Depresyon Nedir? Depresyon Belirtileri Nelerdir?
Depresyon Nedir
Kişinin hayatındaki aktivitelerde ilgi kaybı ve sürekli bir üzüntü hissi ile karakterize bir ruh hali bozukluğudur. Çeşitli nedenlerden kaynaklanabilir ve her yaştan insanı etkileyebilir.
Depresyon Belirtileri
Depresyonun belirtileri kişiden kişiye değişkenlik gösterse de, genellikle şunları içerir:
- Derin üzüntü, umutsuzluk veya endişe hissi
- Normalde keyif aldığınız şeylere ilginin azalması
- Aşırı yeme veya yetersiz yeme, uykusuzluk veya aşırı uyuma
- Düşük enerji ve yorgunluk
- Odaklanma, karar verme veya hatırlama zorluğu
- Fiziksel ağrılar (baş ağrısı, mide ağrısı)
- Kendine zarar verme veya intihar düşünceleri
Depresyon Nedir ve Depresyon Türleri Nelerdir
Depresyonun çeşitli türleri vardır ve her biri farklı özellikler ve tetikleyiciler gösterir:
Majör Depresyon
Majör depresyon, kişinin günlük yaşamını, işlevselliğini ve genel ruh halini ciddi şekilde etkileyen bir ruhsal bozukluktur. Genellikle derin üzüntü, ilgi kaybı ve enerji düşüklüğü ile karakterize edilir. Hem genetik hem de çevresel faktörlerden kaynaklanır. Kişinin yeme, uyku ve sosyal etkileşim gibi temel yaşam alışkanlıklarını olumsuz yönde etkiler. Bu durum, kişinin normal aktivitelere karşı isteksizlik hissetmesine ve hayattan zevk alamaz hale gelmesine neden olur.
Belirtileri:
- Sürekli ve derin bir üzüntü, boşluk veya umutsuzluk hissi
- Günlük aktivitelere, hobilere ve sosyal etkinliklere karşı ilgi kaybı
- Yorgunluk ve enerji eksikliği
- İştah ve uyku düzeninde önemli değişiklikler
- Kendine zarar verme veya intihar düşünceleri
- Konsantrasyon ve karar verme güçlüğü
- Kendini değersiz veya suçlu hissetme
Mevsimsel Depresyon
Mevsimsel depresyon, sonbahar ve kış aylarında görülen, mevsim değişikliklerine bağlı duygusal düşüşlerle tanımlanan bir depresyon türüdür. Genel depresyonun bir alt tipi olarak kabul edilir ve tedavisi genellikle ışık terapisi gibi mevsime özgü yöntemleri içerir.
- Sabahları zor uyanma ve sabah yorgunluğu
- Aşırı yeme ve uyuma eğilimi, özellikle karbonhidratlara yönelme
- Kilo artışı
- Genel bitkinlik ve enerji düşüklüğü
- Konsantrasyon güçlüğü
- Sosyal aktivitelerden ve çevreden uzaklaşma
- Karamsarlık ve umutsuzluk
- Hayattan keyif alamama
Mevsimsel depresyon, bazı canlıların kış uykusu alışkanlıklarıyla benzerlik gösterir. İnsanlarda bu durum, modern yaşamın gerekliliklerine uyum sağlamada zorluklara yol açabilir ve ciddi depresyon hallerine dönüşebilir. Bu belirtiler her kış meydana geliyorsa, tanı ve tedavi için bir sağlık profesyoneline başvurmak önemlidir.
Postpartum Depresyon
Doğum sonrası depresyon, doğumdan sonra ilk yıl içinde ortaya çıkabilen, kaygı, takıntı, umutsuzluk ve yalnızlık hisleri içeren bir duygu durum bozukluğudur. Kendine veya bebeğe zarar verme düşünceleri ve intihar düşünceleri içerebilir ve doğumdan hemen sonra ya da ilk yıl içinde herhangi bir zamanda başlayabilir.
Atipik Depresyon
Gülümseyen depresyon (Atipik depresyon), bireyin derin üzüntü ve moral bozukluğu yaşarken dışarıya karşı mutlu ve iyi görünme çabasıdır. Bu durum, genellikle kişinin içsel duygularını ve sıkıntılarını saklamasını içerir. Atipik depresyon terimi, bu durum için sıklıkla kullanılır ve birey, gerçekte umutsuz ve mutsuz hissetmesine rağmen, dışarıdan bakıldığında normal veya mutlu görünebilir. Bu tür depresyonun teşhisi için belirtilerin en az iki hafta sürmesi gerekir.
Distimi (Kronik Depresyon)
Distimi, aynı zamanda kronik depresyon olarak da bilinen, uzun süreli bir depresyon formudur. Bu durum, en az iki yıl süren hafif ila orta derecede depresif belirtilerle karakterize edilir. Distimi, majör depresif bozukluktan daha az şiddetli olmasına rağmen, sürekliliği ve uzun vadeli etkileri nedeniyle kişinin yaşam kalitesini ciddi şekilde etkileyebilir.
Distiminin Belirtileri:
- Sürekli, hafif/orta derecede üzüntü veya depresif ruh hali
- Enerji eksikliği ve yorgunluk
- Uyku ve iştah değişiklikleri
- Düşük öz saygı ve umutsuzluk
- Odaklanma ve karar verme güçlükleri
Depresyonla Başa Çıkma
Depresyonla başa çıkma konusunda uygulanabilecek birkaç strateji var. Bu stratejiler, depresyonun etkilerini azaltmaya ve kişinin genel iyilik halini iyileştirmeye yardımcı olur:
- Sosyal Bağlantıları Koruma: Depresyonla mücadele ederken insanlar genellikle kendilerini izole eder. Ancak; aile, arkadaşlar ve çevreyle bağlantıda kalmak, destek sağlar ve iyileşme sürecine katkıda bulunur. Sosyal etkileşimler, olumlu duyguları artırıp izolasyon hissini azaltır.
- Aktif Olmak: Fiziksel aktivite, depresyon semptomlarını hafifletmek için etkili bir yoldur. Düzenli egzersiz, serotonin ve endorfin gibi iyi hissettiren kimyasalların seviyelerini artırır, stresi azaltır ve genel ruh halini iyileştirir. Hafif yürüyüşlerden yoga ve aerobik egzersizlere kadar her türlü aktivite faydalı olur.
- Olumlu Düşünceyi Teşvik Etmek: Depresyon sırasında olumsuz düşünce kalıpları yaygındır. Bu düşünceleri sorgulamak ve yerine daha gerçekçi ve olumlu düşünceler koymak önemlidir.
- Sağlıklı Yaşam Tarzı: Sağlıklı bir yaşam tarzı benimsemek, depresyonla mücadelede kilit bir rol oynar. Düzenli uyku, dengeli ve besleyici bir diyet, ruh halini ve genel sağlığı iyileştirebilir.
Bu stratejilerin yanı sıra, profesyonel yardım almak da çok önemlidir. Bir sağlık profesyoneli, depresyonla mücadelede size özel bir tedavi planı sunar. Gerekirse ilaç veya terapi gibi tedavi seçeneklerini önerir. Depresyon ciddi bir sağlık durumudur ve uygun tedavi ile yönetilebilir. Kendinizi kötü hissettiğinizde profesyonel yardım almakta tereddüt etmeyin.
Depresyon nedir? Depresyon Belirtileri Nelerdir?
Yule Psikoloji Enstitüsü
Kaynaklar
Causes, A. T. (2015). Heterogeneity of postpartum depression: a latent class analysis. The Lancet Psychiatry, 2(1), 59-67.
Keck, M. E. (2010). Depression. Switzerland: Lundbeck (Schweiz) AG.
Knoll, A. T., & Carlezon Jr, W. A. (2010). Dynorphin, stress, and depression. Brain research, 1314, 56-73.
Miller, L. J. (2002). Postpartum depression. Jama, 287(6), 762-765.
Mete, H. E. (2008). Kronik hastalık ve depresyon. Klinik Psikiyatri, 11(3), 3-18.
Devamı
Narsisizm: Kırılgan Narsisizm ve Büyüklenmeci Narsisizm
Narsisizm Nedir
Narsisizm, bireylerin aşırı benmerkezcilik, büyüklenme, dış görünüş veya başarıları konusunda abartılı bir takıntıyı ifade eder. Kişinin, başkalarına karşı empati eksikliği gösterdiği bir kişilik özelliğidir. Narsisistler, genellikle başkalarından hayranlık ve onay beklentisi içinde olur. Eleştirilere karşı savunmacı veya saldırgan bir tutum sergilerler. Bu kişilik özelliği, ilişkilerde ve sosyal etkileşimlerde zorluklara yol açar.
Hem sağlıklı (normal) hem de sağlıksız (patolojik) formlarda ortaya çıkar. Kişilerarası ilişkileri ve bireyin genel işleyişini etkiler.
Normal narsisizm, bireyin sağlıklı bir özsaygı ve kendine güven düzeyine sahip olduğu bir durumu ifade eder. Bu türdeki kişiler, başarılarını ve yeteneklerini genellikle gerçekçi bir şekilde değerlendirir. Başkalarına karşı empatik davranırlar. Patolojik narsisizm ise, kişinin aşırı benmerkezcilik, büyüklenme ve başkalarına karşı empati eksikliği gösterdiği bir durumu tanımlar. Bu tür narsisistler, kendilerini abartılı bir şekilde üstün görme eğilimindedirler. Eleştirilere karşı savunmacı veya saldırgan bir tutum sergilerler. Bu durum, kişisel ve profesyonel ilişkilerde sorunlara yol açma ihtimalini doğurur.
Kırılgan Narsisizm Nedir
Kırılgan narsisizm, narsisistik kişilik bozukluğunun daha az bilinen bir türüdür. Genellikle, güvensiz ve reddedilmeye karşı aşırı hassasiyet gösteren kişilerde görülür. Bu kişiler, kendilerini diğerlerinden hem aşağıda hem de üstün hisseder. Eleştiriye veya göz ardı edilmeye karşı kolayca; kızgın, kaygılı veya düşmanca tavırlar sergilerler.
Her türlü eleştiriyi negatif olarak algılarlar. Övgüleri almakta zorlanırlar. Kaynaklarına güvenmez ve bu tür geri bildirimleri gizli saldırılar olarak algılarlar. Kişiliklerinin sadece bazı yönlerini açığa çıkarırlar. Yardıma muhtaç, yenilmiş gibi görünebilirler, ancak alamadıkları şeylere karşı kolayca sinirlenirler. Büyürken fazla empati tecrübesi yaşamadıkları için empati eksikliği gösterirler.
Kırılgan narsisizm, daha yaygın olarak bilinen büyüklenme narsisizmine göre tanımlanması zor olan bir durumdur. Ancak, kendine özgü düşünce ve davranış kalıplarıyla ilişkilendirilir. Büyüklenmeci narsisistlerinin aksine, daha içe dönük bir kişiliğe sahiptirler. Büyük Beş Kişilik Modeline göre; içe dönükler genellikle yaklaşılmaz, dostça olmayan, soğuk veya negatif olarak algılanırlar. Yalnız zaman geçirme ihtiyacı duyarlar. Ayrıca, yüksek düzeyde nevrotik olurlar. Nevrotizm; anksiyete/panik eğilimi, depresyon, düşmanlık, öz bilinç, aşırılık ve savunmasızlık gibi altı yönü kapsar.
Dikkate değer görevlerinin tamamlanmasının ardından aradıkları övgüyü almak isterler. Ne kadar çok çalıştıklarını veya ne kadar çok başardıklarını dolaylı yollardan ima ederler. Bunun için büyük çaba sarf ederler. Hatalarından nadiren sorumlu tutulurlar. Çünkü işler ters gittiğinde bunun kendi hataları olduğunu düşünmezler. Diğer insanların veya koşulların hatalarından sorumlu olduğuna inanırlar.
Büyüklenmeci (Grandiyöz) Narsisizm
Narsisistik kişilik özelliklerinin en yaygın ve tanınmış biçimidir. Bu türdeki bireyler, genellikle kendi yeteneklerine, başarılarına veya görünüşlerine aşırı derecede özgüven ve özsaygı sergilerler. Grandiyöz narsisistler şu özelliklere sahip olurlar:
- Kendini Yüceltme ve Üstünlük Hissi: Kendilerini diğer insanlardan üstün görme eğilimindedirler. Kendi başarılarını, yeteneklerini veya görünüşlerini abartırlar. Bu özelliklerini sürekli olarak başkalarına gösterme ihtiyacı hissederler.
- Empati Eksikliği: Bu tür narsisistler, başkalarının duygularını ve ihtiyaçlarını anlamakta zorluk çekerler. Kendi ihtiyaçlarını ve isteklerini her zaman başkalarınınkinin önüne koyarlar.
