Serbest Çağrışım Tekniği ve Psikanaliz
Serbest çağrışım, psikanalizde kullanılan temel bir tekniktir. Danışan aklına gelen her şeyi filtreleme ya da eleştirme olmaksızın ifade eder. Sigmund Freud tarafından geliştirilen bu yöntem, terapi seanslarında hastaların bilinçaltındaki düşünceleri, duyguları, anıları ve rüyaları açığa çıkarmak için kullanılır. Danışanlar, herhangi bir konu hakkında düşündüklerini serbestçe konuşurken, terapist bu bilgileri analiz ederek danışanın psikolojik sorunlarının kökenine ulaşmaya çalışır.
Serbest çağrışım teknik olarak basit görünse de bireyin bilinçdışı dünyasına dair derin ve çoğu zaman gizli kalan içgörüler sağlayabilir. Bu yöntem, bireyin kendi kendine sansür uygulamasını engelleyerek, genellikle bastırılmış veya unutulmuş anıların, duyguların ve düşüncelerin ortaya çıkmasına yardımcı olur. Freud’a göre, bu içgörüler, bireyin psikolojik rahatsızlıklarının ve çatışmalarının anlaşılması ve tedavi edilmesinde kritik öneme sahiptir.
Serbest çağrışım yöntemi, psikanalitik terapinin birçok dalında ve farklı terapi tekniklerinde halen kullanılmakta olup bireyin iç dünyasını keşfetmede değerli bir araç olarak görülmektedir. Bu süreç, bireye kendi iç dünyası hakkında daha fazla farkındalık kazandırır ve duygusal iyileşme yolculuğunda önemli bir adım sağlar.
Serbest Çağrışım Tekniği Nasıl Kullanılır
Serbest çağrışım tekniği yapılırken, danışanın (veya analiz edilen kişinin) rahat bir pozisyonda oturması veya yatması istenir. Genellikle, terapist danışanın görüş alanının dışında kalır. Bu, danışanın terapisti gözlemlemesinin ve bu gözlemlerin düşüncelerine müdahale etmesinin önüne geçmek içindir. İşte serbest çağrışımın nasıl yapıldığına dair adım adım bir rehber:
- Rahat Bir Ortam Yaratmak: Danışanın rahat hissedeceği, sessiz ve özel bir ortamın sağlanması önemlidir. Bu, danışanın dikkatinin dağılmasını önler ve düşüncelerini serbestçe ifade etmeye daha açık hale getirir.
- Yönlendirmelerin Verilmesi: Terapist, danışana aklına gelen her şeyi, ne kadar önemsiz ya da rahatsız edici olursa olsun, filtrelemeksizin söylemesi gerektiğini belirtir. Amaç, bilinçli kontrolün azaltılması ve bilinçdışı düşüncelerin serbestçe ifade edilmesine olanak tanınmasıdır.
- Serbest Çağrışımın Başlatılması: Danışan, aklına gelen ilk düşünceden başlayarak, düşüncelerini, hislerini, anılarını ve hayallerini serbestçe ifade eder. Bu süreçte, terapist genellikle sessiz kalır ve dinler, ancak gerektiğinde danışanı yönlendirebilir veya açıklayıcı sorular sorabilir.
- Dinleme ve Not Alma: Terapist, danışanın söylediklerini dikkatle dinler ve önemli noktaları not alır. Bu notlar, daha sonra danışanın psikolojik durumunu ve bilinçdışı süreçlerini anlamak için kullanılır.
- Analiz ve Yorum: Serbest çağrışım sırasında ortaya çıkan bilgiler, terapist tarafından analiz edilir. Terapist, danışanın ifadeleri arasındaki bağlantıları, tekrar eden temaları ve potansiyel bilinçdışı çatışmaları belirlemeye çalışır.
- Geri Bildirim ve Tartışma: Terapi sürecinin ilerleyen aşamalarında, terapist gözlemleri ve analizleri hakkında danışanla geri bildirimde bulunabilir. Bu, danışanın kendi iç dünyasını daha iyi anlamasına ve psikolojik büyüme için gerekli değişiklikleri yapmasına yardımcı olur.
Serbest çağrışım, kişisel deneyimler, duygular ve düşünceler hakkında derin bir içgörü sağlamada etkili bir yol olabilir. Ancak, bu tekniğin başarısı büyük ölçüde danışanın kendini açmaya olan istekliliği ve terapistin yorumlama yeteneğine bağlıdır.
