Tuğçe Turanlar

  • Anasayfa
  • Hakkımda
  • Makaleler
  • Sıkça Sorulan Sorular
  • İletişim

Tuğçe Turanlar

  • Anasayfa
  • Hakkımda
  • Makaleler
  • Sıkça Sorulan Sorular
  • İletişim
  • Anasayfa
  • Hakkımda
  • Makaleler
  • Sıkça Sorulan Sorular
  • İletişim
featured_image

İnsanlar Değişir mi? Romantik İlişkilerde Değişimin Rolü

Yazar: Tuğçe Turanlar11 Şubat 2025 İlişkiler, Kişisel Gelişim0 Yorum

İnsanların gerçekten değişip değişemeyeceği, psikoloji alanında uzun süredir tartışılan bir konudur. Kimi zaman “Huylu huyundan vazgeçmez” gibi atasözleriyle büyür, insanların köklü özelliklerinin sabit kaldığına inanırız. Öte yandan, yaşam deneyimlerimiz bize farklı bir gerçeği gösterir: İnsanlar yeni bilgilere, yeni ilişkilere, travmalara ve önemli hayat dönüm noktalarına göre şekillenebilir. Peki, değişim mümkün müdür, yoksa kişilik ve davranışlarımız belli bir noktadan sonra “taş” gibi katılaşır mı?

Kişiliğin Temelleri ve Çevresel Etkiler

Öncelikle değişimin kapsamını netleştirmek önemlidir. Her insanın doğuştan getirdiği bazı genetik eğilimleri ve kişilik özellikleri vardır. Bu özellikler tamamen ortadan kalkmasa bile, belirli koşullar altında esneyebilir. Kişiliğin temelinde yer alan bazı boyutlar (örneğin dışa dönüklük, nevrotiklik) zamanla farklı oranlarda değişiklik gösterebilir. Bunun yanında çevresel faktörler de kişinin davranışlarında ve düşünce yapısında önemli bir etkiye sahiptir. Aile, arkadaşlar, eğitim, kültürel değerler ve hatta toplumsal olaylar, kim olduğumuzu ve kim olabileceğimizi şekillendirir.

Kişisel Farkındalık ve Gelişim Süreçleri

Değişimin yaşanabileceği önemli bir alan da kişisel farkındalık ve gelişim süreçleridir. Bireyin kendini tanıma isteği, psikolojik destek arayışı, terapiye başlama, meditasyon veya kişisel gelişim programlarına katılma gibi adımlar, değişimi güçlendirebilir. Bu süreçlerde, kişinin yaşamındaki “olumsuz” diye tanımladığı düşünce kalıplarını veya alışkanlıklarını fark ederek, onları daha işlevsel ve sağlıklı seçeneklerle değiştirmesi mümkündür.

Alışkanlıkların Gücü ve Motivasyon

Değişimin önünde duran en büyük engellerden biri alışkanlıklardır. Yıllar boyu tekrar edilen davranış kalıpları, beynin otomatik pilota bağladığı ve enerjiden tasarruf etmek adına sürdürdüğü tutumlar hâline gelir. Ancak yeni alışkanlıklar edinmek, yeterli motivasyon, kararlılık ve dış destekle mümkündür. Bu süreçte, kişinin kendine olan inancı da belirleyici rol oynar. Eğer kişi değişebileceğine inanır ve kendine karşı sabırlı olup küçük adımlar atmaya devam ederse, davranışlarında ve düşünce yapısında olumlu yönde bir evrim gerçekleşebilir.


Romantik İlişkilerde Değişim

İnsanların değişim potansiyeli, romantik ilişkilerde de belirgin bir şekilde kendini gösterir. İlişkiler, bireylerin kişilik özelliklerini ve davranış kalıplarını en yoğun etkileşim içinde deneyimledikleri ortamlardan biridir. Bir çift, birlikte vakit geçirdikçe birbirlerinin güçlü ve zayıf yönlerini daha iyi tanıma fırsatı bulur. Bu süreçte, partnerin ihtiyaçları, beklentileri ve değerleriyle karşılaşmak, değişim konusunda önemli bir motivasyon kaynağı olabilir. Örneğin, partnerinin duygusal ihtiyaçlarına karşı daha duyarlı olmayı öğrenmek veya sağlıklı bir iletişim tarzı geliştirmek, kişinin ilişkideki mutluluğu ve tatmini artırmak için değişebileceğine dair somut örneklerdir.

Bununla birlikte, romantik ilişkilerde değişim karmaşık bir süreçtir. Partnerinizin sizin değişmeniz yönündeki beklentileri bazen baskı oluşturabilir ve bu baskı, ilişkide çatışma veya kırgınlıklara yol açabilir. Öte yandan, sevgi, güven ve empati dolu bir ortamda kişi, kendi dönüşüm yolculuğunu daha rahat sürdürebilir. Bu noktada, her iki tarafın da açık iletişim, karşılıklı anlayış ve destek sunması kritik öneme sahiptir. Aksi takdirde, değişim beklentileri gerilime dönüşerek ilişkiye zarar verebilir.

Ortak Hedefler ve Ortak Çaba

Romantik ilişkilerde değişimi sürdürebilmek için, çiftlerin ortak hedefler belirlemesi ve bu hedeflere ulaşmak için birlikte çaba göstermesi önemlidir. Örneğin, çift terapisi veya birlikte katılınan kişisel gelişim atölyeleri, hem ilişki dinamiklerini anlamada hem de birbirini daha iyi tanımada etkili olabilir. Bu tür ortak deneyimler, çiftlerin kişisel farkındalıklarını artırırken, ilişki içerisinde birbirlerine nasıl daha iyi destek olabileceklerini de öğrenmelerini sağlar.


Sonuç olarak, insanlar değişebilir. Ancak bu değişim, bir gecede veya sihirli bir değnekle gerçekleşmez. Yaşam boyu süren öğrenme, deneyim ve kişisel çaba, değişimin anahtarlarıdır. Genetik yatkınlıklarımız ve kişilik özelliklerimizle yola çıkıyor olabiliriz; fakat hangi yöne doğru ilerleyeceğimize, edindiğimiz deneyimler ve gösterdiğimiz çaba şekil verir.

Özellikle romantik ilişkiler, bireysel değişim için önemli bir motivasyon kaynağı ve aynı zamanda bir deneyim alanı sunar. Burada, sevgi, anlayış ve destekle beslenen bir ilişki ortamı, değişimi kolaylaştırırken, baskı ve çatışma dolu bir ilişki ortamı tam tersine süreci zorlaştırabilir. Dolayısıyla “İnsanlar değişir mi?” sorusuna verilecek cevap, hem genel yaşamda hem de romantik ilişkilerde büyük ölçüde “Evet, yeterince istek ve çabayla…” olacaktır.

İnsanlar Değişir mi?

Klinik Psikolog Tuğçe Turanlar


Referanslar

Gündoğdu, Y. B. (2016). Psikanalitik kişilik kuramlarına göre gelişim ve değişimin imkanı.

Üngüren, E. (2015). Beynin nöroanatomik ve nörokimsayal yapısının kişilik ve davranış üzerindeki etkisi. Uluslararası Alanya İşletme Fakültesi Dergisi, 7(1).

İnsanların Değişmesi Mümkün mü?

Devamı
featured_image

Oversharing (Aşırı Paylaşım) Nedir ve Nasıl Başa Çıkılır?

Yazar: Tuğçe Turanlar30 Ocak 2025 İlişkiler, Kişisel Gelişim0 Yorum

Günümüzün dijital çağında hayatımızın pek çok yönünü sosyal medyada ve çevrimiçi platformlarda paylaşıyoruz. Ancak paylaşımların dozunu ayarlamak her zaman kolay olmayabiliyor. İnsanlar kimi zaman özel hayatlarına dair fazla detayı çevrim içi ortamlarda sunarak kendilerini “oversharing” (aşırı paylaşım) tuzağının içinde bulabiliyorlar. Bu yazıda; oversharing kavramının ne anlama geldiğini, hangi sebeplerle ortaya çıktığını, psikolojik etkilerini ve bu durumla başa çıkmak için hangi adımları atabileceğimizi ele alacağız.


Oversharing (Aşırı Paylaşım) Nedir?

Oversharing, kişinin özel ya da kişisel konularını gereğinden fazla, detaylı ve herkese açık şekilde paylaşması anlamına gelir. Bu sadece sosyal medya platformlarında yapılan paylaşımlarla sınırlı olmayıp, yüz yüze iletişimde bile kişisel sınırların ihmal edilmesi şeklinde kendini gösterebilir. Aşırı paylaşım, kişinin duygularına, yaşadığı olaylara ya da kendi mahremiyet alanına dair bilgileri kontrolsüz biçimde aktarmasıyla karakterizedir.

Örneğin, yeni tanıştığınız bir kişiye hemen aile sorunlarınızı, sağlık sıkıntılarınızı ya da duygusal gelgitlerinizi uzun uzadıya anlatmak, o kişiyle yakın bir bağınız olmamasına rağmen özel hayatınıza dair gereğinden fazla ayrıntıya girmek oversharing davranışıdır. Aynı şekilde sosyal medya platformlarında günlük hayata dair en ince ayrıntılara kadar paylaşım yapmak da benzer bir durum yaratır.


Oversharing’in Nedenleri Nelerdir?

Aşırı paylaşımın altında farklı dinamikler yer alabilir:

  1. Duygusal Destek İhtiyacı
    Kimi zaman insanlar yaşadıkları zorlayıcı duygularla tek başlarına baş etmekte zorlanırlar. Bu duygusal baskıyı hafifletmek adına çevrelerinden destek alabilmek için hemen her detayı paylaşma eğilimine girerler.
  2. Onaylanma ve Beğenilme İsteği
    Özellikle sosyal medya kullanımının arttığı bu dönemde, paylaştığımız her bilgiye “beğeni” ya da “yorum” yoluyla bir dönüş alırız. Bu da onaylanma duygusunu besler. Kişi yeterince beğeni alabilmek adına normalde sınırları dahilindeki mahrem bilgileri bile paylaşabilir.
  3. Özgüven Eksikliği
    Bazı kişiler, başkalarının ilgisini çekerek kendilerini önemli hissetmek veya varlıklarını kanıtlamak isterler. Bu nedenle özel hayatlarına dair detayları açığa çıkararak fark edilme ihtiyacını karşılarlar.
  4. Yalnızlık ve Bağ Kurma Arayışı
    Sosyal çevresi sınırlı, yalnızlık hissiyle baş etmeye çalışan bireyler, samimiyet kurulabileceğini düşünerek aşırı paylaşımda bulunabilirler. Bu şekilde paylaşımların hızlı bir yakınlık yaratacağı yanılgısına kapılırlar.
  5. Sınır Bilincinin Zayıf Olması
    Kişisel sınırlar, mahremiyet ve özel hayat konularında yeterince farkındalığın olmayışı da aşırı paylaşıma yol açar. Kimi insanlar hangi bilgileri, ne kadar ve kiminle paylaşmaları gerektiğini kestiremezler.