- Dikkat ve Takdir Arayışı: Genellikle dikkat çekmeyi ve övgü almayı severler. Başkalarından sürekli takdir ve onay beklerler.
- İlişkilerde Manipülatif Davranışlar: Kendi amaçlarına ulaşmak için başkalarını manipüle ederler. Bu, ilişkilerinde dengesizlik ve zorluklara yol açar.
- Kırılgan Benlik Saygısı: Grandiyöz görünümlerinin altında, genellikle kırılgan bir benlik saygısı ve derin güvensizlikler yatar. Eleştiriye karşı aşırı duyarlı olurlar ve reddedilmeye karşı aşırı tepki gösterirler.
Grandiyöz narsisizm, bir kişinin toplum içindeki etkileşimlerini ve ilişkilerini olumsuz yönde etkiler. Başkalarıyla sağlıklı ilişkiler kurmakta zorlanır. Çevrelerindeki insanlar için zorluklar yaratabilir. Bu nedenle, bu tür kişilik özelliği taşıyan bireylerle etkili bir şekilde iletişim kurmak, gerektiğinde profesyonel yardım almak önemlidir.
Kırılgan Narsisizm ve Büyüklenmeci (Grandiyöz) Narsisizm arasındaki fark nedir?
Büyüklenmeci Narsisizm, genellikle dışa dönük ve kendinden emin kişilerde görülür. Bu kişiler, kendi yeteneklerini ve başarılarını abartma eğilimindedirler. Başkalarından sürekli takdir ve onay beklerler. Empati eksikliği gösterir ve eleştirilere karşı savunmacı ya da agresif tepkiler verirler. Kırılgan Narsisizm, daha çok içe dönük, utangaç ve kendini koruma altına almış kişilerde görülür. Duygusal olarak hassas olup kolayca incinebilirler ve eleştirilere karşı savunmacı davranışlar sergilerler. Her iki tür de benmerkezci ve özel olma ihtiyacına sahiptir, ancak ifade biçimleri farklıdır.
Klinik Psikolog Tuğçe Turanlar
Kaynaklar
Pincus, A. L., & Lukowitsky, M. R. (2010). Pathological narcissism and narcissistic personality disorder. Annual review of clinical psychology, 6, 421-446.
Seray, A. K. Ç. A. (2017). Kohut’un kendilik nesnesi ihtiyaçları bağlamında kırılgan narsisizmin incelenmesi: Bir vaka örneği. Ayna Klinik Psikoloji Dergisi, 4(1), 1-13.
Ronningstam, E. (2010). Narcissistic personality disorder: A current review. Current psychiatry reports, 12, 68-75.
Devamı
Travma Bağı Nedir, Travma Bağından Nasıl Kurtulurum?
Travma Bağı Nedir?
Travma bağı, genellikle zorlu ve toksik ilişkilerde, kişinin istismarcıya karşı duyduğu sağlıksız bağlılığı olarak tanımlanır. Örneğin, biri uzun süreli duygusal veya fiziksel istismar yaşadığında, ona zarar veren kişiye karşı empati ve bağlılık hisseder. Bu durum kurbanın, istismarcının davranışlarını normalleştirme ve onları savunma eğiliminde olmasına yol açar. Bu genellikle istismarcının kontrol ve manipülasyonuna bağlı olarak gelişir. Kişi, kendini bu zararlı ilişkiden kurtarmayı zorlaştırır.
Travma Bağının Belirtileri
- Aşırı Duygusal Bağlılık: Size kötü davranan kişiye karşı yoğun bir bağlılık ve ihtiyaç duygusu geliştirirsiniz. Bu kişi olmadan yaşayamayacağınızı ya da mutlu olamayacağınızı hissedersiniz.
- Rasyonalizasyon ve İdealizasyon: İstismarcının davranışlarını normalleştirir veya mazur görürsünüz. Onun iyi yönlerini abartır ve kötü davranışlarını göz ardı eder veya haklı çıkarırsınız.
- Bağımlılık ve Korku: Size kötü davranan o kişi olmadan yapamayacağınız korkusu geliştirirsiniz. Bu korku; yalnız kalma, terk edilme ya da sevilmeme korkusu gibi korkular olur.
- Duygusal Dalgalanmalar: İlişkinizde sık sık duygusal iniş çıkışlar yaşarsınız. İstismarcıyla olan iyi zamanlarınız. kötü zamanlara göre daha az olur; ancak bu iyi zamanlar sizi ilişkide tutar.
- İlişkinin Döngüsel Doğası: İstismarcı ile aranızdaki ilişki genellikle bir döngü izler: toksik davranış, pişmanlık, barışma ve tekrar toksik davranış. Bu döngü, bağlılığınızı sürdürür.
- Kendini Değersiz Hissetme: Kendi değerinizi ve ihtiyaçlarınızı göz ardı eder kendinizi istismarcının ihtiyaçlarına göre şekillendirirsiniz.
- İzolasyon: Diğer insanlardan ve destek kaynaklarından uzaklaşabilirsiniz, çünkü ilişkiniz size dünyanın geri kalanından kopmuş hissettirir.
Travma Döngüsü – Travma Bağı
Genellikle toksik ilişkilerde görülen bir durumdur. Kötü muamele gören kişi, ona kötü davranan kişiye sürekli umut ve bağlılık duyar. İstismar eden kişi özür diler ve pişman olduğunu söyler. Kötü davranışların normal gibi görünmesini sağlar. Tekrar tekrar yaşanan bu durum, mağdur kişinin ilişkiden ayrılmasını zorlaştırır.
Travma Bağından Nasıl Kurtulurum?
Travma bağını kırmak için atılacak adımlar kişisel bir yolculuk gerektirir. İşte bu süreci başlatmak ve sürdürmek için bazı öneriler:
Travma Bağını Tanımak
İlk adım, travma bağının farkına varmak ve bunun sağlıklı veya sürdürülebilir bir ilişki olmadığını kabul etmektir. Travma bağının ne olduğunu ve nasıl etkilediğini anlamak, kurtulma sürecine başlamak için önemlidir.
Profesyonel Yardım Aramak
Terapist veya danışman gibi travma ve ilişkiler konusunda uzmanlaşmış bir profesyonelle çalışmak. Bu çalışmalar deneyimlerinizi, duygularınızı ve kalıplarınızı keşfetmek için güvenli bir alan sağlar.
Sınırlar Belirlemek
Sınırları belirledikten sonra, bunları net bir şekilde ifade etmek önemlidir.
Kendine Bakım Yapmak ve Kendine Şefkat Göstermek
Kendine iyi bakmak ve kendine karşı nazik olmak, iyileşme yolunda çok önemlidir. Sizi mutlu eden insanlarla vakit geçirmek, kendi sağlığınızı ve refahınızı ilk sıraya koymak bu süreçte büyük ölçüde iyi gelir.
Duygularınızı İşlemek
Bu yolculuk sırasında ortaya çıkan duyguları hissetmeye ve işlemeye izin vermek normaldir. Günlük tutmak, güvendiğiniz bir arkadaşla konuşmak veya hobiler (resim yapmak) bu duyguları ifade etmeye ve serbest bırakmaya yardımcı olur.
Olumsuz İnançları Sorgulamak
Travma bağına bağlı kalmayı sağlayan olumsuz inançları ve düşünceleri tanımlayıp sorgulamak önemlidir. Olumsuz inançları sorgulamak, sağlıklı ve sevgi dolu ilişkileri hak ettiğinizi ve iyileşmeye değer olduğunuzu anlamayı ifade eder.
Kişisel Gelişime Odaklanmak
İlgi alanlarınızı keşfedin, hedefler belirleyin ve güçlü bir benlik duygusu oluşturmaya yardımcı olacak aktivitelere yatırım yapın.
Bu süreçte sabırlı olmak ve her adımda küçük zaferleri kutlamak önemlidir. Kendinize bu süreç boyunca nazik davranın ve iyileşmenin zaman aldığını unutmayın. Destek ve kararlılık, travma bağından kurtarır.
Sonuç olarak, travma bağını kırmak, kendini yeniden keşfetme ve güçlendirme yolculuğudur. Bu süreç, zorluklarla dolu olur, ancak her adım, bireysel gücünüzü ve dayanıklılığınızı artırır. Kendinize karşı sabırlı ve şefkatli olmak, profesyonel destek almak ve güvenli bir destek ağı oluşturmak, bu dönüşüm yolculuğunda önemli kilometre taşlarıdır. Travma bağından kurtulmak, sadece geçmişteki acıları geride bırakmak değil, aynı zamanda daha sağlıklı, dengeli ve özgür bir geleceğe adım atmak demektir. Unutmayın, bu yolculuk sizi sadece iyileştirmekle kalmaz, aynı zamanda daha güçlü ve bilinçli bir birey olarak yeniden doğmanıza da olanak tanır.
Travma Bağı Nedir? Travma Bağından Nasıl Kurtulurum ?
Klinik Psikolog Tuğçe Turanlar
Kaynaklar
Reid, J., Haskell, R., Dillahunt-Aspillaga, C., & Thor, J. (2013). Trauma bonding and interpersonal violence. Psychology of trauma.
George, V. (2015). Traumatic bonding and intimate partner violence.
DevamıTravma Sonrası Tepkiler
Travma Sonrası Tepkiler
Travma, insan davranışını derinden etkiler ve hayatta kalmak için içgüdüsel tepkileri tetikler. Bu tepkiler; Savaşma, Kaçma, Donma ve Boyun Eğme olarak kategorize edilir.
Savaşma
Tehlike hissettiğinizde gösterdiğiniz bir savunma türüdür. Örneğin, biri sizi korkutuyorsa, karşılık vermek için bağırabilir veya kızabilirsiniz. Bu kendinizi nasıl koruduğunuzu ve neye sınır koyduğunuzu gösterir.
Kaçma
Tehlikeli veya stresli bir durumda, ortamdan hızla uzaklaşma isteğinizdir. Mesela, bir tartışmadan koşarak uzaklaşabilirsiniz ya da üzücü bir konuyu görmezden gelebilirsiniz. Bu tehlikelerden nasıl kaçtığınızı ve sorunlarla nasıl başa çıktığınızı gösterir.
Donma
Ne savaşabileceğiniz ne de kaçabileceğiniz bir durumda olduğunuzda hareketsiz ve sessiz kalırsınız. Bu vücudunuzun aşırı stres altında kendini koruma yoludur. Ne yapacağınızı bilemezsiniz, sadece beklersiniz.
Boyun Eğme
Bir tehdidi yatıştırmak ya da birini memnun etmek için kendi ihtiyaçlarınızı ve sınırlarınızı görmezden gelirsiniz. Örneğin, tartışmaları önlemek için her zaman başkalarının dediğini yaparsınız. Başkalarını memnun etmeye odaklanarak kendinizi korursunuz.
Bu tepkiler, beyin fonksiyonları ve sinirsel bağlantılarla yakından ilişkilidir. Örneğin, travma sonrası stres bozukluğu (TSSB) beyin yapısında ve işlevlerinde değişikliklere neden olur. Travmanın neden olduğu stres ve kaygı durumları, beynin farklı bölümlerinde, özellikle amigdala ve medial prefrontal kortekste farklı tepkiler üretir. Bu tepkiler bireyin travma sonrası yaşadığı deneyimleri ve tepkileri anlamamızda önemli bir rol oynar.
Sonuç olarak, travma tepkileri, bireylerin tehlikeli durumlarda hayatta kalmak için içgüdüsel olarak geliştirdikleri temel savunma stratejileridir.
Klinik Psikolog Tuğçe Turanlar
Kaynaklar
Baldwin, D. V. (2013). Primitive mechanisms of trauma response: An evolutionary perspective on trauma-related disorders. Neuroscience & Biobehavioral Reviews, 37(8), 1549-1566.
Baldwin, D. V. (2013). Primitive mechanisms of trauma response: An evolutionary perspective on trauma-related disorders. Neuroscience & Biobehavioral Reviews, 37(8), 1549-1566.
Devamı
Travma ve Travma ile Başa Çıkma Üzerine Yazılmış 8 Kitap
Travma ile ilgili size dolaylı yoldan destek olabilecek 8 Kitap önerisini inceleyebilirsiniz.
1-Köpek Gibi Büyütülmüş Çocuk –Maia Szalavitz, Bruce D. Perry
“Ateş ısıtabilir veya yakıp yok edebilir, su susuzluğu giderebilir veya boğabilir, rüzgar okşayabilir ya da kesebilir. İnsan ilişkileri de böyledir: Birbirimizi hem yaratabilir ve yok edebilir, hem besleyebilir ve dehşet içinde bırakabilir, hem de travma yaşatabilir ve iyileştirebiliriz.”