Yule Psikoloji Enstitüsü
Klinik Psikolog Tuğçe Turanlar
yulepsikoloji@gmail.com
DevamıPsikanalitik Psikoterapi
Psikanalitik psikoterapi, Sigmund Freud’un çalışmalarına dayanan ve bireyin bilinçaltı düşünce, duygusal tepkiler ve davranışları üzerine odaklanan bir terapi türüdür. Bu yaklaşım, bireyin bilinçaltındaki çatışmaları, bastırılmış duyguları ve anıları keşfetmeye ve işlemeye yöneliktir. Bu süreçte, bireyin geçmiş deneyimlerinin ve çocukluk çağındaki ilişkilerin şimdiki duygu durumu, davranışları ve ilişkiler üzerinde nasıl etkili olduğunu anlaması hedeflenir.
Psikanalitik terapinin temel öğeleri arasında serbest çağrışım, rüya analizi ve transferans gibi kavramlar bulunur. Serbest çağrışım, danışanın aklına gelen her şeyi düzenlemeden ve sansürlemeden ifade etmesini içerir. Rüya analizi, rüyaların, bastırılmış düşünce ve arzuların simgesel ifadeleri olarak değerlendirilmesi sürecidir. Transferans, danışanın terapiste karşı geçmişteki önemli kişilere yönelik duygularını aktarması fenomenidir. Terapist ayrıca karşı-transferansı da göz önünde bulundurur. Yani terapist kendi duygularını ve danışana olan tepkilerini analiz eder.
Psikanalitik psikoterapi genellikle uzun süreli bir süreçtir ve haftada birkaç kez terapi seansı gerektirebilir. Bu terapi türü, bireyin kendi iç dünyasına derinlemesine bir bakış atmasını ve içsel çatışmaları çözme konusunda içgörü kazanmasını sağlamayı amaçlar. Böylece, bireyin daha sağlıklı psikolojik mekanizmalar geliştirmesi ve yaşam kalitesini iyileştirmesi hedeflenir.
Psikanalitik Psikoterapinin Öncüleri
Bu disiplinin temellerini atan ve teorileriyle psikanalizi şekillendiren kişilerdir. Bu öncülerin çalışmaları, psikanalitik düşüncenin gelişiminde kritik rol oynamıştır. İşte en önemli bazı öncüler ve katkıları:
Sigmund Freud (1856-1939)
Psikanalizin kurucusu olarak kabul edilen Freud, insan psikolojisinin anlaşılmasında devrim yaratan teoriler geliştirdi. Bilinçaltı, bastırma, ödipus kompleksi ve rüya analizi gibi kavramlarla insan davranışlarının ve düşüncelerinin altında yatan nedenleri açıklamaya çalıştı.
Carl Gustav Jung (1875-1961)
Freud’un öğrencisi olarak başlayan ancak daha sonra kendi yolunu ayıran Jung, analitik psikolojinin kurucusudur. Jung, kolektif bilinçaltı, arketipler ve bireyselleşme süreci gibi kavramlar geliştirdi. Psikanalizi, kişisel ve kültürel bilinçaltını içerecek şekilde genişletti.
Melanie Klein (1882-1960)
Çocuk psikanalizinin öncülerinden biri olan Klein, çocukların erken yaşlardaki içsel dünyalarını ve bunun yetişkinlikteki etkilerini inceledi. Nesne ilişkileri teorisine önemli katkılarda bulunarak, bebeklerin ilk ilişkilerinin psikolojik gelişim üzerinde derin etkileri olduğunu savundu.
Anna Freud (1895-1982)
Sigmund Freud’un kızı olan Anna Freud, çocuk psikanalizine ve savunma mekanizmaları teorisine önemli katkılar yaptı. Özellikle çocukların psikolojik savunmalarını ve bu savunmaların terapi sürecinde nasıl ele alınabileceğini inceledi.
Donald Winnicott (1896-1971)
İngiliz pediatrist ve psikanalist olan Winnicott, çocuk gelişimi, annelik ve aile ilişkileri üzerine çalışmalar yaptı. “Yeterince iyi anne” kavramını tanıttı ve çocuğun gelişiminde oyunun önemini vurguladı.
Otto Kernberg (1928- )
Kernberg, kişilik bozukluklarıyla ve nesne ilişkileriyle ilgili önemli çalışmalar yaptı. Özellikle sınırda kişilik bozukluğu üzerine teoriler geliştirdi ve psikanalitik terapide bu bozuklukların tedavisine yönelik yaklaşımlar sundu.