Oversharing’in Psikolojik ve Sosyal Etkileri

  1. Pişmanlık ve Utanç
    O an duygusal rahatlama amacıyla veya hızlı bir onaylanma beklentisiyle yapılan paylaşımlar, sonradan pişmanlık veya utanç duygusu doğurabilir. Özellikle dijital ortamda paylaşılan bilgiler kalıcı bir iz bırakabilir.
  2. İlişkilerde Güven Sorunları
    Aşırı paylaşım, çevrenizdeki insanlarla iletişiminizi olumsuz etkiler. Karşınızdaki kişinin mahremiyete dair algısını zedeleyebilir veya samimiyet seviyesine uygun olmayan detaylar paylaşmanız güveni sarsabilir.
  3. Kaygı Duygusunun Artması
    Özellikle özel ve hassas konuların herkese açık biçimde paylaşılması, ileride bu bilgilerin farklı şekillerde karşınıza çıkabileceği endişesini doğurur. Bu da kaygıyı artırarak kişinin ruh sağlığını olumsuz etkiler.
  4. Benlik Saygısında Dalgalanmalar
    Paylaşımlarınız beğeni topladığında iyi hissederken, eleştiriler ya da ilgisizlikle karşılaştığınızda özgüveniniz sarsılabilir. Bu duygu dalgalanmaları ruh sağlığında istikrarsızlığa yol açabilir.
  5. Karşı Tarafı Bunaltma veya Rahatsız Etme
    Sohbet halinde veya sosyal medyada paylaşılan yoğun ve gereğinden fazla kişisel bilgi, çevrenizdeki kişileri bunaltabilir ya da gereksiz bir duygu yükü ile baş başa bırakabilir. Bu da sosyal etkileşimlerinizi aksatır.

Oversharing’den Nasıl Kaçınılır?

Sınır Bilinci Geliştirin
Hangi bilgilerin paylaşılmaya uygun olduğunu, hangi detayların mahrem sayıldığını içsel olarak belirlemek önemlidir. Herkese açık platformlarda veya yeni tanıştığınız insanlarla paylaşımlarınızı mutlaka gözden geçirin.

Düşün – Bekle – Paylaş Tekniği
Özellikle duygusal yoğunluğun yüksek olduğu anlarda paylaşım yapmadan önce kendinize şu soruları sorun:

  • Bu bilgiyi paylaşmam şart mı?
  • Paylaştığımda kendimi nasıl hissedeceğim?
  • Karşımdaki kişi bu bilgiyi bilmekten gerçekten memnun olacak mı?
  • Birkaç saniye beklemek ve düşünmek, gereksiz ifşaları önlemede oldukça yardımcı olur.

Destek Sistemleri Oluşturun
Yaşadığınız duygusal zorlukları herkesle paylaşmak yerine güvendiğiniz, yakın çevrenizde olan bir iki kişiyle ya da bir uzmanla paylaşmak daha sağlıklı olur. Böylece ihtiyaç duyduğunuz desteği alırken gereğinden fazla kişinin özel hayatınıza nüfuz etmesini engellemiş olursunuz.

Gizlilik Ayarlarına Dikkat Edin
Sosyal medyada, özellikle fotoğraf ve hikaye paylaşım platformlarında, gizlilik ayarlarınızı gözden geçirin. Herkese açık paylaşımlar yerine, yalnızca yakın çevrenizle veya oluşturduğunuz belirli listelerle paylaşım yapmayı tercih edebilirsiniz.

Profesyonel Yardım Alın
Aşırı paylaşım davranışı özdeğer, yalnızlık, kaygı veya özgüven eksikliği gibi derin nedenlere dayanıyor olabilir. Bu konular üzerinde çalışmak için bir psikolog, psikolojik danışman veya terapistle görüşmek yararlı olacaktır.

Online psikolojik danışmanlık randevusu almak için yulepsikoloji@gmail.com adresine mail atabilir ya da 0532 053 3992 whatsapp üzerinden mesaj atarak iletişime geçebilirsiniz.


Aşırı Paylaşım Yapmadan Samimi ve Açık Olmak Mümkün mü?

Elbette, samimiyet ve aşırı paylaşım birbirinden tamamen farklı kavramlardır. Samimi bir iletişim, duygularınızı, düşüncelerinizi ve yaşadıklarınızı uygun bir seviyede paylaşmayı içerir. Aşırı paylaşımla karıştırılan durum, aslında insanların birbirine yakınlaşırken dozunda bilgi aktarımı yapmasıyla çözümlenir. Örneğin, yeni tanıştığınız bir kişiyle sohbet ederken onunla empati kuracak, ortak ilgi alanlarını yakalayacak konuları paylaşmak yerinde olur; ancak özel hayatınızdaki en derin detaylara hemen girmek uygun olmayabilir.

Dolayısıyla samimi ve içten paylaşımlar, karşınızdakini de sizi de zora sokmayacak şekilde bir denge içinde gerçekleşmelidir. Bu dengeyi bulmak zaman alabilir ancak kendinizi ve sınırlarınızı tanıdıkça bu konuda daha bilinçli davranabilirsiniz.


Sonuç

Oversharing (aşırı paylaşım), hem yüz yüze hem de dijital etkileşimlerde kendi sınırlarımızı ihlal etmemize ve uzun vadede pişmanlık, kaygı ve sosyal ilişkilerde zedelenmeye yol açabilen bir davranış biçimidir. Kimi zaman bir anlık rahatlamaya ya da beğenilme ihtiyacına cevap verse de, paylaştıklarımızın kalıcılığı ve etkileri düşünüldüğünde sağlıklı sınırları korumak çok daha önemlidir.

Bu noktada “Düşün – Bekle – Paylaş” gibi basit stratejiler uygulamak, mahremiyet algısına önem vermek, güvendiğiniz yakın çevrenizi kullanmak veya profesyonel destek almak efektif çözümler sunar. Kişisel sınır ve mahremiyet bilinci, yaşam kalitemizi korumak ve uzun vadede sağlıklı ilişkiler sürdürmek adına kritik öneme sahiptir.

Aşırı paylaşım alışkanlığından uzaklaşıp, samimiyeti koruyarak ölçülü davranmayı öğrendiğimizde, dijital dünyada da gerçek hayatta da daha sağlıklı ve sürdürülebilir bir iletişim kurabiliriz. Unutmayın, her bilgi paylaşılmaya uygun değildir; mahremiyet, kişisel bütünlüğümüzü koruyan en temel değerlerden biridir.

Klinik Psikolog Tuğçe Turanlar

Kaynaklar

Algül, A. (2018). Sosyal ağ kullanıcılarının “abartılı paylaşım”, “benlik sunumu” ve mahremiyet tüketimleri. Öneri Dergisi, 13(49), 21–44.

Aharony, N. (2016). Relationships among attachment theory, social capital perspective, personality characteristics, and Facebook self-disclosure. Aslib Journal of Information Management, 68(3), 362–386. https://doi.org/10.1108/AJIM-01-2016-0001
Taddei, S., & Contena, B. (2013). Privacy, trust and control: Which relationships with online self-disclosure? Computers in Human Behavior, 29(3), 821–826.

 

Devamı
featured_image

Uzun Süreli Yalnızlık: Beyin Üzerindeki Etkileri ve Çözüm Yolları

Yazar: Tuğçe Turanlar24 Ocak 2025 Bireysel Terapi, Depresyon, İlişkiler, Kişisel Gelişim, Online Terapi0 Yorum
[ez-toc]

Modern yaşam tarzının yaygınlaşmasıyla birlikte, yalnızlık her yaştan insanın karşılaştığı önemli bir duygu durumuna dönüşmüştür. Gerek sosyal ilişkilerde eksiklik, gerekse teknolojik gelişmelerin sağladığı “dijital yalnızlaşma”, bireylerin hem psikolojik hem de fizyolojik sağlığını ciddi şekilde etkilemektedir.

Yalnızlık Nedir

Yalnızlık, kişinin sahip olduğu sosyal ilişkiler ile bu ilişkilerden beklediği duygusal yakınlık arasındaki farktan kaynaklanır. Sadece fiziksel olarak “tek başına kalmak” anlamına gelmez. İnsan, kalabalıkların içinde bile anlaşılmadığını ya da dışlandığını hissedebilir. Bazıları, hayatında çok az kişi olmasına rağmen kendini tamamlanmış hissederken, geniş bir sosyal çevreye sahip olan bir başkası derin bir yalnızlık yaşayabilir. Bu, yalnızlığın nicelikle değil, nitelikle ilgili bir durum olduğunu gösterir. Yalnızlık, kişisel algılarla ve ihtiyaçlarla şekillenen karmaşık bir duygudur.

Yalnızlığın Farklı Bakış Açıları

Sosyal İlişkiler ve Beklentiler Arasındaki Fark: Kişinin hayal ettiği ve arzuladığı sosyal bağlarla, gerçekte sahip olduğu ilişkiler arasında bir uyumsuzluk olduğunda yalnızlık hissi ortaya çıkabilir. Bu uyuşmazlık, kişinin kendini yetersiz, dışlanmış ya da anlaşılmamış hissetmesine neden olur.

Modern Dünyada Bireyselleşme: Toplumsal bağların zayıflaması ve bireyselleşmenin artması, yalnızlık hissinin modern yaşamda daha sık görülmesine yol açmaktadır.

Teknolojik Etkiler: Sosyal medyanın yaygın kullanımı, yüz yüze iletişimde azalmaya ve kişinin kendini “dijital” bir ortamda tatmin olmuş gibi hissetmesine yol açabilir. Ancak bu durum, çoğu zaman gerçek sosyal bağları güçlendirmek yerine insanları daha da yalnızlaştırır. Dijital dünyanın sunduğu geçici bağlantılar, derin ve anlamlı ilişkilerin yerini dolduramaz.

Yalnızlığın Çeşitleri

Yalnızlık hissinin birden fazla boyutu ve türü vardır. En yaygın bilinen ayrım, duygusal yalnızlık ve sosyal yalnızlık olarak yapılmaktadır.

Duygusal Yalnızlık

Tanım: Kişinin fiziksel olarak çevresinde insanlar olsa bile derin bir “anlaşılamama” hissine kapılmasıdır. “Kalabalık içinde yalnız” hissetmek de bu türün en tipik örneklerindendir.

Nedenleri: Romantik ilişkilerde veya yakın birebir ilişkilerde güven, samimiyet veya kalıcı bağ eksikliği.

Sonuçları: Dışlanmış hissetme, özgüven kaybı, yoğun bir boşluk duygusu, iletişimde zorlanma.

Sosyal Yalnızlık

Tanım: Topluluklara veya gruplara dahil olamama, yetersiz sosyal destek ve arkadaş eksikliği gibi sebeplerle ortaya çıkan yalnızlık türüdür.

Nedenleri: Ortak hobi ve ilgi alanlarına sahip insanlarla iletişime geçememe, yeni ortamlara girme zorluğu, sosyal beceri eksikliği vb.