2- Seninle Başlamadı – Mark Wolynn
“Hatırlamanın zorlaşması her şeyi unuttuğumuz anlamına gelmez. Travmatik olayın parçası olan kelimeler, görüntüler ve dürtüler içimizde taşıdığımız acılarımızın gizli dilini oluşturmak üzere yeniden ortaya çıkarlar. Hiçbir şey kaybolmaz. Parçalar sadece yön değiştirir.”
3- Beden Kayıt Tutar – Bessel A. Van Der Kolk
“Meaney, anne farelerin, dünyaya geldikten sonraki on iki saat içinde yavrularını ne kadar çok yalarsa ve ilgilenirse, beynin strese tepki veren kimyasalları üzerinde o kadar etkili olduğunu ve binin üzerinde genin yapısını değiştirdiğini bulmuştur. Anneleri tarafından yoğun bir şekilde yalanan fare yavruları, stres altındayken, anneleri ilgisiz olan fare yavrularına göre daha cesur olmakta ve daha az stres hormonu salgılamaktadır. Bu fareler, ayrıca daha hızlı kendilerini toparlayabilmektedir; yaşamları boyunca dinginleri devam etmektedir.”
4- Travma ve İyileşme – Judith Herman
“Travmatik deneyimin başkalarıyla paylaşılması, anlamlı bir dünya duygusunun onarılması için bir ön koşuldur.”
5- Bir Çocuğun Gözünden Travma – Peter A. Levine
“Korkudan büyümüş gözlerle ebeveyninin, kardeşinin ya da büyük ebeveyninin şiddetini gören/duyan çocuklar sıklıkla saldırıya uğrayandan daha fazla zarar görürler. Donmuş ve çaresiz bir şekilde bir masanın altına sığınan ya da duvara yapışan çocuk “görünmez” olmaya çalışır. Sayısız büyüğün hayat boyu süren “görülme” korkusu bunun sonucudur.”
6- Travma ve Anı – Peter A. Levine
“Kendimizle olan ilişkimiz derin yaralar içindeyken başkalarıyla iyi ilişkiler kuramayız. Kendimiz hakkında pek bir şey bilmiyorsak, tıpkı bir zamanlar ebeveynlerimizin gözlerinde aradığımız gibi, kendi kimliğimizi başkalarının aynasında ararız. Tüm sorunlarımız ve açık yaralarımızla bir başkasının kollarında güvenli bir liman ve şefkat bulmaya yöneliriz, ama o da aynı teselliyi bizde aramaktadır. “Sihirli ötekine” bu yansıtmalar hiç de iyi bir strateji değildir ve sonunda çöker, karşılıklı hayal kırıklığı ve küçümsemeye neden oluruz.”
7- Doğum Travması – Otto Rank
“Psikanalitik tarzda düşünmeyi öğrenmiş olanlar, bastırılmış şeylerin içlerinde hep gizli bir özlem barındırdığını bilir.”
8- Dile Gelmeyen bir Sesle – Peter A. Levine
“Kendimizi o kadar düşüncelerimizle özdeşleştiririz ki onları gerçeklikle karıştırırız. Kendimizin düşüncelerimiz olduğuna inanırız.”
Devamı
Bipolar Bozukluk ve Türleri
Bipolar Bozukluk Nedir
Bipolar Bozukluk belli bir düzen olmaksızın yineleyen mani, hipomani, depresyon ya da karma görünümlü duygudurum dönemleri ile karakterize, kronik seyirli, mesleki, ailesel ve sosyal alanlarda işlevsellikte belirgin bozulmaya yol açan bir duygudurum bozukluğudur.
Eskiden manik depresyon olarak adlandırılan bipolar bozukluk, duygusal çıkışlar (mani veya hipomani) ve düşüşler (depresyon) içeren aşırı ruh hali değişimlerine neden olur.
Depresyona girdiğinizde üzgün, umutsuz hissedebilir ve çoğu aktiviteye olan ilginizi kaybedebilirsiniz.
Ruh haliniz mani veya hipomani dönemine geçtiğinde, öforik (yoğun neşe), enerji dolu veya alışılmadık derecede sinirli hissedebilirsiniz.
Bu ruh hali değişimleri uykunuzu, enerjinizi, aktivite yapma isteğinizi, davranışlarınızı ve muhakeme yapma yeteneğinizi etkileyebilir.
Ruh hali değişimleri nadiren veya yılda birkaç kez meydana gelebilir.
Bipolar bozukluk ömür boyu süren hastalık olsa da ilaçlar ve psikoterapi ile ruh hali değişimlerinizi ve diğer belirtileri yönetebilirsiniz.
Manik dönemde dürtüsel olarak çalışmayı bırakabilir, ilişkinizi bitirebilir, aşırı alışveriş yapabilir veya iki saat uyuduktan sonra kendinizi iyi dinlenmiş hissedebilirsiniz.
Depresif dönemde ise yataktan kalkamayacak kadar yorgun, yalnız, işsiz ve borçlu olmaktan dolayı mutsuz olabilirsiniz.
Bipolar bozukluğu olan birçok kişinin başarılı kariyerleri, mutlu aile yaşamları ve tatmin edici ilişkileri vardır. Bipolar bozuklukla yaşamak zordur, ancak tedavi, sağlıklı başa çıkma becerileri ve sağlam bir destek sistemi ile belirtilerinizi yönetebilirsiniz.
Bazı insanlar mani ve depresyon dönemleri arasında gidip gelirler, ancak çoğu manik olduğundan daha çok depresyondadır. Mani, tanınmayacak kadar hafif olabilir. Bipolar bozukluğu olan kişiler semptomlar olmadan da uzun süreler yaşayabilirler.
Bipolar bozukluk tedavisinin temelini ilaç tedavisi oluştururken, terapi ve kendi kendine yardım stratejileri de önemli roller oynar. Düzenli egzersiz yaparak, yeterince uyuyarak, doğru beslenerek, ruh halinizi izleyerek, stresi minimumda tutarak ve kendinizi destekleyici insanlarla çevreleyerek semptomlarınızı kontrol edebilirsiniz..
DSM-IV ve DSM-IV-R’de duygudurum bozuklukları içinde yer alan Bipolar Bozukluk, 2013 yılında yayımlanan DSM-5’te bipolar ve ilişkili bozukluklar olarak ele alınmıştır.
Bipolar Bozukluğun iki yıl içinde tekrarlama oranı %60 civarındadır.
Bipolar Bozukluğun Nedenleri
Bipolar bozukluğun nedenleri tam olarak bilinmese de araştırmalar genetik faktörlerin güçlü derecede etkisi olduğunu göstermektedir. Bipolar bozukluğun ilk mani veya depresif epizodu genellikle gençlik yıllarında veya erken yetişkinlik döneminde ortaya çıkar. Semptomlar hafif ve kafa karıştırıcı olabilir. Bipolar bozukluğu olan birçok kişi gözden kaçırılır veya yanlış teşhis edilir. Bipolar bozukluk tedavi olmaksızın kötüleşme eğiliminde olduğundan, semptomların nasıl göründüğünü öğrenmek önemlidir. Sorunun farkına varmak, daha iyi hissetmenin ve hayatınızı yeniden yoluna koymanın ilk adımıdır.
Genetik etkenlerin Bipolar Bozukluk gelişiminde yaklaşık %60-80 oranında etkisinin olabileceği bulgulanmıştır.
Bipolar bozukluk, çevresel etkenlerin hastalığın ortaya çıkışını ve ilerlemesini etkileyebildiği bir psikiyatrik bozukluktur. Hastalığa yatkınlığı arttıran genetik etkenlerin olmadığı durumlarda bile, bazı olumsuz yaşam alışkanlıkları, alkol ve madde kullanımı, dışarıdan alınan bazı ilaçlar ve psikososyal etkenler hastalığın gelişmesinde ya da kötüleşmesinde önemli bir rol oynayabilir.
Bipolar bozukluk aynı zamanda enerji seviyesini, muhakeme yeteneğini, hafızayı, konsantrasyonu, iştahı, uyku düzenini, cinsel dürtüleri ve benlik saygısını da etkileyebilir. Ayrıca, bipolar bozukluk anksiyete, madde kötüye kullanımı, diyabet, kalp hastalığı, migren ve yüksek tansiyon gibi sağlık sorunlarıyla ilişkilendirilmiştir.
Hastalığın genellikle depresyon şeklinde başladığı düşünülmektedir (%50-%85). Bir dönemden sonra, bir yıl içinde nüks ihtimali %50’ye, dört yıl içinde %70’e ve beş yıl içinde %90’lara kadar çıkabilir. Depresif dönemler genellikle sinsi belirtilerle başlar, ancak manik dönemler ani bir şekilde ortaya çıkar. Depresif dönemlerin ortalama süresi 3-5 ay, manik dönemlerin ortalama süresi 2 ay ve karma dönemlerin ortalama süresi 5-12 ay arasındadır. Bu süreler kişiden kişiye değişebilir ve yayınlarda farklılıklar bulunabilir.
Bipolar bozuklukta dört ruh hali bölümü vardır: Mani, Hipomani, Depresyon ve Karma Dönem. Her epizodun kendine özgü bir dizi semptomu vardır.
Mani Belirtileri
Bipolar bozukluğun mani döneminde, yüksek enerji, yaratıcılık ve öfori duyguları yaşamak yaygındır. Bir manik dönem yaşadığınızda, hızlı ve akıcı bir şekilde konuşabilir, çok az uyuyabilir ve hiperaktif olabilirsiniz. Kendinizi yenilmez veya kaderinizde önemli biri olacakmış gibi hissedebilirsiniz.
Ancak, mani başlangıçta iyi hissettirse de kontrolden çıkma eğilimi gösterebilir. Manik dönem sırasında umursamaz bir davranış sergileyebilirsiniz; birikimlerinizle kumar oynamak, uygunsuz cinsel ilişkilerde bulunmak veya mantıksız iş yatırımları yapmak gibi davranışlara yönelebilirsiniz.
Ayrıca, öfkeli ve saldırgan olma eğilimi gösterebilirsiniz; tartışmalara yol açabilir, başkalarının planlarınıza uymadığı durumlarda saldırganlık gösterebilir ve davranışınızı eleştiren herkesi suçlayabilirsiniz. Bazı insanlar, sanrılar veya sesler duyma gibi psikotik semptomlar yaşayabilirler.
Bipolar bozukluğun manik döneminde aşağıdaki belirtiler yaygın olarak görülebilir:
- Alışılmadık derecede “keyifli” ve iyimser hissetmek veya aşırı sinirli olmak.
- Kişinin yetenekleri veya güçleri hakkında gerçekçi olmayan, gösterişli inançlar.
- Çok az uykuyla birlikte son derece enerjik hissetmek.
- Hızlı konuşma hızıyla diğerlerinin takip etmesi zor olabilir.
- Yarışan düşünceler; bir fikirden diğerine hızla atlamak.
- Dikkatin dağılması ve konsantrasyon sorunları yaşamak.
- Bozulmuş muhakeme ve dürtüsellik.
- Sonuçlarını düşünmeden pervasız hareketlerde bulunmak.
- Sanrılar ve halüsinasyonlar (ağır vakalarda).
Bu belirtiler, manik dönemin yoğunluğuna bağlı olarak değişebilir ve her bireyde farklılık gösterebilir. Özellikle sanrılar ve halüsinasyonlar daha ağır vakalarda ortaya çıkabilir. Bu belirtiler, bipolar bozukluğun tanı kriterlerini yansıtır ve profesyonel bir değerlendirme ile doğrulanması önemlidir.
Hipomani Belirtileri
Hipomani, daha az şiddetli bir mani durumudur. Hipomanik bir dönemde, öforik, enerjik ve üretken hissedersiniz, ancak gerçeklikle bağınızı kaybetmeden günlük yaşamınıza devam edebilirsiniz. Başkalarına, olağanüstü derecede iyi bir ruh halinde olduğunuz izlenimini verebilirsiniz. Ancak hipomani, kötü kararlarla ilişkilerinize, kariyerinize ve itibarınıza zarar verebilen sonuçlara yol açabilir. Ayrıca, hipomani genellikle tam bir mani atağına yükselir veya majör depresif bir dönemle devam eder.
Bipolar Depresyon Belirtileri
Geçmişte bipolar depresyon normal depresyonla aynı şekilde ele alınıyordu ancak giderek artan sayıda araştırma, özellikle tedavi yaklaşımları konusunda, ikisi arasında önemli farklılıklar olduğunu ortaya koymaktadır.
Bipolar depresyonu olan birçok kişiye antidepresanlar yardımcı olmaz. Aslında, antidepresanların bipolar bozukluğu kötüleştirme, mani veya hipomani ataklarını tetikleme, hızlı ruh hali döngüleri oluşturma veya diğer ruh dengeleyici ilaçlarla etkileşime girme riski taşıdığı bilinmektedir.
