: ‘Ben şaşırırdım yahu! Hatta o kadar ki, herhalde kafayı oynatırdım’ dedi.
İşte tam burada Salvador Dali sadece kendine özgü o görkemli hazır yanıtlarından birini yumurtluyor:
‘Bende ise tam tersi! Kafayı oynatanın güneş olduğunu düşünürdüm.’

Bir Dahinin Güncesi
Salvador Dalí
Instagram'da takip et

Etiketler

Bağımlılık Bireysel psikoterapi depresyon Ebeveyn EMDR EMDR Terapisi Freud Gottman Çift Terapisi Jung Kişilik Bozuklukları narsist Online EMDR Online psikolog Psikanaliz Psikodinamik Psikoterapi Rüya travma Travma Bağı Travma Sonrası Stres Bozukluğu Travma Sonrası Tepkiler Çift Terapisi Çocukluk Travmaları çocukluk çağı travmaları İlişkiler

Son Eklenenler

  • Bağlanma Stili ve Ayrılıkla Başa Çıkma
  • Mutluluk Korkusu: Neden Bazı İnsanlar Mutluluk Hissinden Kaçar?
  • Mikro Aldatma ve İlişkiler
  • Dişi ve Erkek Narsisizm: İlişkilerde İki Farklı Yüz
  • İlişkilerde Pygmalion Etkisi: Beklentilerimiz Bizi Nasıl Şekillendirir?
  • Kuşaklararası Travma Aktarımı

Yasal Uyarı

Bu internet sitesinin içeriği ve uygulamaları, sadece bilgilendirme ve eğitim amaçlı olup, herhangi bir şekilde tıbbi öneri verme veya herhangi bir danışan sağlama amacı ile oluşturulmamıştır. Sitemizde yer alan alıntı ve görüşler açıkça belirtilmediği takdirde resmi görüşlerini yansıtmamaktadır. Yazılı izin alınmaksızın kaynak gösterilerek dahi kullanılamaz