Sonuçları: Kişinin sosyal ağ oluşturamaması, dışlanma korkusu, sosyal etkinliklerden uzaklaşma.

Yalnızlık Neden Yaşanır

1982 yılında yapılan bir araştırmada yalnızlık nedenleri içsel ve dışsal etkenler olarak ikiye ayrılmaktadır:

İçsel Nedenler

Antipatik kişilik yapısı (diğer insanlar tarafından hoş bulunmama)

Fiziksel olarak “çekici” olmadığını düşünme

Reddedilme korkusu

Sosyal ilişkiler başlatma becerisi eksikliği

Utangaçlık, karamsarlık

Yeterli çabayı göstermeme

Kendini şanssız hissetme

Dışsal Nedenler

Diğer insanların isteksizliği, korkuları veya mevcut gruplara yeni birini dahil etmek istememeleri

Kişisel olmayan durumlar (taşınma, iş veya okul değiştirme vb.)

Fırsat yoksunluğu (yeterli sosyalleşme imkanı bulamama)

Bu faktörler, kültürel değerler, kişilik özellikleri ve sosyal çevre koşulları gibi unsurlarla birleştiğinde yalnızlık duygusunu tetikleyebilmektedir.

Modern Toplumda Yalnızlık

Günümüz modern toplumlarında yalnızlık hissinin artmasında iki önemli faktörden bahsedebiliriz:

Bireyselleşme Süreci: Geleneksel toplumlarda insanlar doğal bir güven ve aidiyet duygusu içinde yaşarken, modern dünyada “herkes kendi yolunu çizmeli” anlayışı öne çıkmıştır. Ortak değerler ve toplu yaşam yerine bireysel başarı, bireysel konfor ve bireysel güven alanının korunması vurgulanır. Bu durum, samimi ilişkilerin azalmasına ve mesafeli ilişkilere yol açmaktadır.

Teknolojik Gelişmeler ve Sosyal Medya:

Sanal İletişim: Yeni insanlarla çevrimiçi tanışmak, sosyal kaygısı olan bireyler için kolaylık sağlayabilir. Ancak bu iletişim yüz yüze gelmediği için çoğu zaman yüzeysel kalır.

Çalışma Şekillerinin Değişmesi: Uzaktan çalışma, çevrimiçi eğitim gibi teknolojik imkanlar, bireyleri ofis ve okul gibi sosyal ortamlardan uzak tutarak yalnızlık hissini artırabilir.

Yanlış Sosyal Medya Kullanımı: Sosyal medyadaki etkileşim, gerçek hayattaki kadar derin olmayabilir. Sadece paylaşımlar ve beğeniler üzerinden kurulan iletişim, gerçek sosyal bağların kurulmasını engelleyebilir.

Uzun Süreli Yalnızlığın (Kronik Yalnızlık) Beyin Üzerindeki Etkileri

Kısa süreli bir yalnızlık dönemi genellikle geçicidir ve birey, sosyal bağlantılarını yeniden güçlendirebilir. Ancak uzun süreli ve kronik yalnızlık, beyin kimyasında ve yapısında ciddi değişimlere yol açabilmektedir.

Beyindeki Temel Değişimler:

Amigdala Aktivasyonunun Artması

Uzun süre yalnız kalan kişiler, sürekli bir tehdit algısı içinde olabilir. Amigdala aşırı tetikte olduğunda, birey kaygı, paranoya ve güvensizlik yaşayabilir.

Hipotalamus-Hipofiz-Adrenal (HPA) Ekseni Bozulması

Bu eksen, stres hormonlarının (kortizol, adrenalin) salınımından sorumludur. Uzun süreli yalnızlık kronik strese yol açarak vücuttaki iltihaplanma ve bağışıklık sistemi zayıflamasına neden olabilir.

Hipokampüs İşlevinde Azalma

Hipokampüs, öğrenme ve hafıza süreçlerini yönetir. Uzun süreli yalnızlık, bellek ve öğrenme işlevlerinde zayıflamalara yol açabilir.

Prefrontal Korteks Etkilenmesi

Karar verme, problem çözme ve planlama gibi yüksek bilişsel işlevler, yalnızlık süresince zarar görebilir. Dikkat dağınıklığı, odaklanma problemleri ve motivasyon kaybı görülebilir.

Fiziksel ve Psikolojik Sağlığa Etkileri

Kalp ve Damar Hastalıkları Riski: Yüksek stres hormonu salgısı tansiyonu artırabilir; kalp hastalıklarına zemin hazırlar.

Bağışıklık Sisteminde Zayıflama: Kronik stres ve yalnızlık, vücudun kendini savunma mekanizmalarını zayıflatabilir.

Uyku Kalitesinin Bozulması: Yalnızlık hissiyle beraber gelen gerginlik ve psikolojik rahatsızlıklar, uykuya dalma zorluğu ve uykunun sık sık bölünmesine neden olabilir.

Depresyon ve Anksiyete: Kronik yalnızlık, depresyon ve kaygı bozukluklarının artmasına yol açmaktadır.

Yalnızlıkla Nasıl Başa Çıkılır

Uzun süreli yalnızlık ciddi problemlere neden olsa da çeşitli yöntemler ve stratejilerle bu duygudan kurtulmak veya en azından etkilerini azaltmak mümkündür.

Kişisel Gelişim ve Yeni Beceriler Öğrenme

Yeni beceriler edinmek ve hobiler geliştirmek, iletişim kurmaya uygun sosyal ortamlara girmenizi sağlar.

Bir müzik aleti öğrenmek, resim kursuna katılmak veya dil kursuna gitmek, ortak ilgi alanlarına sahip insanlarla bir araya gelmeyi kolaylaştırır.

Düzenli Egzersiz Yapmak

Spor, vücuttaki endorfin salgısını artırarak mutluluk hissini tetikler.

Düzenli egzersiz yapan kişiler, daha yüksek özgüvene ve daha iyi bir psikolojik duruma sahip olabilir.

Sosyal Ortamlarda Aktif Olmak

Arkadaş grupları, dernekler, kulüpler veya gönüllü çalışmalar aracılığıyla yeni insanlarla tanışabilirsiniz.

Sosyal çevrenizi genişlettikçe yalnızlık hissi azalabilir ve yeni bakış açıları kazanabilirsiniz.

Yakın İlişkileri Güçlendirmek

Var olan arkadaşlıklarınızı ve aile ilişkilerinizi güçlendirmeye çalışın.

Bir arkadaşınızla veya aile üyenizle düzenli buluşmalar ayarlayabilir, uzun süredir iletişim kurmadığınız kişilerle tekrar bağlantıya geçebilirsiniz.

Sosyal Medyayı Bilinçli Kullanmak

Sosyal medyayı, yeni insanlarla tanışma veya mevcut ilişkileri ilerletme aracı olarak görmek yerine, yüz yüze etkileşimlerin destekleyicisi olarak kullanın.

Online ortamda tanıştığınız kişilerle, mümkünse yüz yüze görüşmeyi deneyin.

Profesyonel Destek Almak

Psikolog veya psikiyatrist desteği, yalnızlıkla baş etmede etkili bir yöntemdir. Özellikle kronik stres, depresyon veya anksiyete ile baş edemediğinizi düşünüyorsanız online psikolojik danışmanlık randevusu almak için yulepsikoloji@gmail.com adresine mail atabilir ya da 0532 053 3992 üzerinden mesaj atarak iletişime geçebilirsiniz.

Grup terapileri veya destek grupları da benzer deneyimler yaşamış kişilerle bir araya gelerek yalnızlık duygusunu azaltmanıza yardımcı olabilir.

Evcil Hayvan Sahiplenmek

Bir köpek veya kedi sahiplenmek, yalnızlık hissini hafifletebilir. Hayvanlarla kurulan bağ, kişinin sorumluluk duygusunu artırmakla birlikte yalnızlık ve boşluk hissini de hafifletir.

Sonuç ve Öneriler

Yalnızlık, hayatın belirli dönemlerinde herkesin yaşayabileceği doğal bir duygudur. Ancak kronik ve uzun süreli yalnızlık, beyin yapısını ve genel sağlığı olumsuz etkileyebilir, depresyondan kalp hastalıklarına kadar birçok problemi tetikleyebilir. Modern toplumda artan bireyselleşme ve teknolojik gelişmeler yalnızlığı daha sık yaşanır hale getirmiştir. Buna rağmen, yeni beceriler edinerek, sosyal ortamlara katılarak ve profesyonel destek alarak bu duyguyla etkin biçimde baş etmek mümkündür.

Unutmayın: Yalnızlık, tamamen yok edilmesi gereken bir “düşman” değildir. Aksine, sosyal bağlarımızı güçlendirmek ve ilişkilerimizi derinleştirmek için bir işaret olarak görülebilir. Bu duygu, sizi yeni insanlarla tanışmaya, mevcut bağlarınızı derinleştirmeye ve daha sağlıklı bir sosyal çevre inşa etmeye teşvik edebilir.

Uzman Klinik Psikolog Tuğçe Turanlar

Kaynakça

De Jong Gierveld, J., & Van Tilburg, T. (2006). A 6-item scale for overall, emotional, and social loneliness: Confirmatory tests on survey data. Research on Aging, 28(5), 582-598. https://doi.org/10.1177/0164027506289723

Masi, C. M., Chen, H. Y., Hawkley, L. C., & Cacioppo, J. T. (2011). A meta-analysis of interventions to reduce loneliness. Personality and Social Psychology Review, 15(3), 219-266.

Ulutaş, E., & Gökçen, A. (2019). Toplum Tipleri ve Yalnızlık Halleri. OPUS Uluslararası Toplum Araştırmaları Dergisi, 10(17), 1809-1835.

Not: Bu yazı tıbbi tavsiye niteliği taşımaz. Psikolojik veya tıbbi sorularınız için mutlaka alanında uzman bir doktora danışınız. Yalnızlık veya başka bir ruh sağlığı sorunu yaşıyorsanız, psikiyatri hekiminize veya psikolog desteğine başvurmanız önerilir.

Devamı
featured_image

İlişkilerde Kırmızı Bayraklar

Yazar: Tuğçe Turanlar9 Ocak 2025 Çift Terapisi, İlişkiler, Kişisel Gelişim0 Yorum
[ez-toc]

Romantik ilişkiler, bir yanıyla mutluluk ve bağlılık getirirken, diğer yanıyla da zaman zaman zorluklarla dolu olabilir. Her ilişkide inişler ve çıkışlar doğaldır; ancak bazı durumlar, ilişkinin sağlıklı bir şekilde sürdürülebilirliği konusunda ciddi sinyaller verir. İlişkilerde “Kırmızı bayraklar” olarak adlandırılan bu işaretleri fark etmek, ilişkinizin geleceğini değerlendirmeniz için önemli bir fırsattır. Peki, bu işaretler neler? Hangi durumlarda ilişkiyi kurtarmak için çalışmalı, hangi durumlarda ise ayrılmayı düşünmelisiniz?