Benzerliklere rağmen, bipolar depresyonda bazı belirtiler normal depresyona kıyasla daha yaygın olabilir. Örneğin, sinirlilik, suçluluk duyguları, öngörülemeyen ruh hali değişimleri ve huzursuzluk gibi belirtiler bipolar depresyonda daha sık görülebilir. Ayrıca, bipolar depresyonda yavaş hareket etme, yavaş konuşma, aşırı uyuma ve kilo alma eğilimi de sıkça gözlenebilir. Ek olarak, psikotik depresyon olarak bilinen, gerçeklikle bağlantınızı kaybettiğiniz bir durumu geliştirme ve işlevsellikte ciddi zorluklar yaşama olasılığınız bipolar depresyonda daha yüksek olabilir.
Bipolar depresyonun yaygın semptomları şunları içerir:
- Umutsuz, üzgün veya boş hissetme
- Sinirlilik
- Zevk alamama
- Yorgunluk veya enerji kaybı
- Fiziksel ve zihinsel durgunluk
- İştah veya kilo değişiklikleri
- Uyku sorunları
- Konsantrasyon ve hafıza sorunları
- Değersizlik veya suçluluk duyguları
- Ölüm veya intihar düşünceleri
Bipolar depresyon belirtileri, bireyden bireye farklılık gösterebilir ve semptomların şiddeti değişebilir. Bu semptomlar, bipolar depresyonun tanı kriterlerini yansıtır ve profesyonel bir değerlendirme ile doğrulanması önemlidir. Ölüm veya intihar düşünceleri varsa, acilen bir ruh sağlığı uzmanına başvurmak önemlidir.
Karma Dönem belirtileri
Bipolar bozuklukta karma dönem, manik ve depresif belirtilerin aynı anda veya hızla birbirini takip ettiği bir durumu ifade eder. Karma dönem, bipolar bozukluğun bir alt tipidir ve mani, hipomani ve depresyon belirtilerinin bir arada bulunur.
Karma dönemdeki kişiler hem manik/hipomani belirtilerini yaşarlar (örneğin, yüksek enerji, hiperaktivite, abartılı iyimserlik), hem de depresyon belirtilerini deneyimlerler (örneğin, umutsuzluk, üzüntü, düşük enerji). Kişinin ruh hali ve enerjisi hızla değişebilir, dolayısıyla kişi bir anda coşkulu ve hareketli olabilirken bir süre sonra hüzünlü ve enerjisiz hale gelebilir.
Karma dönem, bipolar bozukluğun diğer episodlarından farklıdır, çünkü hem mani/hipomani hem de depresyon belirtilerinin bir arada bulunmasıyla karakterizedir. Bu durum, kişinin duygusal denge ve işlevsellik üzerinde olumsuz bir etkisi olabilir ve tedavi gerektirebilir. Karma dönemdeki kişiler intihar riski taşıyabilir, bu nedenle profesyonel yardım almak önemlidir.
Bipolar Bozukluk türleri
Semptomlar kişiden kişiye çok değişebildiğinden, bipolar bozukluk genellikle mani ve depresyon örüntüsü ile tanımlanan farklı türlere ayrılır.
Bipolar I Bozukluğu
Bipolar I bozukluğunda en az bir manik bölüm yaşanır. Manik bölüm, aşırı yükselmiş, hiperaktif ve aşırı enerjik bir ruh haliyle karakterizedir. Kişi manik bölümdeyken düşük bir ihtiyaç duygusu, azalmış uyku ihtiyacı, hızlı konuşma, amaçsız faaliyetlerde artış, hızlı düşünceler ve düşünceler arasında bağlantısızlık gibi belirtiler gösterebilir.
Bipolar I bozukluğunda ayrıca major depresif bölümler de yaşanabilir. Major depresif bölümde ise yoğun bir düşüş, umutsuzluk, enerji kaybı, uyku problemleri, iştah değişiklikleri, konsantrasyon güçlüğü, intihar düşünceleri gibi belirtiler görülebilir.
Bipolar I bozukluğu olan kişiler genellikle manik bölümler ve depresif bölümler arasında dalgalanmalar yaşarlar. Bu dönemler arasındaki geçişler, kişinin yaşam kalitesi ve işlevselliği üzerinde önemli bir etkiye sahip olabilir. Profesyonel yardım ve uygun tedavi, bu dalgalanmaların yönetilmesine ve kişinin daha sağlıklı bir dengeye ulaşmasına yardımcı olabilir.
Bipolar II Bozukluğu (hipomani ve depresyon)
Bipolar 2 bozukluğunda, en az bir hipomanik bölüm ve en az bir major depresif bölüm yaşanır. Hipomanik bölüm, manik bölüme benzer belirtiler gösterir, ancak daha hafif düzeydedir. Kişi hipomanik bölümde enerjik, hiperaktif, yaratıcı ve hedefe yönelik olabilir. Bununla birlikte, hipomanik bölümdeki belirtiler kişinin işlevselliğini ciddi şekilde etkilemez ve psikotik özellikler içermez.
Major depresif bölümde ise yoğun bir düşüş, umutsuzluk, enerji kaybı, uyku problemleri, iştah değişiklikleri, konsantrasyon güçlüğü, intihar düşünceleri gibi belirtiler görülür. Bu depresif bölüm bipolar 2 bozuklukta daha belirgin ve daha uzun süreli olabilir.
Bipolar 2 bozuklukta kişi genellikle hipomanik bölümler ve major depresif bölümler arasında dalgalanmalar yaşar. Hipomanik bölümler daha sık görülürken, manik bölümler tipik olarak yaşanmaz. Bu dalgalanmalar, kişinin yaşam kalitesi ve işlevselliği üzerinde önemli bir etkiye sahip olabilir. Doğru tanı ve uygun tedavi, bu dönemlerin yönetilmesine ve kişinin daha sağlıklı bir dengeye ulaşmasına yardımcı olabilir.
Bipolar 1 bozukluk ve bipolar 2 bozukluk arasındaki temel fark; yaşanan manik bölümlerin şiddeti ve süresidir.
Bipolar 1 Bozukluk
Bipolar 1 bozukluk, en az bir manik dönemin yaşanmasıyla karakterizedir. Manik dönem, aşırı yükselmiş, hiperaktif ve aşırı enerjik bir ruh haliyle kendini gösterir. Kişi manik dönemdeyken azalmış uyku ihtiyacı, hedefsiz faaliyetlerde artış, hızlanmış konuşma, hızlı düşünceler ve düşünceler arasında bağlantısızlık gibi belirtiler sergileyebilir. Manik dönemler genellikle ciddi işlevsellik bozukluğuna ve bazen hastanede tedavi gerektirebilecek durumlara yol açabilir.
Bipolar 2 Bozukluk
Bipolar 2 bozukluk ise en az bir hipomanik dönem ve en az bir major depresif dönemle karakterizedir. Hipomanik dönem, manik döneme benzer belirtiler gösterir, ancak daha hafif düzeydedir. Kişi hipomanik dönemde enerjik, hiperaktif, yaratıcı ve hedefe yönelik olabilir. Major depresif dönemde ise yoğun bir düşüş, umutsuzluk, enerji kaybı, uyku problemleri, iştah değişiklikleri, konsantrasyon güçlüğü, intihar düşünceleri gibi belirtiler görülür. Bipolar 2 bozuklukta manik bölümler nadiren veya hiç yaşanmazken, hipomanik bölümler daha sık görülür.
Her iki bozukluk da önemli sağlık sorunlarına yol açabilir ve uygun tedavi ve destek önemlidir. Doğru tanı, uygun tedavi planı ve düzenli takip, bu bozuklukların yönetilmesine ve kişinin yaşam kalitesini iyileştirmesine yardımcı olabilir.
Bipolar 1 bozukluk genellikle daha yoğun tedavi gerektirebilir ve hastalar genellikle bazı antipsikotik ilaçlar kullanabilir. Bipolar 2 bozukluk ise genellikle antidepresanlar ve duygudurum dengeleyici ilaçlar kullanılarak tedavi edilebilir.
Özet olarak, bipolar 1 bozuklukta en az bir manik bölüm yaşanırken, bipolar 2 bozuklukta en az bir hipomanik bölüm ve bir major depresif bölüm yaşanır. Manik bölümlerin şiddeti ve süresi, bu iki bozukluğu ayıran önemli bir farktır.
Siklotimi (hipomani ve hafif depresyon)
Siklotimi, döngüsel ruh hali değişimlerinden oluşan daha hafif bir bipolar bozukluk türüdür. Semptomlar tamamen gelişmiş mani veya depresyondan daha az şiddetlidir.
Siklotimi, bipolar 1 veya bipolar 2 bozukluk kadar şiddetli manik veya depresif bölümleri içermez, ancak daha hafif düzeyde hipomanik ve depresif dönemlerin tekrarlayıcı olmasıyla karakterizedir.
Siklotimi belirtileri genellikle daha hafif düzeydedir ve kişinin işlevselliğini ciddi şekilde etkilemeyebilir. Ancak, tekrarlayıcı hipomanik ve depresif dönemler yaşam kalitesini olumsuz etkileyebilir ve kişinin günlük yaşam aktivitelerini zorlaştırabilir. Siklotimi tanısı koymak için belirtilerin en az 2 yıl boyunca sürekli olarak devam etmesi gerekmektedir. Bu süre boyunca belirtiler kesintisiz olarak ortaya çıkmalı ve birkaç ay boyunca normale dönmemelidir.
Belirtilmemiş veya diğer türler
Başka bir kategoriye uymayan semptomlar yaşarsanız veya bunlar madde bağımlılığı gibi başka bir tıbbi durumdan kaynaklanırsa, doktorunuz tanımlanmamış bipolar bozukluk teşhisi koyabilir.
Klinik Psikolog Tuğçe Turanlar
Kaynaklar
Fagiolini A , Coluccia A, Maina G, Forgione RN, Goracci A, Cuomo A. Diagnosis, Epidemiology and Management of Mixed States in Bipolar Disorder. CNS Drugs. 2015;29(9):725-40.
Maj M, Akiskal HS, Lopez-Ibor JJ, Sartorius N. Bipolar Disorders. West Sussex, UK, Wiley, 2002.
Patel NC, DelBello MP, Keck PE, Strakowski SM. Pheneomenology associated with age at onset in patients with bipolar disorder at their first psychiatric hospitalization. Bipolar Disord 2006; 8: 91-4.
Stringaris A, Youngstrom E. Unpacking the differences in US/UK rates of clinical diagnoses of early-onset bipolar disorder. Am Acad Child Adolesc Psychiatry. 2014 Jun;53(6):609-11.
Sayın A, Aslan S. Duygudurum bozuklukları ile huy, karakter ve kişilik ilişkisi. Turk Psikiyatri Derg. 2005; 16:276-83.
Güleç C, Köroğlu E. Psikiyatri Temel Kitabı. 2. Baskı, Hekimler Yayın Birliği, Ankara: Medico Graphics Matbaası, 2007.
Suominen K, Mantere O, Valtonen H, Arvilommi P, Leppamaki S, Paunio T, Isometsa E. Early age onset of bipolar disordder is associated with more severe clinical features but delayed treatment seeking. Bipolar Disord 2007; 9: 698-705. 54.
Mandelli L, Souery D, Bartova L, Kasper S, Montgomery S, Zohar J, et al..Bipolar II disorder as a risk factor for postpartum depression.J Affect Disord 2016; 204:54-8.
van der Voort TY, Seldenrijk A, van Meijel B, Goossens PJ, Beekman AT, Penninx BW, Kupka RW. Functional versus syndromal recovery in patients with major depressive disorder and bipolar disorderJ Clin Psychiatry 2015;76(6):e809-14. 56.
Schaffer A, Isometsä ET, Tondo L, Moreno DH, Sinyor M, Kessing LV, Turecki G, et al. Epidemiology, neurobiology and pharmacological interventions related to suicide deaths and suicide attempts in bipolar disorder. Aust N Z J Psychiatry 2015;49:785- 802.