Heinz Kohut (1913-1981)
Kendilik psikolojisinin kurucusu olarak bilinen Kohut, insanın kendilik duygusunun nasıl geliştiğini ve narsisistik kişilik bozukluklarının tedavisindeki psikanalitik yaklaşımları inceledi.
Bu öncülerin her biri, psikanalitik teori ve pratiğin farklı yönlerini geliştirmiş ve derinleştirmiştir. Çalışmaları, psikanalitik psikoterapinin temelini oluşturur ve günümüzde hala bu alandaki çalışmalara ilham vermeye devam etmektedir.
Yule Psikoloji Enstitüsü
Klinik Psikolog Tuğçe Turanlar
yulepsikoloji@gmail.com
Devamı
Travma ve Travma ile Başa Çıkma Üzerine Yazılmış 8 Kitap
Travma ile ilgili size dolaylı yoldan destek olabilecek 8 Kitap önerisini inceleyebilirsiniz.
1-Köpek Gibi Büyütülmüş Çocuk –Maia Szalavitz, Bruce D. Perry
“Ateş ısıtabilir veya yakıp yok edebilir, su susuzluğu giderebilir veya boğabilir, rüzgar okşayabilir ya da kesebilir. İnsan ilişkileri de böyledir: Birbirimizi hem yaratabilir ve yok edebilir, hem besleyebilir ve dehşet içinde bırakabilir, hem de travma yaşatabilir ve iyileştirebiliriz.”
2- Seninle Başlamadı – Mark Wolynn
“Hatırlamanın zorlaşması her şeyi unuttuğumuz anlamına gelmez. Travmatik olayın parçası olan kelimeler, görüntüler ve dürtüler içimizde taşıdığımız acılarımızın gizli dilini oluşturmak üzere yeniden ortaya çıkarlar. Hiçbir şey kaybolmaz. Parçalar sadece yön değiştirir.”
3- Beden Kayıt Tutar – Bessel A. Van Der Kolk
“Meaney, anne farelerin, dünyaya geldikten sonraki on iki saat içinde yavrularını ne kadar çok yalarsa ve ilgilenirse, beynin strese tepki veren kimyasalları üzerinde o kadar etkili olduğunu ve binin üzerinde genin yapısını değiştirdiğini bulmuştur. Anneleri tarafından yoğun bir şekilde yalanan fare yavruları, stres altındayken, anneleri ilgisiz olan fare yavrularına göre daha cesur olmakta ve daha az stres hormonu salgılamaktadır. Bu fareler, ayrıca daha hızlı kendilerini toparlayabilmektedir; yaşamları boyunca dinginleri devam etmektedir.”
4- Travma ve İyileşme – Judith Herman
“Travmatik deneyimin başkalarıyla paylaşılması, anlamlı bir dünya duygusunun onarılması için bir ön koşuldur.”
5- Bir Çocuğun Gözünden Travma – Peter A. Levine
“Korkudan büyümüş gözlerle ebeveyninin, kardeşinin ya da büyük ebeveyninin şiddetini gören/duyan çocuklar sıklıkla saldırıya uğrayandan daha fazla zarar görürler. Donmuş ve çaresiz bir şekilde bir masanın altına sığınan ya da duvara yapışan çocuk “görünmez” olmaya çalışır. Sayısız büyüğün hayat boyu süren “görülme” korkusu bunun sonucudur.”
6- Travma ve Anı – Peter A. Levine
“Kendimizle olan ilişkimiz derin yaralar içindeyken başkalarıyla iyi ilişkiler kuramayız. Kendimiz hakkında pek bir şey bilmiyorsak, tıpkı bir zamanlar ebeveynlerimizin gözlerinde aradığımız gibi, kendi kimliğimizi başkalarının aynasında ararız. Tüm sorunlarımız ve açık yaralarımızla bir başkasının kollarında güvenli bir liman ve şefkat bulmaya yöneliriz, ama o da aynı teselliyi bizde aramaktadır. “Sihirli ötekine” bu yansıtmalar hiç de iyi bir strateji değildir ve sonunda çöker, karşılıklı hayal kırıklığı ve küçümsemeye neden oluruz.”
7- Doğum Travması – Otto Rank
“Psikanalitik tarzda düşünmeyi öğrenmiş olanlar, bastırılmış şeylerin içlerinde hep gizli bir özlem barındırdığını bilir.”
8- Dile Gelmeyen bir Sesle – Peter A. Levine
“Kendimizi o kadar düşüncelerimizle özdeşleştiririz ki onları gerçeklikle karıştırırız. Kendimizin düşüncelerimiz olduğuna inanırız.”
Devamı