Kırmızı bayraklar, bir ilişkide olası problemleri gösteren uyarıcı işaretlerdir. Bu işaretler, çoğu zaman partnerin davranışları veya ilişkinin dinamikleriyle kendini belli eder. Bunlar arasında saygısızlık, güvensizlik, manipülasyon ya da duygusal, zihinsel veya fiziksel sağlığa zarar veren durumlar yer alabilir. Erken fark edilen kırmızı bayraklar, doğru adımlarla çözülebilir ya da size ilişkiyi sonlandırma kararı alma cesareti verebilir.


İlişkilerde Hangi Davranışlar “Kırmızı Bayraklar” Olarak Adlandırılır

Kontrolcü Davranışlar

Partnerinizin, hayatınızı sürekli kontrol etme eğiliminde olması, sağlıklı bir ilişki dinamiğine zarar verir.

Örnek: Kimlerle görüştüğünüzü sorgulamak, sosyal medyanızı takip etmek ya da hayatınızın küçük detaylarına kadar müdahale etmek.

Ne Yapılabilir? Kontrolcü davranışlar genellikle güvensizlikten kaynaklanır. Eğer bu durum açık iletişimle çözülemiyorsa, uzun vadede ciddi bir problem haline gelebilir.

Güven Eksikliği

Güven, bir ilişkinin temelidir. Güven eksikliği; kıskançlık, suçlamalar ve sürekli çatışmalara yol açar.

Örnek: Partnerinizin, hiçbir kanıt olmadan sizi sürekli aldatmakla suçlaması.

Ne Yapılabilir? Güven inşa edilebilirse ilişki kurtarılabilir; ancak sürekli ve temelsiz güvensizlik, ilişkiyi sürdürülemez kılar.

Duygusal veya Fiziksel Şiddet

Şiddet, bir ilişkide asla kabul edilemez. Duygusal şiddet, manipülasyon veya küçümseme şeklinde ortaya çıkabilir; fiziksel şiddet ise doğrudan sınır ihlalidir.

Ne Yapılabilir? Şiddet durumunda ilişkiyi sonlandırmak ve güvenli bir ortam yaratmak hayati öneme sahiptir.

Yalan Söyleme ve Gizlilik

Sürekli yalan söyleyen veya gerçekleri sizden saklayan bir partner, güven ve samimiyeti zedeler.

Örnek: Finansal durumunu gizlemek ya da önemli konularda sürekli yalan söylemek.

Ne Yapılabilir? Birkaç hata üzerine çalışılabilir; ancak kronik yalan, daha büyük sorunların habercisidir.

Sorunlardan Kaçınma

Tartışmaların ya da problemleri çözmenin sürekli ertelenmesi, ilişkide biriken duygusal yükü artırır.

Örnek: Tartışma sırasında konuyu kapatmak, iletişimden kaçınmak.

Ne Yapılabilir? İlişkide sağlıklı bir ilerleme için her iki tarafın da sorunları ele almaya istekli olması gerekir.


Ne Zaman Çözüm Aranabilir

Bazı durumlar, zorlu olsa da, ilişkinin kurtarılabilmesi için bir fırsat sunar. Bu sorunlar, açık iletişim ve karşılıklı çaba ile aşılabilir.

Güvensizlik veya Travmatik Geçmiş

Partnerin geçmiş deneyimleri nedeniyle güvensizlik yaşıyor olabilir. Bu tür durumlarda terapi ve sabır, ilişkiye destek olabilir.

Örnek: Geçmişteki bir aldatma nedeniyle oluşan güvensizlik.

İletişim Problemleri

Yanlış anlaşılmalar, çoğu ilişkide karşılaşılan doğal bir sorundur ve iyi bir iletişimle çözülebilir.

Örnek: Kötü niyet olmaksızın yaşanan yanlış anlamalar.

Hayatın Getirdiği Zorluklar

İş kaybı veya aile sorunları gibi dışsal faktörler, ilişkinizde geçici bir gerilime neden olabilir.

Ne Yapılabilir? Destekleyici bir tutum sergileyerek bu tür zorlukların üstesinden gelinebilir.


Ne Zaman Ayrılmayı Düşünmelisiniz

Bazı kırmızı bayraklar, ilişkiyi onarılamaz hale getirir. Bu durumlarda, ayrılık kararı almak, uzun vadede sizin için daha sağlıklı bir seçenek olabilir.

Şiddet veya Manipülasyon

Şiddet, fiziksel ya da duygusal olsun, asla tolere edilmemelidir.

Karşılıklı Çaba Eksikliği

Bir partnerin sürekli olarak ilişkiyi iyileştirmek için çaba göstermemesi, ilişkiyi sürdürülemez kılar.

Temel Uyuşmazlıklar

Gelecek planları, değerler ya da hayata bakış açılarındaki ciddi farklılıklar, çözümü imkansız hale getirebilir.


Karar Vermek İçin İpuçları

İlişkinizi Gözden Geçirin: Bu sorunlar ne kadar süredir var? Gittikçe kötüleşiyor mu?

İhtiyaçlarınızı Değerlendirin: İlişki, size huzur ve mutluluk getiriyor mu?

Destek Alın: Lisanslı bir ruh sağlığı uzmanından destek alabilirsiniz.

Kendi İyiliğinizi Önceliklendirin: Sağlığınızı tehdit eden bir ilişkide kalmaktansa, ayrılık daha doğru bir seçenek olabilir.


Sonuç

İlişkilerde kırmızı bayraklar, çoğu zaman önemli bir kararın eşiğinde olduğunuzun habercisidir. Sağlıklı bir ilişki; sevgi, saygı, güven ve açık iletişimle mümkündür. Eğer bu unsurların eksik olduğunu fark ediyorsanız, kendinizi önceliklendirmek ve doğru adımları atmak için cesaret göstermelisiniz.


Klinik Psikolog Tuğçe Turanlar

Yule Psikoloji

(Online psikolojik danışmanlık randevusu almak için yulepsikoloji@gmail.com adresine mail atabilir ya da 0532 053 3992 whatsapp üzerinden mesaj atarak iletişime geçebilirsiniz.)


Kaynakça

Gottman, J. M., & Silver, N. (1999). Evliliği Sürdürmenin 7 İlkesi.

American Psychological Association. (n.d.). Sağlıklı vs. Sağlıksız İlişkiler. apa.org

Psychology Today. (n.d.). Sağlıklı İlişki İşaretleri. psychologytoday.com

Devamı
featured_image

Gölge Arketipi

Yazar: Tuğçe Turanlar16 Aralık 2024 Jung, Kişisel Gelişim, Psikoterapiler0 Yorum

Carl Gustav Jung’un psikoloji dünyasına kazandırdığı en etkileyici kavramlardan biri olan gölge arketipi, insan psikolojisinin derinliklerine dair önemli bir pencere açar. Gölge, bilincimizin dışında kalan ve genellikle bastırdığımız, reddettiğimiz ya da görmezden geldiğimiz yönlerimizi temsil eder. Çoğu zaman karanlık, ulaşılmaz ve rahatsız edici gibi görünse de, eğer yüzleşir ve entegre edebilirsek, kişisel gelişim için büyük bir potansiyel taşır.

Gölge Arketipi Nedir

Jung, gölge arketipini bireyin karanlık tarafı olarak tanımlar. Gölge, bizim ideal benlik algımıza uymayan ve bu yüzden bastırdığımız duygu, düşünce ve davranışlardan oluşur. Bu özellikler olumsuz nitelikler (örneğin öfke, kıskançlık ya da açgözlülük) olabileceği gibi, toplumsal ya da kişisel normlara uymadığı için reddedilen olumlu özellikler (örneğin yaratıcılık, özgüven ya da spontanlık) de olabilir.

Örneğin, sürekli nazik olmayı ön planda tutan bir kişi, öfkesini ya da kararlı tavırlarını bastırabilir ve bunlar farkında olmadan gölgesinin bir parçası haline gelir. Ancak bu özellikler bastırıldığında tamamen yok olmaz; bilinçaltında kalır ve dolaylı yollarla davranışlarımızı etkiler.

Gölge Nasıl Oluşur

Gölge, çocukluk döneminde toplumun beklentileri ve normları ile şekillenmeye başlar. Aile, kültür ya da toplum tarafından kabul görmeyen özellikler, sosyal uyumu sağlamak ve olumlu bir benlik algısı oluşturmak adına bastırılır. Bu süreç zamanla bilinçaltımızda birikerek gölgeyi oluşturur.

Örneğin, çocukken öfkesini ifade etmesi engellenen bir birey, yetişkinlikte çatışmadan kaçınan ancak zaman zaman kontrolsüz öfke patlamaları yaşayan biri haline gelebilir.

Gölgenin Kendini Gösterdiği Durumlar

Gölge genellikle farkında olmadığımız şekillerde kendini gösterir. Bunlar arasında:

  • Yansıtma: Gölge özelliklerimizi başkalarına atfetmek. Örneğin, dürüstlük konusunda sorun yaşayan bir kişi, başkalarını sürekli yalan söylemekle suçlayabilir.
  • Duygusal Tepkiler: Belirli insanlara veya durumlara aşırı tepkiler vermek, genellikle gölgenin iş başında olduğunu gösterir.
  • Rüyalar: Jung’a göre gölge, sıklıkla rüyalar aracılığıyla kendini gösterir ve rahatsız edici figürler veya temalarla ifade edilir.

Gölge Arketipi ve Kişisel Gelişim

Jung, gölgeyi görmezden gelmenin psikolojik dengesizliğe ve tıkanıklığa yol açacağını vurgulamıştır. Gölgeyle yüzleşmek ve onu entegre etmek, bireyleşme (individuation) sürecinin temel bir parçasıdır. Bu süreç, bütünsel ve özgün bir insan olma yolunda atılan en önemli adımlardan biridir.

Gölgeyle Yüzleşme ve Entegrasyon Adımları

  1. Varlığını Kabul Etmek: Herkesin bir gölgesi olduğunu kabul etmek, bu yolda ilk adımdır.
  2. Kendini Gözlemlemek: Kişinin tetiklendiği durumlara, yargılamalarına ve tekrarlayan çatışmalara dikkat etmesi gerekir. Hangi özelliklerden ya da duygulardan kaçınıyorsunuz?
  3. Rüyaları İncelemek: Jung’a göre gölge, rüyalarda sıklıkla ortaya çıkar ve bilinçaltındaki çatışmalara dair ipuçları verir.
  4. Yaratıcı İfade: Sanat, yazı veya diğer yaratıcı faaliyetler, gölgeyle güvenli bir şekilde yüzleşmek için bir alan sunabilir.
  5. Terapi: Özellikle Jungian yöntemlerle çalışan bir terapistle gölge çalışması yapmak, bu süreci güvenli ve bilinçli bir şekilde ilerletmeye yardımcı olabilir.