Mandelli L, Souery D, Bartova L, Kasper S, Montgomery S, Zohar J, et al..Bipolar II disorder as a risk factor for postpartum depression.J Affect Disord 2016; 204:54-8.
van der Voort ve ark. (2015) yaptığı bir çalışmaya göre hastaların yalnızca %24’ü tam iyileşme gösterebilmektedir (55).
van der Voort TY, Seldenrijk A, van Meijel B, Goossens PJ, Beekman AT, Penninx BW, Kupka RW. Functional versus syndromal recovery in patients with major depressive disorder and bipolar disorderJ Clin Psychiatry 2015;76(6):e809-14
DevamıBorderline Kişilik Bozukluğu Tanı Kriterleri
Borderline Kişilik Bozukluğu Tanı Kriterleri DSM-5
Borderline (Sınırda) Kişilik Bozukluğu Amerikan Psikiyatri Birliği (APA, 2013) DSM-5’de Borderline Kişilik Bozukluğunu şöyle tanımlanmıştır:
Aşağıdakilerden beşi (ya da daha çoğu) ile belirli, erken erişkinlikte başlayan ve değişik bağlamlarda ortaya çıkan, kişilerarası ilişkilerde, benlik algısında ve duygulanımda tutarsızlık ve belirgin dürtüsellik ile giden yaygın bir örüntü:
1. Gerçek ya da imgesel bir ayrılıp gidilmeden (terk edilmeden) kaçınmak için çılgınca çaba gösterme.
Borderline (Sınırda) Kişilik Bozukluğu olan kişiler terk edilmekten, yalnız kalmaktan korkarlar. İhmal edildiklerini düşündüklerinde yoğun bir öfke hissederler.
Sevdikleri kişinin hafta sonu başkalarıyla plan yapması bile bu korkularını tetikleyebilir. Bu durumu engellemek için tartışma çıkarabilir, ağlayabilir, yalvarabilir ya da kendilerinden tamamen uzaklaştırabilirler.
2. Gözünde aşırı büyütme (göklere çıkarma) ve yerin dibine sokma uçları arasında gelip giden, tutarsız ve gergin kişilerarası ilişkiler örüntüsü.
BKB olan kişiler, arkadaşları, aile üyeleri ve romantik partnerleriyle kaotik ve istikrarsız bir ilişki sürdürürler. İlişki içinde oldukları kişiyi idealize etmekten hızla değersizleştirmeye geçiş yapabilirler. Göklere çıkardıkları gibi yerin dibine de sokabilirler. Sonra bundan pişman olup yine aynı döngüye girebilirler. Görüşleri aniden değiştiği için sağlıklı ilişki sürdüremezler. İlişki içinde oldukları kişi hakkındaki görüşleri ya siyahtır ya da beyaz. Ortası yoktur.
3. Kimlik karmaşası: Belirgin ve sürekli, tutarsız bir benlik algısı ya da kendilik duyumu.
BKB olan kişilerin, hayattan ne istediği ve kendi hakkındaki düşünceleri net değildir. Belirsiz bir benlik imajları vardır. Kararsızdırlar. Bazen kendileri hakkında iyi, bazense kötü hissederler. Bu nedenle iş, arkadaş ortamı, romantik partner, hedef ve değerleri sık değiştirirler.
4. Kendine kötülüğü dokunabilecek en az iki alanda dürtüsellik (örn. para harcama, cinsellik, madde kötüye kullanımı, güvensiz araba kullanma, tıkanırcasına yeme).
Borderline (Sınırda) Kişilik Bozukluğu olan kişilerin dürtüsel ve kendine zarar verici davranışları olabilir. Özellikle üzgün hissettiklerinde ödeyemeyecekleri bir parayı harcayabilir, aşırı yemek yiyebilir, hırsızlık yapabilir, dikkatsizce araba kullanabilir, güvensiz seks yapabilir, madde veya alkolü aşırı kullanabilir.
5. Yenileyici intihar davranışları, girişimleri ya da göz korkutmaları ya da kendine kıyım davranışları.
Borderline (Sınırda) Kişilik Bozukluğu olan kişilerde intihar ve kendine kasıtlı zarar verme davranışları yaygındır. Bu davranışları ilişkide oldukları kişileri tehdit etmek ya da intihar düşünceleri olduğu için gösterebilirler. Genellikle sevilen kişi tarafından reddedilme, terk edilme veya hayal kırıklığına uğramış olma ile tetiklenir.
6. Duygudurumda belirgin bir tepkiselliğin olmasına bağlı olarak duygulanımda tutarsızlık (örn. yoğun dönemsel disfori, kolay kızma ya da genellikle birkaç saat, ancak seyrek olarak birkaç günden daha uzun süren bunaltı).
Tutarsız duygular ve ruh halleri BKB olan kişilerde oldukça yaygındır. Mutlu hissederken bir anda umutsuzluğa kapılabilirler. Bu hisler oldukça yoğundur ama hızlı bir şekilde geçer.
7. Süreğen bir boşluk duygusu
BKB’si olan birçok kişi “boş”, üzgün ve hayattan tatmin olamamış hisseder.
8. Uygunsuz, yoğun bir öfke ya da öfkesini denetlemekte güçlük çekme (örn. sık sık kızgınlık gösterme, sürekli öfkeli olma, sık sık kavgaya karışma).
Borderline (Sınırda) Kişilik Bozukluğu olan kişiler yoğun öfke hisleriyle başa çıkmakta zorluk yaşar ve bu öfkeyi dışa ya da içe yöneltirler. Sonrasında da utanç ve suçluluk duygusu gelir.
9. Zorlanmayla ilintili, gelip geçici kuşkucu düşünceler ya da ağır çözülme belirtileri.
Borderline (Sınırda) Kişilik Bozukluğu olan kişiler, diğerleri hakkında şüpheli düşüncelere kapılırlar. Stres altındayken gerçekle bağlantılarını koparıp kendilerini boşlukta ve bedenlerinim dışındaymış gibi hissedebilirler. Dissosiyatif dönemler, paranoid düşünceler, terk edilme korkusu ile tetiklenebilir. Bu semptomlar geçicidir ve ayrı bir bozukluk olarak değerlendirilecek kadar şiddetli değildir.
Bu semptomların şiddeti, sıklığı ve süresi kişiye göre farklılık göstermektedir.
Klinik Psikolog Tuğçe Turanlar
“Borderline Annenin Çocuğu Olmak” bölümü için Seans Odası Sakinleri (S.O.S.) Podcast Serisinin üçüncü bölümünü aşağıdaki bağlantıya tıklayarak dinleyebilirsiniz.
Seans Odası Sakinleri (S.O.S.) Spotify Podcast
Seans Odası Sakinleri (S.O.S.) Apple Podcast
Seans Odası Sakinleri (S.O.S.) Youtube
Borderline Kişilik Bozukluğu Tanı Kriterleri DSM-5
KAYNAKLAR
Borderline Personality Disorders and DSM-5
DevamıBorderline (Sınırda) Kişilik Bozukluğu
Borderline (Sınırda) Kişilik Bozukluğu olan kişiler:
Yoğun ruh hali değişimleri ve kendilerini nasıl gördükleri konusunda belirsizlik yaşarlar.
Başkalarına karşı duyguları hızla değişebilir ve aşırı yakınlıktan tamamen uzaklaşmaya dönüşebilir. Bu değişen duygular, istikrarsız ilişkilere ve duygusal acılara yol açabilir.
Olayları tamamen iyi ya da kötü olarak iki ayrı uçta görme eğilimleri vardır.
İlgi alanları ve değerleri hızla değişebilir.
Düşüncesizce hareket edebilirler.
Yoğun bir terk edilme korkusu yaşarlar.
Terk edilmekten korktukları için, ilişkiyi kendileri bitirebilir ya da bitmemesi için aşırı çaba gösterebilirler.
Duygularını, özellikle de öfkelerini kontrol etmekte zorlanırlar. Bu yüzden de ilişkilerini sağlıklı biçimde sürdüremezler.
Hızlı bir şekilde ilişkiye başlayıp aynı hızla bu ilişkiyi bitirebilirler.
Sosyal ve aile ilişkilerinde de yoğun ve istikrarsız bir ilişki modeli sürdürürler.
Güvenli olmayan seks, madde bağımlılığı, dikkatsiz araba kullanımı, aşırı yemek yeme, limitsizce para harcama gibi tehlikeli ve dürtüsel davranışlar gösterebilirler.
Tekrarlı olarak intihara teşebbüs davranışları veya tehditler gösterebilirler.
Birkaç saatten birkaç güne kadar süren aralıklarla yoğun ve oldukça değişken ruh halleri gösterebilirler.
Yoğun bir boşluk duygusu hissedebilirler.
Kendi bedenini ve davranışlarını dışarıdan izledikleri bir ayrışma hissi yaşayabilirler. (Kendinden kopma gibi.)
Semptomların şiddeti, sıklığı ve süresi kişiye ve hastalığına bağlı olarak değişebilir.
Bu davranışlar, çoğunlukla ruh halinin veya enerjinin yükseldiği zamanlarda ortaya çıkıyorsa, Borderline (Sınırda) Kişilik Bozukluğunun değil Duygudurum Bozukluğunun belirtileri olabilir.
Borderline (Sınırda) Kişilik Bozukluğu ne kadar yaygındır?
Borderline (Sınırda) Kişilik Bozukluğunun toplumda görülme sıklığı yaklaşık %5.9’dur ve klinik uygulamada karşılaşılan en yaygın kişilik bozuklukları arasında yer almaktadır (Grant ve ark.,2008).
Birçok araştırmada, Borderline (Sınırda) Kişilik Bozukluğu hastalarının %75’inin 35-40 yaşına kadar normal işleyişe yaklaştığı, %90’nın da 50 yaşına kadar iyileştiği görülmüştür.
Risk faktörleri – Nedenleri
Borderline kişilik bozukluğunun gelişmesindeki etkenler:
Biyolojik nedenler
Birinci dereceden akrabalarda psikiyatrik bozuklukların bulunması (kaygı bozuklukları, depresyon ve intihar eğilimleri)
Çocukluk döneminde cinsel, fiziksel, duygusal istismar ve ihmal
Çocukluk döneminde terk edilme gibi travmatik yaşantıların bulunması
Yanlış ebeveyn tutumları ve bakım verenlerin yeterli desteği sağlayamaması
Aile İçi şiddet
Borderline Kişilik Bozukluğu ile eştanı alan diğer bozukluklar:
Depresyon
Duygudurum bozuklukları
Anksiyete bozuklukları
Alkol ve Madde kullanım bozukluğu
Yeme bozuklukları
Dikkat eksikliği/hiperaktivite bozukluğu (DEHB)
Bipolar bozukluk
Somatoform bozukluklar
Borderline (Sınırda) Kişilik Bozukluğu başarılı bir şekilde tedavi edildiğinde, diğer bozukluklar da genellikle iyileşir. Ancak tersi her zaman doğru değildir. Örneğin, depresyon semptomlarını başarılı bir şekilde tedavi edebilir ve yine de Borderline (Sınırda) Kişilik Bozukluğu ile mücadele edebilirsiniz.
Borderline Kişilik Bozukluğu Tanı Kriterleri DSM-5
Borderline (Sınırda) Kişilik Bozukluğu ile ilgili çok çeşitli tanımlamalar olmasıyla birlikte Amerikan Psikiyatri Birliği (APA, 2013) DSM 5’de Borderline (Sınırda) Kişilik Bozukluğunu şöyle tanımlanmıştır. Aşağıdakilerden beşi (ya da daha çoğu) ile belirli, erken erişkinlikte başlayan ve değişik bağlamlarda ortaya çıkan, kişilerarası ilişkilerde, benlik algısında ve duygulanımda tutarsızlık ve belirgin dürtüsellik ile giden yaygın bir örüntü:
- Gerçek ya da imgesel bir ayrılıp gidilmeden (terk edilmeden) kaçınmak için çılgınca çaba gösterme.
- Gözünde aşırı büyütme (göklere çıkarma) ve yerin dibine sokma uçları arasında gelip giden, tutarsız ve gergin kişilerarası ilişkiler örüntüsü.
- Kimlik karmaşası: Belirgin ve sürekli, tutarsız bir benlik algısı ya da kendilik duyumu.
- Kendine kötülüğü dokunabilecek en az iki alanda dürtüsellik (örn. para harcama, cinsellik, madde kötüye kullanımı, güvensiz araba kullanma, tıkanırcasına yeme).
- Yenileyici intihar davranışları, girişimleri ya da göz korkutmaları ya da kendine kıyım davranışları.
- Duygudurumda belirgin bir tepkiselliğin olmasına bağlı olarak duygulanımda tutarsızlık (örn. yoğun dönemsel disfori, kolay kızma ya da genellikle birkaç saat, ancak seyrek olarak birkaç günden daha uzun süren bunaltı).
- Süreğen bir boşluk duygusu.
- Uygunsuz, yoğun bir öfke ya da öfkesini denetlemekte güçlük çekme (örn. sık sık kızgınlık gösterme, sürekli öfkeli olma, sık sık kavgaya karışma).
- Zorlanmayla ilintili, gelip geçici kuşkucu düşünceler ya da ağır çözülme belirtileri
Borderline Kişilik Bozukluğunun belirti ve semptomları genellikle ergenlik yıllarınının sonlarında veya erken yetişkinlik döneminde ortaya çıkar. Rahatsız edici bir olay, stresli bir deneyim, semptomları tetikleyebilir veya daha da kötüleştirebilir.
Semptomlar genellikle zamanla azalır veya tamamen kaybolur. Doğru tedavi ile Borderline Kişilik Bozukluğu olan birçok kişi semptomlarını yönetmeyi ve yaşam kalitesini iyileştirmeyi öğrenebilir.
Tedavi
Borderline (Sınırda) Kişilik Bozukluğu tedavisinde, Diyalektik Davranış Terapisi, Aktarım Odaklı Psikodinamik Psikoterapi, Şema Terapi, Kognitif Analitik Terapi kullanılabilir.
Klinik Psikolog Tuğçe Turanlar
KAYNAKLAR
https://my.clevelandclinic.org/health/diseases/9762-borderline-personality-disorder-bpd
https://www.nimh.nih.gov/health/topics/borderline-personality-disorder
Biskin, R. S., & Paris, J. (2012). Diagnosing borderline personality disorder. Cmaj, 184(16), 1789-1794.
Grant, B. F., Chou, S. P., Goldstein, R. B., Huang, B., Stinson, F. S., Saha, T. D., … & Ruan, W. J. (2008). Prevalence, correlates, disability, and comorbidity of DSM-IV borderline personality disorder: results from the Wave 2 National Epidemiologic Survey on Alcohol and Related Conditions. Journal of clinical psychiatry, 69(4), 533.
Ateşçi, F. Ç., Kuloğlu, M., Tezcan, E., & Yıldız, M. (2002). İntihar girişimi olan bireylerde birinci ve ikinci eksen tanıları. Klinik Psikiyatri, 5(1), 22-7.
DevamıDuygusal Yeme
Duygusal yeme: Stres, öfke, korku, can sıkıntısı, üzüntü ve yalnızlık gibi olumsuz duyguları bastırmak veya yatıştırmak için yemek yemektir.
Neden olumsuz duyguları bastırmak için yemek yeriz?
Olumsuz duygular, boşluk hissine veya duygusal boşluğa yol açabilir. Yiyeceklerin bu boşluğu doldurmanın ve sahte bir “dolgunluk” hissi yaratmanın bir yolu olduğuna inanılıyor.
Duygusal desteğe ihtiyacınız olduğu zamanlarda sosyal aktiviteleri bir kenara bırakmak
Stresi, üzüntüyü giderebilecek hiçbir faaliyette bulunmamak
Fiziksel ve duygusal açlık arasındaki farkı anlamamak
Olumsuz cümlelerle kendi kendine konuşmak
Duygusal yeme döngüsü yaratabilir ve strese bağlı olarak değişen kortizol seviyeleri de yeme isteğine yol açabilir.
Duygusal yeme döngüsünü kırmak için öncelikle duygusal ve fiziksel açlığı nasıl ayırt edeceğinizi öğrenmeniz gerekir.
Yaşamak için yemek zorundayız. Ancak gerçekten aç olup olmadığımızı anlayabilmek için açlık hissimizin ne zaman başladığına ve yemek sonrası nasıl hissettiğimize dikkat etmeliyiz. Özellikle duygularınızla başa çıkmak için yemek yemeyi alışkanlık haline getirdiyseniz bu ayrım sizin için biraz daha zor olabilir.
Duygusal açlık aniden ortaya çıkar.
Birdenbire bir şeyler yeme arzusuyla yanıp tutuşursunuz. Fiziksel açlık ise (uzun saatler boyunca bir şey yememeniz dışında) yavaş yavaş ortaya çıkar ve ertelenmesi zor olmaz.
Duygusal açlık, belirli yiyecekleri arzular.
Fiziksel olarak aç olduğunuzda, karnınızı doyurmak için hemen hemen her şey cazip gelir. Ancak duygusal açlık, bol şekerli ve yağlı abur cubur atıştırmalıklar ister. Yani hemen şöyle kocaman bir dilim limonlu cheesecake ve ardından bol peynirli bir pizza yiyebilirsiniz.
Duygusal açlık genellikle düşünmeden yemeye yol açar.
Yediğiniz 3 paket cipsin üzerine kocaman bir dondurmayı nasıl yediğinizin farkına bile varmayabilirsiniz. Fiziksel açlıkta yemek yerken ne yaptığınızın daha çok farkında olursunuz.
Hala aç hissedebilirsiniz.
Dilediğiniz kadar yiyin ama o açlık hissini dolduramazsınız. Fiziksel açlığın ise doldurulması gerekmez. Mideniz dolduğunda bunu hissedersiniz.
Duygusal açlık midede bulunmaz.
Karnınızda bir gurultu duymak yerine, açlığı kafanızdan atamadığınız bir arzu olarak hissedersiniz.
Duygusal açlık genellikle pişmanlık, suçluluk veya utanca yol açar.
Fiziksel açlığı gidermek için yediğinizde, vücudunuzun ihtiyacı olan şeyi verdiğiniz için suçluluk veya utanç duymanız pek olası değildir. Yemek yedikten sonra kendinizi suçlu hissediyorsanız, bunun nedeni aç olduğunuz için yemek yemediğinizi derinlerde biliyor olmanızdır.
Duygusal yemenin yaygın nedenleri
Stres
Stresin sizi nasıl acıktırdığını hiç fark ettiniz mi? Stres kronik olduğunda, vücudunuz yüksek seviyelerde stres hormonu olan kortizolü üretir. Kortizol; tuzlu, tatlı ve kızarmış yiyecekleri aşermeye neden olur.
Can sıkıntısı veya boşluk hissi
Hiç can sıkıntısını gidermek ya da hayatınızdaki bir boşluğu doldurmak için yemek yediniz mi? Yemek, ANLIK olarak sizi doldurur ve hayatınızdaki mutsuzlukları uzaklaştırır.
Çocukluk alışkanlıkları
Yemekle ilgili çocukluk anılarınızı düşünün. Anne babanız iyi davranışı dondurmayla ödüllendirdi mi, iyi bir karneniz olduğunda sizi pizza yemeye mi çıkardı ya da üzgün hissettiğinizde size tatlı ikram etti mi? Bu alışkanlıklar genellikle yetişkinliğe de geçebilir.
Sosyal etkiler
Diğer insanlarla yemek yemek için bir araya gelmek, stresi azaltmak için harika bir yoldur; ancak aynı zamanda aşırı yemeye de yol açabilir. Sosyal ortamlarda gerginlikten fazla yemek yiyebilirsiniz.
Duygusal Yemenin Üstesinden Gelme
Stresle başa çıkmanın başka yollarını bulun!
Olumsuz duygularla başa çıkmanın başka bir yolunu keşfetmek, genellikle duygusal yemenin üstesinden gelmenin ilk adımıdır.
Vücudunuzu hareket ettirin!
Parkta bir yürüyüş ya da yoga üzgün olduğunuz anlarda size yardımcı olabilir.
Rutin bir biçimde yapılan yoga, kaygı ve depresyonun önüne geçebilir.
Fiziksel olarak güçlü, rahat ve iyi dinlenmiş olduğunuzda, hayatın kaçınılmaz olarak önünüze çıkardığı zorluklarla daha iyi başa çıkmanızı sağlar. Ama zaten yorgun ve bunalmış olduğunuzda, minicik bir göz yaşı sizi raylardan çıkarıp doğrudan buzdolabına gönderme potansiyeline sahiptir. Egzersiz, uyku ve diğer sağlıklı yaşam tarzı alışkanlıkları, zor zamanları duygusal yemeden atlatmanıza yardımcı olacaktır.
Meditasyon yapmayı deneyin!
Basit bir derin nefes alma egzersizi neredeyse her yerde yapabileceğiniz meditasyondur.
Bir yemek günlüğü yazın!
Ne yediğinizin ve ne zaman yediğinizin bir kaydını tutmak, duygusal yemeye yol açan tetikleyicileri belirlemenize yardımcı olur. Ne kadar büyük veya küçük olursa olsun yediğiniz her şeyi dahil etmeye çalışın ve o anda hissettiğiniz duyguları yazın. Bir süre sonra bir örüntünün ortaya çıktığını göreceksiniz. Duygusal yeme tetikleyicilerinizi belirledikten sonraki adım, duygularınızı beslemenin daha sağlıklı yollarını bulmaktır.
Sağlıklı beslenin!
Yeterli beslendiğinizden emin olun. Fiziksel ve duygusal açlığı ayırt etmek zor olabilir. Gün boyunca sağlıklı beslenirseniz can sıkıntısından, üzüntüden veya stresten yemek yediğinizi fark etmek daha kolay olur.
Hala sorun mu yaşıyorsunuz? Taze meyve veya sebzeler, az yağlı, düşük kalorili yiyecekler gibi sağlıklı atıştırmalıkları etrafınızda bulundurmayı deneyin.
Suçluları çekmecenizden çıkarın!
Yüksek kalorili, yağlı, şekerli sağlıksız abur cuburları birilerine vermekle başlayabilirsiniz. Ve üzgünken market alışverişi yapmayın.
Birileriyle buluşun!
Üzüntü veya endişe anlarında kendinizi izole etmeyin. Bir arkadaşınız ya da aile üyenizle buluşup sohbet edin. Evcil hayvanınızla vakit geçirin. En sevdiğiniz şarkıyla dans ederek, stres topu sıkarak veya hızlı bir yürüyüş yaparak gergin enerjinizi tüketin. Yorgunsanız, kendinize bir fincan sıcak çay ikram edin, banyo yapın, kokulu mumlar yakın veya kendinizi sıcak bir battaniyeye sarın. Canınız sıkılıyorsa, iyi bir kitap okuyun, bir komedi programı izleyin, etrafı keşfedin ya da hoşunuza giden bir aktiviteye yönelin.
Dikkat dağıtıcı şeyleri uzaklaştırın!
Kendinizi ekranın veya başka bir dikkat dağıtıcı şeyin önünde yemek yerken bulabilirsiniz. Kendinizi bir daha bu örüntünün içinde bulduğunuzda, ekranı kapatmayı veya telefonu elinizden bırakmayı deneyin.
Olumlu kendi kendine konuşma üzerinde çalışın!
Araştırmalara göre olumsuz duygular hissederken, irade gücümüz azalabiliyor. Bu durumda vücudunuza istediğini verme ihtimaliniz daha da artıyor. Eğer böyle düşünürseniz duygularınızın aslında iradenizi etkilediğini, yeme davranışınızın ise dolaylı olarak etkilendiğini görürsünüz.
İhtiyacınız olan şeyi yemek yemek dışında nasıl giderebilirsiniz?
Kendinize yeni bir hobi edinmek, size iyi gelen YouTube kanalları, diziler, podcastler, filmler, kitaplar bulmak, belki biraz müzik açıp dans etmek, spor yapmak, evinizi temizlemek, bahçe işleriyle uğraşmak, dikkatinizi dağıtmak için kullanabileceğiniz yöntemlerden sadece birkaçı. Önemli olan size iyi gelen şeyleri bulmak ve gerektiğinde bunları uygulamak.
Klinik Psikolog Tuğçe Turanlar
“Duygusal Yeme”
Kaynaklar
Emotional Eating and Binge Eating Disorder
DevamıTecavüz Algısında Kültürel Mitlerin Etkisi
Tecavüz Algısında Kültürel Mitlerin Etkisi: İnsanlık var olduğundan beri devam eden ve birçok çeşidi bulunan cinsel şiddet, insanın fiziksel ve ruhsal bütünlüğüne zarar veren en önemli suçlardan biridir. Cinsel şiddet eylemleri koşullara, gerçekleşme biçimine ve fail ile mağdur arasındaki ilişkinin boyutuna göre değişiklik göstermektedir. Sebep olduğu fiziksel ve psikolojik zarar açısından bakıldığında ise, tecavüz bu eylemlerin en ağırı olabilir ( Çoklar & Meşe, 2015).
70’li yıllarda ortaya çıkan feminist hareket, kadına yönelik şiddete farkındalık getirmiş ve yasaların yeniden düzenlenmesine yol açmıştır (Kilpatrick, 2004). Feminist hareketinin savunucuları, tecavüzün cinsiyet rollerindeki eşitsizlik ve toplumsal geleneklerin sonucu olarak ortaya çıktığını ileri sürmüştür (Rose, 1977). Cinsiyet rollerinde bulunan eşitsizlikler, tutumlar, normlar ve gelenekler tecavüzü destekleyen bir dünya görüşüne dönüşmüştür (Russel, 1982).