Gölgeyi Kucaklamanın Önemi

Gölge, özünde olumsuz bir kavram değildir. Karanlık ve yıkıcı eğilimler barındırsa da, aynı zamanda yaratıcılık, dayanıklılık ve bilgelik gibi keşfedilmeyi bekleyen potansiyelleri de içerir. Gölgeyi entegre etmek, şu faydaları sağlar:

  • İlişkileri İyileştirir: Gölgeyi anlamak, yansıtmayı azaltır ve empatiyi artırır.
  • İçsel Uyumu Artırır: Kendini tüm yönleriyle kabul eden birey, içsel çatışmalardan arınır.
  • Potansiyeli Ortaya Çıkarır: Gölgenin içinde gizli olan yetenekler ve özellikler, kişinin hayatına yeni bir zenginlik katabilir.

Jung’un Gölge Üzerine Bıraktığı Miras

Jung’un gölge arketipi, hem bireysel hem de toplumsal düzeyde derin etkiler yaratır. Bireysel düzeyde gölge çalışması, psikolojik büyümeyi ve özgünlüğü destekler. Toplumsal düzeyde ise gölgeyi anlamak, önyargıların, çatışmaların ve ayrışmaların azalmasına katkı sağlayarak farkındalık ve empatiyi teşvik eder.

Jung’un şu ünlü sözü, bu yolculuğun önemini özetler:
“Bilinçsiz olanı (bilinçdışını) bilinçli hale getirmediğiniz sürece, o sizin hayatınızı yönlendirecek ve siz bunu kaderiniz sanacaksınız.”

Gölgeyle yüzleşmek kolay değildir; cesaret, dürüstlük ve tevazu gerektirir. Ancak ödülü büyüktür: Kendini daha derin bir düzeyde anlamak ve daha özgün bir yaşam sürmek.

Kaynaklar
Jung, C. G. (1959). Aion: Researches into the Phenomenology of the Self. Princeton University Press.
Sharp, D. (1991). Jung Lexicon: A Primer of Terms & Concepts. Inner City Books.
Stein, M. (1998). Jung’s Map of the Soul: An Introduction. Open Court. Wilde, D.J. (2011). Shadow Archetypes. In: Jung’s Personality Theory Quantified. Springer, London. https://doi.org/10.1007/978-0-85729-100-4_8

 


Kendi Gölgenizi Keşfetmeye Hazır mısınız?

Gölgenizi anlamak ve kabul etmek, sadece içinizdeki karanlık yönleri değil, aynı zamanda saklı kalan gücünüzü, yaratıcılığınızı ve potansiyelinizi de ortaya çıkarabilir. Bu yolculukta yalnız değilsiniz.

📞 Telefon: 0532 053 3992
📧 E-posta: yulepsikoloji@gmail.com
🌐 Online Randevu: Yule Psikoloji

Yule Psikoloji, Muğla Gökova’daki ofisimizde veya online terapi seçenekleriyle bireysel ihtiyaçlarınıza uygun profesyonel destek sunmaktadır. Kendinizi daha yakından tanımak ve bu içsel yolculuğa adım atmak için hemen randevu alabilirsiniz.


 

Devamı
featured_image

Duygusal Bağımlılık: İçsel Özgürlüğünüzü Geri Kazanın

Yazar: Tuğçe Turanlar13 Aralık 2024 Çift Terapisi, İlişkiler, Kişisel Gelişim0 Yorum

Duygusal bağımlılık, bireyin kendini tamamlanmış hissetmek için belirli duygulara ya da ilişkilere bağımlı hale gelmesidir. Bu bağımlılık genellikle çözülmemiş duygusal yaralardan, karşılanmamış ihtiyaçlardan ya da çocukluktan gelen davranış kalıplarından kaynaklanır. Duygusal bağımlılıktan kurtulmak, bu bağımlılığın doğasını anlamayı, etkilerini fark etmeyi ve duygusal bağımsızlık ile içsel şifaya yönelik bilinçli adımlar atmayı gerektirir.

Bu yazıda, duygusal bağımlılığın ne olduğunu, nedenlerini, belirtilerini ve bundan kurtulmanın yollarını ele alacağız.


Duygusal Bağımlılık Nedir

Duygusal bağımlılık, bireyin belirli duygusal deneyimleri bilinçsizce tekrar aradığı bir döngüyü ifade eder. Bu deneyimler zarar verici ya da yıkıcı olsa bile, birey kendini bu duygulara çekilmiş hisseder. Örneğin, bazı kişiler çatışma, reddedilme ya da drama dolu ilişkilere sürekli çekilir çünkü bu duygular onlara tanıdık gelir ve geçmişten gelen köklü bir duygusal kalıbı yeniden güçlendirir.

Madde bağımlılığından farklı olarak, duygusal bağımlılık dışsal bir madde yerine içsel deneyimlere dayanır. Çoğu zaman geçmiş travmalar ya da karşılanmamış duygusal ihtiyaçlarla bağlantılıdır.


Duygusal Bağımlılık Belirtileri

Duygusal bağımlılıkla mücadele ettiğinizi gösteren bazı yaygın belirtiler şunlardır:

  1. Zararlı Kalıpların Tekrarı: Sürekli olarak duygusal acıya neden olan ilişkilere ya da durumlara çekilmek.
  2. Aşırı Bağlılık: Terk edilme korkusu ya da sürekli başkalarından onay bekleme ihtiyacı.
  3. Duygusal Yükseliş ve Düşüşler: Pozitif ya da negatif, yoğun duyguları arzulamak.
  4. Yalnızlıkla Baş Edememek: Başkalarının onayı olmadan rahat ya da tatmin olmuş hissedememek.
  5. Kırmızı Bayrakları Görmezden Gelmek: Sağlıksız ilişkilere zararını bildiğiniz halde devam etmek.

Duygusal Bağımlılıktan Kurtulmanın Yolları

  1. Kalıbı Fark Edin
    İlk adım, duygusal bağımlılığı fark etmek ve kabul etmektir. İlişkilerinizi ve duygusal deneyimlerinizi gözden geçirin. Sürekli çatışma, reddedilme ya da ihtiyaç hissi gibi tekrar eden temalar var mı? Bu kalıpları tespit etmek değişim için temel bir adımdır.
  2. Kök Nedenleri Anlayın
    Duygusal bağımlılık genellikle çocuklukta yaşanan ihmal, terk edilme ya da duygusal güven eksikliğinden kaynaklanır. Terapinin ya da öz farkındalığın yardımıyla bu kökenleri keşfedebilir ve bağımlılıklarınıza anlam kazandırabilirsiniz.
  3. Duygusal Farkındalık Geliştirin
    Farkındalık uygulamaları yaparak, duygusal tetikleyicilerinizi yargılamadan gözlemleyin. Eski kalıplara çekildiğinizi fark ettiğinizde, farklı bir seçim yapma gücünüz olduğunu hatırlayın.
  4. Duygusal Bağımsızlık İnşa Edin
    Kendilik değerini dışsal onaya dayandırmadan geliştirin. Size mutluluk ve tatmin getiren hobiler, öz bakım rutinleri ya da yeni becerilerle dolu bir yaşam oluşturun. Amaç, başkalarına bağımlı olmadan anlamlı bir yaşam yaratmaktır.
  5. Sağlıklı Sınırlar Belirleyin
    Duygusal bağımlılığı sürdüren ilişkilere ya da durumlara “hayır” demeyi öğrenin. Sınır koymak, duygusal enerjinizi korur ve daha sağlıklı etkileşimler için alan yaratır.
  6. Profesyonel Destek Alın
    Bir terapistle çalışmak, duygusal bağımlılığı kırmada son derece değerli olabilir. EMDR ya da Psikodinamik Psikoterapi, Şema Terapi gibi yöntemler, derin yaraları ele alarak olumsuz kalıpları yeniden şekillendirebilir.
  7. Sağlıklı İlişkilerle Çevrenizi Sarın
    Büyümenizi destekleyen ve sınırlarınıza saygı duyan insanlarla bir arada olun. Sağlıklı ilişkiler, duygusal bağımlılıktan kurtulmanız için gerekli olan dengeyi ve desteği sağlar.
  8. Kendinize Şefkat Gösterin
    Bu süreç boyunca kendinize karşı nazik olun. Duygusal bağımlılığı aşmak zordur ve ilerlemenizi takdir etmek, küçük zaferleri kutlamak önemlidir.

Terapinin Duygusal Bağımlılıktaki Rolü

Terapiler, duygusal bağımlılığı besleyen kalıpları anlamanıza ve çözmenize yardımcı olabilir. Psikodinamik terapi, bağımlılığınızın bilinçdışı kökenlerine inerken, bilişsel-davranışçı terapi (BDT) olumsuz düşünce kalıplarını değiştirmek için araçlar sunar. Ayrıca, mindfulness tabanlı yaklaşımlar duygusal tetikleyicilere daha sağlıklı bir şekilde yanıt vermenizi öğretir.


Sonuç

Duygusal bağımlılıktan kurtulmak, duyguları bastırmak değil, onları anlamak ve iyileştirmekle ilgilidir. Bu, öz farkındalık, öz şefkat ve kişisel gelişim yolculuğudur. Zararlı kalıplardan kurtulup duygusal bağımsızlık geliştirdikçe, içsel özgürlüğün ve tatminin sizi nasıl bulduğunu göreceksiniz.

İlk adımı atmaya hazırsanız, uzman bir terapistten destek almayı düşünebilirsiniz. Unutmayın, şifa bir süreçtir ve atılan her küçük adım sizi özgürlüğünüze biraz daha yaklaştırır.


Klinik Psikolog Tuğçe Turanlar

Yule Psikoloji

Kaynaklar:

  • Carnes, P. (2018). The Betrayal Bond: Breaking Free of Exploitive Relationships. Health Communications, Inc.
  • Levine, A., & Heller, R. (2010). Attached: The New Science of Adult Attachment and How It Can Help You Find – and Keep – Love. Penguin Publishing Group.
  • Van der Kolk, B. (2014). The Body Keeps the Score: Brain, Mind, and Body in the Healing of Trauma. Viking.
Devamı
featured_image

Psikolojik Dayanıklılık Nedir

Yazar: Tuğçe Turanlar16 Kasım 2024 Kişisel Gelişim0 Yorum

Zorluklar ve stres, hayatın kaçınılmaz bir parçasıdır. Ancak bazı bireyler, krizler karşısında hızla toparlanıp güçlenebilirken, diğerleri daha fazla zorlanır. Bu farkın temelinde, psikolojik dayanıklılık (resilience) yatmaktadır. Peki, psikolojik dayanıklılık tam olarak nedir ve nasıl geliştirilebilir?

Psikolojik Dayanıklılık

Psikolojik dayanıklılık, bireyin stres, travma, kayıp, hastalık gibi zorluklar karşısında esnek kalabilme, toparlanabilme ve bu deneyimlerden güçlenerek çıkabilme kapasitesidir. Psikolojik dayanıklılık, zorluklardan kaçmak değil; onlarla yüzleşerek uyum sağlamak anlamına gelir.

Amerikan Psikoloji Derneği’ne (APA) göre psikolojik dayanıklılık, bir bireyin hem fiziksel hem de duygusal olarak esnek olmasını sağlayan bir dizi düşünce ve davranış modelinden oluşur (American Psychological Association, 2012).