Tecavüz mağdurları hakkındaki yanlış inanışlar tecavüz mitleri olarak tanımlanmış ve bu inanışların ortaya çıkmasına neden olan tutumları araştırmak için birçok çalışma yapılmıştır. Schwendinger (1974) araştırmalarına göre, mağdurun rızası olmadan tecavüzün mümkün olmadığına dair ve tecavüzün erkek arzularının kontrolsüzlüğünden dolayı ortaya çıktığını öne süren bazı mitler toplumun inancında yerleşmiştir. Ülkemizde yapılan birçok araştırmada da mitlerin toplumumuzda yaygın olarak varlığını sürdürdüğü görülmüştür (Akvardar ve Yüksel, 1993; Gölge, 1997; Sakallı-Uğurlu, Yalçın ve Glick, 2007). Kadınlarla karşılaştırıldığında erkekler tecavüz mitlerini kabul etme ve mağduru suçlama eğilimindedirler. Bir kadın geleneksel cinsiyet rollerine uymuyorsa ve alkol kullanıyorsa, tecavüze uğradığında bunu hak etmiş sayılır (Gubb & Turner, 2012).
CİNSEL SALDIRI VE YAYGINLIĞI
Cinsel saldırı kavramı 1980’li yıllardan beri tartışılmaktadır. Tecavüz ise en yaygın olanıdır ve her ulus ya da kültürde görülebilir. Uzun yıllardan beri var olan cinsel saldırı, modern toplumun içine yerleşmiştir. The British Crime Survey (2009) gösteriyor ki kadınların yaklaşık % 4,2 si, 16 yaşından itibaren en az bir kez tecavüze uğruyor. Ancak bu buzdağının görünen kısmı olmaktadır. Toplum içinde etiketlenme ve diğer insanlar tarafından suçlu bulunma korkusuyla tecavüz ve diğer cinsel saldırılar çoğunlukla rapor edilmemektedir (Roe, Coleman, & Kaiza, 2009). Mağdurlar tecavüzü rapor etseler bile yasaların faili cezalandırmakta yetersiz kalacağını düşünmektedir (Chapleau, Oswald, & Russell, 2008). Yapılan araştırmalara göre tecavüz mağduruna karşı gösterilen tutumlar ve algılar, mağdurun tedavisinde ve iyileşmesinde önemli rol oynar ( Yamawaki, 2007). Toplum tarafından sağlanan duygusal destek, mağdurun daha hızlı bir şekilde iyileşmesine yardımcı olurken, yıpratıcı tutumlar psikolojik hasarın etkisini arttırır ve mağdurun daha geç iyileşmesine neden olur ( Ullman, 1996). Adalet sistemi çalışanlarının duyarsız tutumu, tecavüz kurbanının yaşadığı olay için kendini suçlu hissetmesine, utanç duymasına ve özsaygısını yitirmesine sebep olabilir (e.g., Flynn, 1974; Griffin, 1973; Medea & Thompson, 1974; Russell, 1974).
Amerika Birleşik Devletleri’nde yılda 150-750 bin arasında tecavüz olayı olduğu düşünülmektedir. Türkiye’de ise yılda yaklaşık 18 bin tecavüz olayı gerçekleşmektedir (Yurdakul, 1996). Cinsel saldırıların yaklaşık yarısı mağdurların evlerinde olmaktadır. Tecavüz saldırganları, savunmasız, yalnız, sarhoş veya engelli kadınları seçer. Bazen mağdurun kadın olması bile sebep sayılabilir. Saldırı cinsel tatmin yerine saldırıya uğrayan kadını aşağılamak ve korkutmak için gerçekleştirilir (Lehmann, 1994).
Yaygın inanışın tersine tecavüze yeltenme az yaşanan bir olay değildir (Çiçeklioğlu ve Saçaklıoğlu, 1994). Olayların hepsinin kayıtlara geçmemesinin birçok sebebi vardır. Kurbanın suç işlendiğinin farkında olmaması, adalet için çalışanların önyargılı tutumları, utanma ve suçluluk hissi, evlilik ve iş konusundaki kaygılanma, yasal işlemler ve hapis korkusu etken rol oynamaktadır (Özdemir ve ark. 1998). Bir kadının hayatı boyunca cinsel saldırıya maruz kalma riski, yaklaşık olarak 10 kadında 1 olarak hesaplanmıştır (Lehmann, 1994). Tecavüze uğrayanların %36-58 ini 15 yaş ve daha küçük kızlar oluşturmaktadır. Bu oranların önemli kısmı ise 9 yaşından küçük çocuklardır (Çiçeklioğlu ve Saçaklıoğlu, 1994). Hayat kadını çocuklarının %85’i hayat kadını olmadan önce tecavüze uğramış ya da ensest ilişkiye maruz kalmıştır (Sezgin ve Öktem, 1996).
Emniyet Genel Müdürlüğü ve Jandarma Komutanlığı‟nın verilerine göre, 2010 yılının ilk yedi ayında 226 kadın cinayete kurban gitmiş, aynı dönem içinde, 478 kadın tecavüze uğramış, 722 kadın taciz edilmiştir (Çoban-İçağasıoğlu, 2013). TÜİK verilerine göre, cinsel saldırı suçlarında son 5 yılda %30 oranında artış olmuş, 2005-2010 yılları arasındaki dönemde 100 binin üzerinde kadın cinsel saldırıya maruz kalmıştır ( Tatlılıoğu & Küçükköse, 2015).
TECAVÜZ MİTLERİNİN TANIMI VE KABULU
Tecavüze ilişkin tutumların ve kültürel inançların sonucu olarak ortaya çıkan tecavüz mitleri tecavüz, tecavüzcü ve tecavüz mağduru hakkında, önyargılı, kalıplaşmış ya da doğru olmayan inançlar olarak tanımlanır (Burt, 1980). Bazı durumlarda mitler, kadının cinsel saldırıyı hak ettiğini ve erkeğin suçunun bulunmadığını iddia eder.
Tecavüz mitlerine bazı örnekler şunlardır: (1) Kadınların seksi konuşmaları ve tavırlarda bulunmaları, tecavüze ortam hazırlar. (2) Bir kadın tecavüze uğradıysa, dikkatsiz davranışlarından dolayıdır. (3) Eğer bir kadının vücudunda çürükler ve izler yoksa bunun bir tecavüz olduğu iddia edilemez. (4) Tecavüz kişisel bir sorundur, sosyal faktörlerden etkilenmez. (5) Tecavüz birdenbire oluşan bir eylemdir, planlanmadan ortaya çıkar. (6) Erkekler, cinsel açlıklarından dolayı tecavüz ederler (Bohner ve ark., 2002).
Tecavüz mitleri gerçeği yansıtmasa da aksini kanıtlamak mümkün olmayabilir. Söz konusu mitlerin çoğu tecavüzün duyarsızlaştırılmasına ve mağdurun etiketlenmesine neden olur. Kadına karşı olumsuz tutum sergileyen insanlar, tecavüzcüye daha çok ılımlı yaklaşır ve onu haklı bulur (Weidner ve Griffi tt, 1983).
Tecavüz mağdurlarına ilişkin mitler, kadınların yaşam şekillerinin tecavüzü kabul etmeye veya tecavüzün tahrikine yönelikken; tecavüzcülere ilişkin mitler ise, tecavüzcülerin doğuştan gelen dürtüleri kontrol edememesi veya hastalıkların kurbanı olarak gösterilmesine dayanmaktadır ( Ozdemir, 2010). Tecavüz eylemini gerçekleştirmeyen ama bu olaya hoşgörülü yaklaşan diğer insanlar benzer davranış hissini içinde saklı tutar. Türkiye’de yapılan tecavüz ve ilgili önyargılar ve tutum araştırmasında polis, avukat, hemşire, doktor gibi tecavüz sonrası karşılaşılabilecek meslek grubundan kişiler yer almaktadır. Bu araştırma tecavüz kurbanını az çok sorumlu ve suçlu bulma eğilimi olabileceğini gösterdi (Akvardar & Yüksel, 1992; Gölge, 2000).
Kadının bedenini kendi istediği şekilde kullanan erkek egemen düşüncesine göre, tecavüzden sonra kadın daha da değersizleşmiştir (Weidner ve Griffi tt, 1983). Türkiye’de yapılan bir çalışmada (Costin ve Kaptanoğlu, 1993), Tecavüz mitlerine olan inanç ile kadınların sosyal rollerini ve sahip oldukları hakları sınırlayıcı inançlar arasında bir bağlantı bulunmuştur. Ataerkil sistemde yer alan, kadınların kendi namuslarını korumaya yetersiz olduğu inancı erkekleri kadınları korumaya iter. Bir kadının namusu kirlendiğinde, ailede yer alan bütün erkeklerin namusu kirlenmiş sayılır (Işık ve Sakallı-Uğurlu, 2009).
Eskiden Türk Ceza Kanunu’nda, bir kadın tecavüze uğradığı zaman failin cezası, kadının evli, bakire, dul ve fahişe olmasına bağlı olarak değişiklik göstermekteydi. Buna göre tecavüze uğrayan kadın ise en ağır cezayı almaktaydı. Çünkü kadın bir başka erkeğe aitti.
Kadına karşı düşmanca gösterilen tutum ve davranış biçimleri feminist hareketin sonucuyla değişime uğramış ve daha gizli hale gelmiştir ( Sakallı-Uğurlu, 2003). Kadının fizik özellikleri, cinselliği, konuşma biçimi ve sahip olduğu diğer şeyler hakkında yapılan şakalar kadına karşı gizli düşmanlığın kalıplaşmış inançlarını ortaya koymaktadır. Modern toplum ile tecavüz mitleri yerini mağduru daha az suçlu faili ise daha az sorumlu tutan düşüncelere bırakmıştır. (Krahe ve ark., 2008).
Güç ve cinselliği bir arada kabul eden erkekler tecavüz mitlerini kabul etmeye daha çok yatkın olup cinsel saldırganlığı kabul edilebilir görmüşlerdir (Tatum ve Foubert, 2009; Chapleau ve Oswald, 2010). Birçok tecavüz vakasında, saldırganın amacının sadece cinsel şiddet değil aynı zamanda fiziksel şiddet olduğu ve davranışın sadece cinsel tatmin için değil, küçümseme, güç gösterisi yapmak için de gerçekleştirildiği görülmüştür (Gölge ve ark., 2006).
Bu inançla bağlantılı ve yaygın olarak kabul gören bir tecavüz miti, kadının gerçekten direnseydi tecavüze uğramayacağıdır. Mağdur ancak fi ziksel saldırıya şiddetli bir şekilde karşı koyduğu zaman daha az suçlanır. Kadın mücadele etmeli, dövüşerek karşılık vermeli, tecavüzü engellemeli, gerekirse kaçmalıdır (Randall, 2010). Oysa direnen kadınların fi ziksel zarar görme riski daha yüksek olduğundan, öldürüleceklerinden ya da ciddi biçimde yaralanacaklarından korkarlar. Bu korku da kadının karşı koyma gücünü azaltır (Gölge ve ark., 2006).
Tecavüz mitleri, kadına karşı düşmanlığın cinsel şiddeti beslediği sosyal bir çevre tarafından yaratılır. Feminist yaklaşım, çocuklara ve kadınlara yönelik cinsel saldırganlığın ataerkil toplumlarda erkek egemenliğinin bir unsuru olarak ortaya çıktığını savunur, sosyokültürel yaklaşım ise bunun sosyal sistemin bir sorunu olduğunu ve kültürel olarak kabul edilen cinsiyet rollerindeki farklılıklardan kaynaklandığını ileri sürer (Zara-Page, 2004). Daha önemlisi, bu mitler açıkça konuşulmadığı için kişiler kendi inançlarının diğerleri tarafından paylaşıldığına inanırlar.
Medyada ve yazılı basında tecavüzün aktarılış biçimi, teşhirci, kışkırtıcı, adeta tecavüzü teşvik edicidir. ‘Saldırıya uğrayan eş, dövülmüş kadın, cinsel istismara uğramış çocuk, ensest mağduru, tecavüz mağduru’ örneklerinde olduğu gibi, tecavüz haberleri faili ortadan silmek suretiyle, sadece mağdurun kimliği üzerinden verilir (Köker ve Doğanay, 2010). Feminist teori, özellikle faili ortadan silmeye yarayan bu söyleme şiddetle karşı çıkar (Randall, 2010).
Tecavüz Mitleri Nasıl Değiştirilebilir?
Tecavüz mitleri toplumsallaşma süreciyle geliştiğinden ve öğrenmeye dayandığından, eğitim ve rehabilitasyon programlarıyla, uzman bilirkişilerin katkısıyla, medyanın hakim söyleminin değişimiyle, sağlık, hukuk ve ruh sağlığı çalışanlarının katkısıyla değiştirilebilirler.