Psikolojik Dayanıklılığı Etkileyen Faktörler

Dayanıklılık, yalnızca doğuştan gelen bir özellik değildir; çevresel ve kişisel faktörlerle de şekillenir. Bu faktörlerden bazıları şunlardır:

• Destek Sistemleri: Aile, arkadaşlar veya topluluk desteği, zorluklarla başa çıkmada kritik bir rol oynar.

• Bilişsel Esneklik: Problemlere farklı açılardan bakabilme yeteneği, dayanıklılığı artırır.

• İçsel Güç: Bireyin kendine olan güveni ve problem çözme becerileri, kriz anlarında toparlanmayı kolaylaştırır.

• Amaç Duygusu: Hayatta bir anlam ve amaç hissine sahip olmak, bireyi güçlü tutar.

Hayatta Karşılaşılan Zorluklarla Başa Çıkma Yolları

Psikolojik dayanıklılığı artırmak ve hayatın zorluklarıyla daha etkili bir şekilde başa çıkmak için aşağıdaki stratejileri kullanabilirsiniz:

1. Destek Sistemlerinizi Güçlendirin

Sosyal ilişkiler, dayanıklılığın temel taşlarından biridir. Duygularınızı paylaşabileceğiniz güvenilir bir arkadaş veya aile üyesine sahip olmak, stresle başa çıkmayı kolaylaştırır. Topluluk etkinliklerine katılmak veya bir destek grubu bulmak da faydalı olabilir.

2. Duygularınızı Kabul Edin

Zorluklar karşısında hissettiğiniz stres, üzüntü veya öfke gibi duyguları bastırmak yerine kabul etmek önemlidir. Bu duyguları anlamak ve yönetmek, daha sağlıklı bir zihinsel duruma ulaşmanıza yardımcı olur.

3. Esnek Bir Düşünce Yapısı Geliştirin

Her zorluk, aynı zamanda bir öğrenme fırsatı sunar. Olaylara sadece olumsuz yönlerinden değil, büyüme fırsatları açısından da bakmaya çalışın. Örneğin, bir iş kaybı yeni kariyer fırsatları yaratabilir.

4. Fiziksel Sağlığınıza Özen Gösterin

Düzenli egzersiz, sağlıklı beslenme ve yeterli uyku, dayanıklılığı artırmada büyük rol oynar. Fiziksel olarak güçlü bir beden, zihinsel olarak da daha esnek olmanıza yardımcı olur.

5. Kendi Hikayenizi Yeniden Yazın

Olumsuz geçmiş deneyimlerinizi yeniden çerçevelendirin. Kendinize, “Bu durumdan ne öğrendim?” veya “Bu zorluğun bana kattığı olumlu bir şey var mı?” gibi sorular sorun.

6. Stres Yönetimi Tekniklerini Öğrenin

Meditasyon, nefes egzersizleri veya farkındalık (mindfulness) teknikleri, stres düzeyinizi azaltmada etkili araçlardır.

7. Küçük Hedefler Belirleyin

Büyük bir problemi tek seferde çözmek yerine, onu küçük, yönetilebilir parçalara bölün. Bu, hem başarma hissinizi artırır hem de stresinizi azaltır.

Sonuç

Psikolojik dayanıklılık, hayattaki zorluklara karşı bir kalkan değil, onları aşabilmek için sahip olduğunuz bir rehberdir. Dayanıklılık geliştikçe, sadece zorluklara karşı daha güçlü olmakla kalmaz, aynı zamanda bu zorluklardan öğrenerek büyürsünüz.

Klinik Psikolog Tuğçe Turanlar

Yule Psikoloji

Kaynakça:

• American Psychological Association. (2012). Building your resilience. Retrieved from apa.org.

• Southwick, S. M., & Charney, D. S. (2012). Resilience: The Science of Mastering Life’s Greatest Challenges. Cambridge University Press.

• Bonanno, G. A. (2004). Loss, trauma, and human resilience: Have we underestimated the human capacity to thrive after extremely aversive events? American Psychologist, 59(1), 20-28.

Devamı
featured_image

Psikoterapiden Ne Beklemeliyim

Yazar: Tuğçe Turanlar13 Ağustos 2024 Kişisel Gelişim, Psikoterapiler0 Yorum

Psikoterapiden Ne Beklemeliyim

Psikoterapi, bireylerin duygusal ve psikolojik zorluklarla başa çıkmalarına yardımcı olmayı amaçlayan profesyonel bir destek sürecidir. Bu süreç, kişinin kendini daha iyi anlamasını, düşünce ve davranış kalıplarını fark etmesini ve daha sağlıklı bir yaşam sürdürmesini hedefler. Ancak, psikoterapiye başlamadan önce ne beklemeniz gerektiğini bilmek önemlidir.

Destekleyici Bir Ortam

Psikoterapi, yargılanmadan, eleştirilmeden konuşabileceğiniz güvenli bir ortam sunar. Terapi odası, duygularınızı ve düşüncelerinizi açıkça ifade edebileceğiniz bir alan olarak tasarlanmıştır. Terapistiniz, sizi dinlerken empati ve anlayış gösterecek, bu da kendinizi rahat hissetmenize yardımcı olacaktır.

Zamanla Gelişen Bir Süreç

Psikoterapi, hemen sonuç almayı beklemeniz gereken bir süreç değildir. Sorunlarınızın kökenine inmek ve bu sorunları anlamak zaman alır. Sabırlı olmak ve sürecin doğal akışına güvenmek önemlidir. Her seans, bir öncekinin üzerine inşa edilir. Farkındalık ve değişim zamanla gerçekleşir.

Duygusal Dalgalanmalar

Terapi sürecinde, bazı seanslar diğerlerinden daha zorlayıcı olur. Duygusal olarak zorlandığınız anlar yaşayabilirsiniz. Bu tamamen normaldir. Bu dalgalanmalar, aslında ilerlemenin bir göstergesidir. Duygularınızı bastırmak yerine, onları fark etmek ve işlemeye çalışmak, terapinin bir parçasıdır.

Kendi Kendine Yardım

Terapistiniz size rehberlik ederken, asıl işin sizde olduğunu unutmayın. Terapiden en iyi şekilde yararlanmak için, seanslar arasında terapistinizin önerdiği yöntemleri uygulamak, düşüncelerinizi yazmak ya da belirli egzersizler yapmak önemlidir. Terapi, sadece terapistinizle buluştuğunuz zamanlarda değil, yaşamın her anında kendinize odaklanmayı gerektirir.

Gizlilik

Psikoterapide gizlilik esastır. Terapistinizle paylaştığınız bilgiler, sizin izniniz olmadan üçüncü şahıslarla paylaşılmaz. Bu gizlilik, güvenli bir alan yaratır ve özgürce konuşabilmenizi sağlar. Ancak, bazı yasal yükümlülükler altında, özellikle kendinize veya başkalarına zarar verme riski varsa, terapistiniz durumu yetkililere bildirmek zorunda kalabilir.

Uygulamalı Stratejiler

Psikoterapi, sadece konuşmakla sınırlı kalmaz. Terapistiniz, sizinle birlikte belirli stratejiler geliştirebilir ve bunları hayatınıza nasıl entegre edebileceğinizi gösterebilir. Örneğin, stres yönetimi, duygu düzenleme teknikleri veya düşünce kalıplarınızı değiştirmeye yönelik egzersizler günlük yaşamınızda size yardımcı olur.

Sonuç

Psikoterapi, duygusal ve psikolojik iyilik halinizi desteklemek için güçlü bir araçtır. Ancak, terapi süreci her zaman lineer olmayabilir. İniş çıkışlarla dolu olabilir. Sabırlı olmak, sürece güvenmek ve açık fikirli kalmak, terapiden en yüksek düzeyde fayda sağlamanıza yardımcı olacaktır.

Psikoterapiden Ne Beklemeliyim

Klinik Psikolog Tuğçe Turanlar

Randevu veya bilgi almak için yulepsikoloji@gmail.com adresine mail atabilirsiniz.

Referanslar

  • American Psychological Association (APA). (2021). What Should I Expect During My First Therapy Session? Retrieved from https://www.apa.org
  • National Institute of Mental Health (NIMH). (2022). Psychotherapies. Retrieved from https://www.nimh.nih.gov
  • Mayo Clinic. (2023). Psychotherapy: What you can expect. Retrieved from https://www.mayoclinic.org
Devamı
featured_image

Psikoloji ve İçgörü: Kendi Kendini Anlama Sanatı

Yazar: Tuğçe Turanlar13 Ağustos 2024 Kişisel Gelişim, Psikoterapiler0 Yorum

Psikoloji ve İçgörü

Psikoloji, insan davranışlarını, düşüncelerini ve duygularını inceleyen bir bilim dalıdır. Bu bilim dalı, insanların yaşamlarındaki çeşitli zorluklarla başa çıkmalarına, ilişkilerini iyileştirmelerine ve genel yaşam kalitelerini artırmalarına yardımcı olur. Ancak, psikolojinin bir diğer önemli yönü, bireylerin kendilerini daha derinden anlamalarına, yani içgörü kazanmalarına olanak tanımasıdır.

İçgörü Nedir

İçgörü, bireyin kendi düşünceleri, duyguları ve davranışları hakkında farkındalık geliştirmesidir. Bu, kişinin kendini ve çevresindeki dünyayı daha iyi anlamasını sağlar. İçgörü, sadece yüzeydeki düşünce ve duyguları değil, aynı zamanda bunların altında yatan nedenleri de anlamayı içerir. İçgörü kazanan bireyler, kendileriyle ilgili daha derin bir anlayışa sahip oldukları için, yaşamlarında daha bilinçli kararlar alabilirler.

Psikolojinin İçgörü Kazandırmadaki Rolü

Psikoterapi ve danışmanlık süreçleri, bireylerin içgörü kazanmalarına yardımcı olan temel yöntemlerdir. Terapistler, danışanlarının kendi iç dünyalarını keşfetmelerine yardımcı olurken, onları bilinçdışı süreçleri anlamaya ve çözmeye yönlendirirler. İçgörü, bu süreçte bireyin yaşadığı duygusal zorlukların nedenini anlama ve bu zorluklarla daha sağlıklı bir şekilde başa çıkma kapasitesini geliştirir.

İçgörü ve Değişim

İçgörü, değişim için önemli bir adımdır. Birey, kendi düşünce ve davranışlarının kökenini anlamaya başladığında, bu davranışları değiştirme konusunda daha motive olur. Örneğin, sürekli aynı tür ilişkilerde aynı problemleri yaşayan bir kişi, bu durumun kökeninde hangi inanç veya korkuların yattığını anladığında, bu kalıpları değiştirme konusunda daha istekli olur.

Sonuç

Psikoloji, bireylere kendi iç dünyalarını anlamalarına yardımcı olur. İçgörü, bireyin hem kendisiyle hem de çevresiyle olan ilişkilerinde olumlu değişimlerin kapısını aralar. Bu nedenle, içgörü kazanmak, sadece bireyin kendi hayatını daha bilinçli bir şekilde yönetmesini sağlamakla kalmaz, aynı zamanda  yaşam kalitesini de artırır.

Psikoloji ve İçgörü: Kendi Kendini Anlama Sanatı

Klinik Psikolog Tuğçe Turanlar 


Kaynaklar

  • American Psychological Association. (n.d.). Insight and Self-Awareness. Retrieved from https://www.apa.org
  • Psychology Today. (n.d.). The Power of Self-Insight. Retrieved from https://www.psychologytoday.com
  • Siegel, D. J. (2010). The mindful therapist: A clinician’s guide to mindsight and neural integration. W. W. Norton & Company.
Devamı
featured_image

Kuşkuculuk  Şeması

Yazar: Tuğçe Turanlar19 Haziran 2024 İlişkiler, Kişisel Gelişim, Psikoterapiler, Travma0 Yorum

Kuşkuculuk şeması, bireyin başkalarının onu kasıtlı olarak inciteceğine, kötüye kullanacağına, aşağılayacağına, aldatacağına veya sömüreceğine dair sürekli bir beklenti içinde olması durumudur. Bu şemaya sahip kişiler, başkalarının niyetlerinden sürekli olarak şüphe duyarlar ve genellikle ilişkilerinde güven problemi yaşarlar.

Belirtiler ve Davranışlar

  • Başkalarına karşı sürekli bir güvensizlik ve şüphe hali
  • İlişkilerde kontrolcü ve manipülatif davranışlar sergileme
  • Geçmişte yaşanan travmatik deneyimlere bağlı olarak tetiklenen yoğun öfke ve öfke patlamaları
  • Kendini sürekli savunma ve koruma ihtiyacı
  • Yakın ilişkilerden kaçınma veya ilişkilerde duygusal mesafe koyma

Nedenleri

Kuşkuculuk şemasının kökeninde genellikle çocukluk döneminde yaşanan travmatik deneyimler, ihmal, fiziksel veya duygusal istismar, ebeveynlerin sürekli eleştirileri veya tutarsız davranışları yer alır. Bu tür deneyimler, çocuğun başkalarına güven duymasını engeller ve yetişkinlikte de devam eden bir güvensizlik hali oluşturur.

Bilimsel Dayanaklar

  1. Travmatik Deneyimler ve Şema Gelişimi: Araştırmalar, çocukluk döneminde yaşanan travmatik deneyimlerin kuşkuculuk şemasının gelişiminde önemli bir rol oynadığını göstermektedir (Cloitre, Cohen, & Koenen, 2006). Travma sonrası stres bozukluğu (TSSB) olan bireylerde kuşkuculuk ve güvensizlik duygularının yaygın olduğu bulunmuştur (van der Kolk, 2005).
  2. Bağlanma Teorisi: Bağlanma teorisi, erken çocukluk döneminde güvenli bağlanma ilişkileri kuramayan bireylerin ileriki yaşamlarında güvensizlik ve kuşkuculuk eğilimleri gösterebileceğini öne sürer (Bowlby, 1988). Güvensiz bağlanma stilleri, kuşkuculuk şemasının oluşumunda önemli bir faktördür (Mikulincer & Shaver, 2007).
  3. Bilişsel Şema Teorisi: Young’un bilişsel şema teorisine göre, kuşkuculuk şeması, çocukluk döneminde yaşanan ihmal ve istismarın bir sonucu olarak gelişir ve bu şema, bireyin bilişsel yapılarında derinlemesine yerleşir (Young, Klosko, & Weishaar, 2003). Bu şemalar, bireyin dünyayı nasıl algıladığını ve nasıl davrandığını etkiler.

Tedavi Yaklaşımları

Kuşkuculuk şemasının tedavisinde en etkili yaklaşımlar arasında şema terapisi, bilişsel davranışçı terapi (BDT) ve travma odaklı terapiler (EMDR) yer alır.

  • Şema Terapisi: Şema terapisi, bireyin olumsuz şemalarını ve bu şemaların altında yatan kökenlerini anlamasına ve değiştirmesine yardımcı olur (Young et al., 2003).
  • Bilişsel Davranışçı Terapi (BDT): BDT, bireyin olumsuz düşünce kalıplarını ve inançlarını yeniden yapılandırmasına yardımcı olur (Beck, 2011).
  • EMDR (Göz Hareketleriyle Duyarsızlaştırma ve Yeniden İşleme): EMDR, travmatik anıların işlenmesine ve bireyin bu anılarla ilgili duygusal tepkilerini azaltmasına yardımcı olur (Shapiro, 2018).

Kuşkuculuk şeması, bireyin yaşam kalitesini ve ilişkilerini olumsuz etkileyen önemli bir psikolojik yapıdır. Bu şemayı anlamak ve tedavi etmek, bireyin daha sağlıklı ve güvenli ilişkiler kurmasına yardımcı olabilir.

Klinik Psikolog Tuğçe Turanlar

Yule Psikoloji

Referanslar

  • Beck, J. S. (2011). Cognitive behavior therapy: Basics and beyond. Guilford Press.
  • Bowlby, J. (1988). A secure base: Parent-child attachment and healthy human development. Basic Books.
  • Cloitre, M., Cohen, L. R., & Koenen, K. C. (2006). Treating survivors of childhood abuse: Psychotherapy for the interrupted life. Guilford Press.
  • Mikulincer, M., & Shaver, P. R. (2007). Attachment in adulthood: Structure, dynamics, and change. Guilford Press.
  • Shapiro, F. (2018). Eye movement desensitization and reprocessing (EMDR) therapy: Basic principles, protocols, and procedures. Guilford Publications.
  • van der Kolk, B. A. (2005). Developmental trauma disorder: Toward a rational diagnosis for children with complex trauma histories. Psychiatric Annals, 35(5), 401-408.
  • Young, J. E., Klosko, J. S., & Weishaar, M. E. (2003). Schema therapy: A practitioner’s guide. Guilford Press.
Devamı
  • 1
  • 2

Instagram

yulepsikoloji

❤️‍🩹 Kuşaklararası travma aktarımı, b ❤️‍🩹 Kuşaklararası travma aktarımı, bir nesilde yaşanan acı, korku veya stresin sonraki kuşaklara aktarılması anlamına gelir. Ailede işlenemeyen ya da bastırılan duygular, çoğu zaman farkında olmadan çocuklara ve torunlara geçer.

Bilimsel araştırmalar, bu aktarımın hem psikolojik hem de biyolojik yollarla gerçekleşebildiğini gösteriyor. Yani travmanın etkisi, sadece duygu ve davranışlarımızda değil, genlerimizde de iz bırakabiliyor.

Çok kafa karıştırıcı olmasın diye yazdığım makalenin bir kısmını burada paylaştım. Konunun daha detaylı açıklamasını okumak isterseniz websitemde bulabilirsiniz 🌷

www.tugceturanlar.com

Kuşaklararası Travma Aktarımı

#psikoloji
🌷Toksik ilişkilerde sınır koymak çoğu zama 🌷Toksik ilişkilerde sınır koymak çoğu zaman imkânsız gibi hissedilebilir. Özellikle onaylanma ihtiyacı, suçluluk duygusu ya da yalnız kalma korkusu bu adımı atmayı zorlaştırır. 

Birçok insan, çocukluğundan itibaren “hayır” demenin bencilce olduğu yönünde mesajlar aldığı için, kendi ihtiyaçlarını ön plana koyduğunda suçluluk hisseder. Özellikle toksik ilişkilerde, karşı tarafın tepkilerinden korkmak ya da onu kaybetme endişesiyle kişi, kendi sınırlarını belirlemekte zorlanır. 

Aynı zamanda, sevilmek ve kabul görmek için kendinden sürekli ödün vermek, zamanla kişinin kendine yabancılaşmasına ve özgüveninin azalmasına neden olur. 

Oysa “hayır” diyebilmek, kendini korumak ve kendi ihtiyaçlarını önceliklendirmek bencillik değil, sağlıklı bir özsaygı göstergesidir. 

Sınır koymak, karşı tarafı reddetmek ya da cezalandırmak anlamına gelmez; aksine, hem kendine hem de karşındaki kişiye değer vermenin en sağlıklı yoludur. 

Klinik Psikolog Tuğçe Turanlar

#psikoloji #ilişkiler
🌷 Bazı davranışlarımızın, dış dünyada 🌷 Bazı davranışlarımızın, dış dünyada olup bitenleri etkileyebileceğine inanırız. Mantıksız olduğunu bilsek de. 

Örneğin bir mesajı zamanında almazsak kötü bir şey olacağından korkmak ya da uğurlu bir objeye tutunmak… Psikolojide bu düşünce biçimine büyüsel düşünce denir. 

Piaget’ye göre bu düşünce biçimi özellikle çocuklukta yaygındır. Çünkü çocuk, dünya üzerindeki kontrolünü sınırlı hisseder. 

Jean Piaget’nin ifadesiyle:
“Çocuk için düşünce, gerçekliğin yerine geçer.”

(Piaget, J. (1929). The Child’s Conception of the World).

Yetişkin olduğumuzda bile bu düşünce biçimini sürdürebiliriz. Çünkü belirsizlik karşısında zihin, içsel güvenlik yaratacak sembolik dayanaklara ihtiyaç duyar. Bu, aslında içimizdeki çocuğun hâlâ kendini güvende hissetmeye çalışmasından başka bir şey değildir 🌷

Klinik Psikolog Tuğçe Turanlar

#psikoloji
Kütüphanemde bana eşlik etmiş olan bu değerli Kütüphanemde bana eşlik etmiş olan bu değerli kitapları, artık başka zihinlere ve kalplere ulaşabilmesi için paylaşmak istiyorum.

Her ay bir psikoloji kitabını hediye edeceğim. Belki bir cümlesi, bir fikri, bir sayfası size de eşlik eder ❤️

📖 Bu ayın kitabı: Kaygının Anlamı – Rollo May

“Kaygı, içsel bir çağrıdır; bizi yüzleşmeye, büyümeye ve sorumluluk almaya davet eder.”

Çekilişe katılmak için:

✅ Gönderiyi beğenmeniz
✅ Yorumlara iki arkadaşınızı etiketlemeniz
✅ Yule Psikoloji sayfasını takip etmeniz yeterli

📅 Son katılım: 27 Mayıs Salı

#psikoloji #kitap
Narsistik ilişkileri çözümleme atölyesi 🌷 Narsistik ilişkileri çözümleme atölyesi 🌷 narsistik partnerle kurulan ilişki dinamiklerini ve bu ilişkilerde ortaya çıkan travma bağını anlamak isteyenler için hazırlandı. Atölyede, sağlıksız ilişki döngülerinin arka planındaki psikolojik mekanizmaları, duygusal bağımlılığı ve bu tür ilişkilerden kopmakta yaşanan zorlukları birlikte inceleyeceğiz. 

🌷 Katılımcılar, narsistik ilişkilerin nasıl işlediğini daha iyi kavrayarak, kendi ilişkilerini sorgulama ve daha sağlıklı bağlar kurma yolunda önemli bir farkındalık kazanacaklar.