Tecavüz mitlerini değiştirmek için ilk akla gelen, cinsel saldırıyı önleme programları adı altında geliştirilen eğitim programları olmaktadır. Her iki cinsiyetin bu konudaki farkındalıklarının artmasını amaçlayan programlar, cinsel şiddetin sebepleri hakkında bilgi sağlama, tecavüz mitleri tutumlarını sorgulama, cinsel şiddete katkıda bulunabilecek cinsiyet rolleri kalıpyargılarını tartışma ve güvenli buluşma davranışları için pratik önerilerde bulunma gibi alt bileşenleri içerirler (Kress ve ark., 2006; Muir ve ark., 1996). Cinsel saldırıyı önlemek üzere geliştirilen programlar, ilk olarak mağdurlar için koruma ve tedaviye yoğunlaşmışken, son zamanlarda dikkat, saldırganlara dair müdahaleler üzerine odaklanmış, erken müdahale için suç motivasyonunun belirlenmesi önem kazanmıştır (Gölge ve ark.,2006). Tecavüz mitleri, sadece toplum tarafından değil, tecavüzün hukuki sürecinde etkin rol oynayan hekimler, hemşireler, polisler ve hukuk profesyonellerince de yüksek oranda kabul gördüklerinden, mağdurun ikincil mağduriyetine (revictimization) neden olmaktadırlar. Örneğin, tüm sağlık çalışanları içersinde tecavüz mitlerini en fazla kabul edenlerin, tecavüz mağdurlarına ilkyardımı veya ilk görüşmeyi yapan hemşireler olduğu bulunmuştur (Uji ve ark., 2007). Benzer olarak hekimler de, tecavüz olgularında genellikle fi ziksel bulguları tespit ve tedavi ederler ama altında yatan mağduriyetin çoğunlukla farkına varmaz ya da tanımlamazlar. Hekimlerde tecavüz mitlerinin kabulü, cinsel saldırı mağdurunun sadece fiziksel bulgularına odaklanmaya ve mağduru detaylı muayene etme davranışını azaltmalarına neden olur. Uygulanan eğitim programı sonrasında, tıp doktorlarında mitlerin kabul oranının düştüğü ve tecavüz mağdurlarına detaylı muayenenin arttığı görülmüştür (Milone ve ark.,2010). Mağdurun ilk başvurduğu merci olması açısından önem taşıyan polisin de, tecavüz mitleri nedeniyle bazı vakaları fi ltrelediği görülmüştür. Örneğin, tecavüz mağduru kadın alkol ve madde bağımlısıysa polis gerekli kitleri kullanmaz ya da kullanımını çok uzun süre bekletir. Test sonucu mağdurun alkol-madde almadığı ortaya çıksa bile, ‘ideal mağdur kadın’ profi line uymadığı için gerekli işlemleri yerine getirmez (Randall, 2010). Mitleri yüksek düzeyde kabul eden avukatların ise, mağdur tecavüzcüsünü önceden tanıyorsa, alkol almışsa ve olay bir partide geçmişse mağduru daha fazla suçladıkları, sanığı ise daha az sorumlu buldukları tespit edilmiştir. Eğer fiziksel şiddet kullanılmışsa, mağduru daha az suçlamışlardır. Tecavüz mitlerinin kabulü açısından avukat adayları ile avukatlık mesleğini yapanlar arasında bir fark bulunmaması ise, tecavüze karşı tutumların tek başına yasal eğitimle değiştirilemeyeceğini gösteren bir bulgu olarak kabul edilebilir (Krahe ve ark., 2008).
Uzman Bilirkişi Tanıklığının Katkısı. Tecavüz mitlerini değiştirmeye yardımcı olacak bir diğer katkı, özellikle tecavüz davalarında uzman bilirkişinin tanıklığıdır. Uzman bilirkişi, tecavüzün bildirilmeyen suçlardan biri olduğuna, yabancılardan ziyade tanıdıklar tarafından işlendiğine, bir tutku değil şiddet suçu olduğuna, birçok kadının daha fazla şiddete maruz kalmamak için saldırganına boyun eğdiğine, cinsel saldırı sırasında ve sonrasında davranış örüntülerinin neler olabileceğine dair tanıklık ederek, tecavüze ilişkin yaygın yanlışinançların etkisizleştirilmesini sağlar (Gray, 2006). Uzman bilirkişi tanıklığının, mahkemenin başlangıcı yerine sonunda gerçekleştiğinde mahkeme sonucunu daha fazla etkilediği; mahkemenin, mağdurun sözünü daha güvenilir ve mağdurun cinsel ilişkiye rıza göstermiş olmasını daha az mümkün bulduğu, sanığın ise genelde suçlu bulunduğu ve daha ağır cezalara çarptırıldığı görülmüştür (Tetreault, 1989). Başka bir deyişle, tecavüz davalarında uzman bilirkişinin, tecavüz mağdurlarını ve tecavüzcüleri içeren yaygın yanlış inançlar hakkında mahkemeyi bilgilendirmesi, mağdura yönelik olumsuz tarafgirliğin bertaraf edilmesini sağlamaktadır.
Ruh Sağlığı Çalışanlarının Katkısı. Ruh sağlığı çalışanları, tecavüzcüleri sadece psikopatoloji (normal dışı davranışlar) bağlamında değerlendirdiklerinde, kültürel mitleri bilinçsizce desteklerler (Akçan ve ark., 2006; Scully, 1994). Tecavüz edenler, çocukluklarında kendileri de şiddet ve istismara uğramış, kişilik bozuklukları olan veya ruh sağlığı normal olmayan insanlardır. Böyle değilse bile, anneleri, çocukla bağımlı bir ilişki modeli kurarak ya da çocuğu ruhsal olarak reddederek, bir tecavüzcünün yetişmesine yol açmış olabilir. Suçlu olan kişi bu kez ‘kadın mağdur’ olmasa da, tecavüzcünün ‘kadın’ olan annesi yani yine bir ‘kadın’ suçlu bulunur (Scully, 1994). Oysa bu durumun çok sınırlı bir açıklama sağladığı, cinsel şiddet uygulayanların yalnızca % 5 gibi küçük bir grubunda psikopatoloji saptandığı bilinmektedir. Alt sosyoekonomik tabakadan işsiz, eğitimsiz, madde kullanan, psikiyatrik hastalığı olanların cinsel şiddet uyguladığına dair yanlış kanının aksine; eğitimli, iş sahibi, ekonomik gücü olan, alkol ve uyuşturucu kullanmayan, herhangi bir psikiyatrik hastalığı olmayanların da şiddet uyguladığı yapılan çalışmalarla ortaya konmuştur (Akçan ve ark., 2006).
Bilimin, toplum üzerindeki otoritesi düşünülürse, ruh sağlığı çalışanlarının ve adli bilimcilerin tecavüze bakış açılarını değiştirmeleri önem taşır. Örneğin ‘mağdurun suça yol açması kavramını’ getiren mağdurbilim (viktimoloji), cinsel suçlar için ‘her beş olaydan birinde suça neden olan mağdurdur, suçların % 20’sine yakınında kadının ihmali vardır’ diyerek (Sokullu, 2008), tecavüze uğramış kadını, kısmen kendi baştan çıkarıcılığının veya dikkatsizliğinin sorumlusu olarak resmetmiştir. Tecavüz mitleriyle ilgili çalışmalar dahil, tecavüzle ilgili tüm çalışmaları sadece kadınlar üzerine yoğunlaştırmak, cinsel şiddetin ipuçlarının kadınlarda olduğunu varsaymaktır. Oysa tecavüz bir kadın sorunu değil bir erkek sorunudur ve tecavüze neden olanın psikopatoloji ya da hastalık olduğunu varsayan psikiyatrik modelin tersine, feminist-sosyo kültürel model, kadına tecavüzü, cinsiyetler arası kabul edilmiş güç dengesizliğinin bir sonucu sayar (Erdem, 2009; Scully, 1994). Tecavüz davalarında mağdurun normalden farklı tepkilerini mahkemeye tanımlayacak ruh sağlığı uzmanının bulunması, mağdurun güvenirliğinin sorgulanmasıyla, ikincil mağduriyeti engeller. Mahkeme, tecavüz mağdurundan acısını çoğunlukla toplum tarafından kabul edilmiş kalıpyargısal yollarla göstermesini bekler. Örneğin, mağdur titremeli, ağlamalı ve üzüntüsünü dışa vurmalıdır. Çok rahat ve soğukkanlı mağdur, ideal ya da gerçek mağdur değildir (Randall, 2010). Bu konudaki katkı, hem örselenmenin farklı kişilerde farklı tepkilere yol açabileceğine dair mahkemeyi bilgilendiren hem de Travma Sonrası Stres Bozukluğu’nu (TSSB) yeniden tanımlayan ruh sağlığı çalışanlarından gelecektir. Tecavüz sonrasında mağdurun yaşadığı ruhsal sıkıntıları, çok geniş bir başlık altında TSSB olarak tanımlamak yerine, travmanın tecavüz ile özelleşmiş bir türü olan ‘Tecavüz Travması Sendromu” kavramının öncelikle pratiğe sonra da literatüre kazandırılması, tecavüz mağdurunun maruz kaldığı travmanın tam anlamıyla tanınmasına yardımcı olacaktır (Tetreault, 1989).
Bir diğer katkı, sanığın ceza alma derecesine etki eden ‘mağdurun suçtaki sorumluluğu’ kavramına gelecektir. Hukuk, mağduru haklı bulmak ve sanığı sorumlu tutmak için, tecavüz esnasında mağdurdan karşı koyması için asgari bir kelime ya da itiraz mimiği bekler. Karşı koymanın olmayışı, sessizlik veya pasiflik “örtülü rıza” ile eşdeğer sayılır. Karşı koymanın kanıtları, özellikle fiziksel bir karşı koyma ise mağdurun güvenirliğini artırır. Travma bilgisinin eksikliğinden dolayı, ‘dövülmüş kadın sendromu’ ya da ‘tecavüze uğramış kadın sendromu’ hakkında bilgisi olmayanlar, mağdurun güvenirliğine gölge düşürürler. Oysa mağdur, kendi güvenliğini sağlamak, daha fazla fiziksel ve cinsel şiddetten kaçmak, hatta hayatını korumak için direnmeyebilir ve çok karmaşık olan insan psikolojisi gereği kendini koruma ve savunma mekanizmasının bir sonucu olarak karşı koymayarak çözülme (dissociation) tepkisi verebilir. Bu durum, özellikle çocukluğunda cinsel istismara uğramış kadın ve erkeklerde sıklıkla görülür (Randall, 2010). Bu noktada ruh sağlığı çalışanlarının katkısı, tecavüz davalarında travma tepkilerinin farklılığının tanınması suretiyle mağdurun korunmasına yardımcı olacaktır.
Önleme ve öneriler
Medyada, cinsiyet rollerine ilişkin beklentiler cinsiyetçilik ve ayrımcılıkla ve kadınlara yönelik cinsel saldırılar arasındaki bağı ortaya koyan, şiddetin olumlu olarak algılanmaması için neden olduğu sonuçları ortaya koyan programların yapılması. Ergenlerde cinsel taciz öyküsünün önünü yol yakınken kesmek gerekir. Bu amaçla okullarda ve kamu iletişim araçları ile yaygın eğitim yapılmalı. Cinsel istismarın bir cinsellik değil saldırganlık olduğu bilgisi yaygınlaştırılmalı, okullarda, çatışma, problem çözme ve öfke yönetimi yeteneklerini geliştirmeye yönelik programlar düzenlenmesi. Geleneksel cinsiyet rollerine ilişkin beklentileri ortadan kaldıracak eğitim programları düzenlenmesi. Din adamları tarafından kadına yönelik şiddet ve özellikle aile içi şiddetin ahlak dışı olduğuna ilişkin vaazlar verilmesi. Sağlık görevlileri, sosyal hizmet çalışanları, polis ve yargıçlara yönelik disiplinler arası eğitim programları düzenlenmesi. Tüm ülkede geçerli, 24 saat açık, ücretsiz telefon hattını kurulması. Bağımsız kadın sığınma evleri ve benzeri sivil toplum yapılanmaları için devletin destek olması. Cinsel şiddet yaşayan kadınların desteklenmesi. Sağlık, sosyal ve yargı uzmanlarının katkısı ile risk değerlendirmesini de içeren bir tarama formu veya protokolü geliştirilerek uygulanması. Mağdurları desteklemek bir kamu görevidir. Bu amaçla kaynak ayrılmalıdır.
Bir toplumda görülen cinsel şiddetin tohumları, kadını ikincileştirip değersizleştirmeyi birer sosyal norm haline getiren önyargılı, kalıplaşmış ve yanlış inançları içeren tecavüz mitleri ile atılır (Burt, 1980). Tecavüz mitleri, bu bakımdan kadına karşı düşmanlığın, cinsiyetçiliğin, kişilerarası şiddetin kabulünün ve cinsel muhafazakarlığın bileşenlerini içeren tutum ve davranışların bir sonucudur (Gerger ve ark., 2007; Krahe ve ark., 2008; Larsen ve Long, 1988; Lonsway ve Fitzgerald, 1995).
Klinik Psikolog Tuğçe Turanlar
Randevu için iletişime geçebilirsiniz.
Devamı