📅 Tarih: 2 Haziran Pazartesi
⏰ Saat: 21.00 – 22.30
💻 Platform: Google Meet – Online

Detaylı bilgi için DM’den ya da WhatsApp üzerinden ulaşabilirsiniz.

📱 0532 053 3992 (WhatsApp)

Görüşmek üzere 💛

Klinik Psikolog Tuğçe Turanlar

** Kontenjan dolmuştur. Sonraki eğitimde görüşmek üzere ❤️

#psikoloji #ilişkiler
🌷 Yetersiz annelik görmüş kişiler, içlerin 🌷 Yetersiz annelik görmüş kişiler, içlerinde güçlü bir sevgi açlığı taşısalar bile yakın ilişkilerde rahat edemezler. Sevgi almaya duydukları özlem, genellikle içlerindeki güvensizlik ve koruyucu duvarlarla engellenir. Geçmişte ihtiyaçlarının karşılanmamış olması, birinin onlar için gerçekten var olacağına inanmalarını zorlaştırır. 

Bazıları sevgiyi hak etmediğini düşünürken, daha bağımlı kişiler partnerlerine yapışır, onları boğar ve aradıkları kusursuz sevgiyi bulamayınca öfkeyle karşılık verir. Bu öfke, ilişkiyi zedeler ve eski terk edilme yaralarını tekrar canlandırır.

Klinik Psikolog Tuğçe Turanlar

#psikoloji #anne
🩵 “Farkında olmak, tam da burada, şimdide o 🩵 “Farkında olmak, tam da burada, şimdide olmak demektir; şimdiki zamanda bütünüyle var olabilmek, karşımıza hangi deneyim çıkarsa kabul edebilmek, yine de deneyimin hiçbir türden görünümüne kendini kaptırmamak demektir. Farkında olmak aynı zamanda, yargılamadan veya değerlendirmeye tabi tutmadan, deneyimin farkında olmak demektir.”

Kitap: Psikoterapide Bağlanma - David J. Wallin

#psikoloji #farkındalık
❤️ İçsel çocuk arketipleri, çocuklukta gel ❤️ İçsel çocuk arketipleri, çocuklukta geliştirdiğimiz duygusal başa çıkma kalıplarını simgeler. O dönemde ihtiyaç duyduğumuz sevgi, güven ve kabulü elde etmek için öğrenilen bu stratejiler, büyüdükten sonra da davranışlarımızı şekillendirmeye devam eder. Arketipleri tanımak, hangi eğilimlerin bize fayda sağladığını hangilerinin ise sınırlarımıza zarar verdiğini ayırt etmeye imkân tanır; böylece daha bilinçli seçimler yapabiliriz.

Klinik Psikolog Tuğçe Turanlar

Kaynaklar

*LePera, N. (2021). How to Do the Work: Recognize Your Patterns, Heal from Your Past, and Create Your Self. TarcherPerigee.

*Maté, G. (2021). The Myth of Normal: Trauma, Illness & Healing. Avery.

*Schwartz, R. C. (1995). Internal Family Systems Therapy. Guilford Press.

#psikoloji
Narsisistik ebeveynler, kendilerini önemli ve üs Narsisistik ebeveynler, kendilerini önemli ve üstün hissetme ihtiyacı duyarlar; eleştiriye karşı aşırı duyarlıdırlar ve başkalarıyla empati kurmakta zorlanırlar. 
Bazı anneler, kendi gerçekleşmemiş hayallerini ve isteklerini çocukları üzerinden yaşamak isterler. Örneğin, kendilerini güzel ya da başarılı hissetmediklerinde çocuklarının bu eksikliği tamamlamasını ve adeta onların “intikamını” almasını bekleyebilirler. Bu nedenle çocuklarının kendi beklentilerini karşılamasını aşırı derecede önemser ve bu gerçekleşmediğinde onları yok sayar ya da düşmanca davranabilirler.

Bu tutum sonucu çocuklar, kendilerini değerli hissetmek için sürekli başkalarının onayına ve beğenisine ihtiyaç duyarlar. Benlik değerleri dışarıya bağımlıdır ve başkalarını anlamakta güçlük çekerler. Sağlıklı bir benlik saygısı için çocukların ebeveynlerini idealize edebilmesi ve ebeveynlerin çocuğun atfettiği gücü çocuklarıyla paylaşması gerekir. 
Narsisistik babalar ise genellikle kendi ihtiyaçlarını ön planda tutarak çocuklarının güçlenmesini engeller ve onlarla sağlıklı yakın ilişkiler kurulmasını zorlaştırırlar.

Klinik Psikolog Tuğçe Turanlar

Kaynak: Kişilik ve Zihin - Prof. Dr. Doğan Şahin

#psikoloji #narsissist #ebeveyn
❤️‍🩹 Toplumsal travma, geniş kitlelerin ❤️‍🩹 Toplumsal travma, geniş kitlelerin fiziksel ve ruhsal güvenlik duygusunu altüst eder. Ortaya çıkan etkiler yalnızca o olayla sınırlı kalmaz, gelecek nesillerin de duygusal ve sosyal yaşamını etkileyebilir. Ancak yüzleşme, paylaşım, kolektif hafızanın inşası ve adalet arayışı, toplumsal onarımı destekler. Dayanışma kültürünü beslemek ve yıkıcı olayların tekrarlanmaması için kalıcı çözümler geliştirmek, her bir bireyin katkısıyla mümkün hâle gelir.

Toplumsal Boyutta İyileşme

* Güçlü Sosyal Destek Ağı: Travmadan etkilenen bireylerin destek hissetmesi, toplumun onarıcı gücünü artırır. Ayrıca aile, arkadaş ve komşuluk ilişkileri gibi yakın çevre alanlarının güvenilirliği ve dayanışması, ruhsal toparlanmaya olumlu katkıda bulunur.

* Açık ve Şeffaf İletişim: Toplumsal travmanın ardından yaşananları görmezden gelme veya inkar, tüm kesimlerde derin bir güvensizlik yaratır. Oysa olayların kabul edilmesi, hatırlanması ve anlatılması uzun vadede onarıcı bir etki taşır.

* Adalet ve Yüzleşme Mekanizmaları: Geniş çaplı bir felaket veya zulüm sonrası adaleti sağlayacak yolların (yargı süreçleri, hak talepleri vb.) işlemesi, toplumsal bellek ve iyileşme sürecinin merkezinde yer alır. Resmî kurumlar, sivil toplum kuruluşları ve yerel inisiyatifler bu süreçte kritik rol oynar (Paker, 2007).

* Aktif Katılım ve Dayanışma: Dayanışma faaliyetlerine katılmak, yardım kampanyalarında yer almak veya hak savunuculuğu yapmak hem toplumu hem de bireyi güçlendirir. Bu tür eylemler, çaresizlik duygusunu hafifletir ve umudu canlı tutar.

Klinik Psikolog Tuğçe Turanlar 

Kaynaklar

Herman, J. (1992). Travma ve İyileşme. İstanbul: Literatür Yayıncılık.
İstanbul Bilgi Üniversitesi Psikolojik Danışmanlık Merkezi. (2015). Psiko-Eğitim Broşürleri – 4: Toplumsal Travma Nedir?
Janoff-Bulman, R. (1992). Shattered assumptions: Towards a New Psychology of Trauma. New York: Free Press.
Paker, M. (2007). Psiko-politik Yüzleşmeler. İstanbul: Birikim Yayınları.

#psikoloji
Neden en çok sevdiğimiz insanlara kızarız? 💔

Bunun temel sebebi, kurduğumuz bağın derinliği ve bu bağla birlikte gelişen beklentilerimizdir. 

Sevdiğimiz kişiler bize en yakın ve en açık olduğumuz kişilerdir; bu nedenle, onlar tarafından görülmeyi, anlaşılmayı ve desteklenmeyi bekleriz. Bu beklentiler gerçekleşmediğinde yaşadığımız hayal kırıklığı, çoğunlukla öfke olarak dışa vurulur. 

Ayrıca, sevdiğimiz insanlar bize adeta bir ayna tutarlar. Kendimizde kabul etmekte zorlandığımız taraflarımızı onların davranışlarında gördüğümüzde iç dünyamızdaki çatışmalar tetiklenir ve bu durum öfkeye neden olabilir. 

Ancak önemli olan bu duyguyu nasıl ifade ettiğimizdir. Öfkemizi doğru şekilde ifade etmek, ilişkilerimizi güçlendirme ve sağlıklı hale getirme potansiyeline sahiptir.

Unutmayalım ki, her kızgınlık bize kendimizle ilgili önemli bir mesaj taşır. Bu mesajı okumak ve anlamlandırmak, ilişkilerimizi olduğu kadar kendimizi de geliştirmek için çok değerlidir. ❤️

Klinik Psikolog Tuğçe Turanlar

#ilişkiler #psikoloji
🍃 Duygusal olarak olgunlaşmamış kişilerle i 🍃 Duygusal olarak olgunlaşmamış kişilerle iletişimde temel prensip, duygusal kontrolü onlara bırakmamak ve kendinizden emin, sakin bir duruş sergilemektir. Böylece kendi iç huzurunuzu korur ve iletişim süreçlerinizi sağlıklı yürütürsünüz.

Klinik Psikolog Tuğçe Turanlar

#psikoloji #ilişkiler 

Kaynak
Gibson, L. C. (2022). Olgunlaşmamış Ebeveynlerin Açtığı Yaraları İyileştirmek.
Instagram'da Takip Et

Etiketler

Bağımlılık Bireysel psikoterapi depresyon Ebeveyn EMDR EMDR Terapisi Freud Gottman Çift Terapisi Jung Kişilik Bozuklukları narsist Online EMDR Online psikolog Psikanaliz Psikodinamik Psikoterapi Rüya travma Travma Bağı Travma Sonrası Stres Bozukluğu Travma Sonrası Tepkiler Çift Terapisi Çocukluk Travmaları çocukluk çağı travmaları İlişkiler

Son Eklenenler

  • Kuşaklararası Travma Aktarımı
  • Toksik İlişkilerde Sınır Koymak Neden Zordur
  • İnsanlar Değişir mi? Romantik İlişkilerde Değişimin Rolü
  • Uzak Mesafe İlişkisi: Bağ ve Güveni Sürdürme
  • Oversharing (Aşırı Paylaşım) Nedir ve Nasıl Başa Çıkılır?
  • Travma Terapisi: Gerçek Nedir?

Yasal Uyarı

Bu internet sitesinin içeriği ve uygulamaları, sadece bilgilendirme ve eğitim amaçlı olup, herhangi bir şekilde tıbbi öneri verme veya herhangi bir danışan sağlama amacı ile oluşturulmamıştır. Sitemizde yer alan alıntı ve görüşler açıkça belirtilmediği takdirde resmi görüşlerini yansıtmamaktadır. Yazılı izin alınmaksızın kaynak gösterilerek dahi kullanılamaz