Tecavüz Algısında Kültürel Mitlerin Etkisi
Tecavüz Algısında Kültürel Mitlerin Etkisi: İnsanlık var olduğundan beri devam eden ve birçok çeşidi bulunan cinsel şiddet, insanın fiziksel ve ruhsal bütünlüğüne zarar veren en önemli suçlardan biridir. Cinsel şiddet eylemleri koşullara, gerçekleşme biçimine ve fail ile mağdur arasındaki ilişkinin boyutuna göre değişiklik göstermektedir. Sebep olduğu fiziksel ve psikolojik zarar açısından bakıldığında ise, tecavüz bu eylemlerin en ağırı olabilir ( Çoklar & Meşe, 2015).
70’li yıllarda ortaya çıkan feminist hareket, kadına yönelik şiddete farkındalık getirmiş ve yasaların yeniden düzenlenmesine yol açmıştır (Kilpatrick, 2004). Feminist hareketinin savunucuları, tecavüzün cinsiyet rollerindeki eşitsizlik ve toplumsal geleneklerin sonucu olarak ortaya çıktığını ileri sürmüştür (Rose, 1977). Cinsiyet rollerinde bulunan eşitsizlikler, tutumlar, normlar ve gelenekler tecavüzü destekleyen bir dünya görüşüne dönüşmüştür (Russel, 1982).
Tecavüz mağdurları hakkındaki yanlış inanışlar tecavüz mitleri olarak tanımlanmış ve bu inanışların ortaya çıkmasına neden olan tutumları araştırmak için birçok çalışma yapılmıştır. Schwendinger (1974) araştırmalarına göre, mağdurun rızası olmadan tecavüzün mümkün olmadığına dair ve tecavüzün erkek arzularının kontrolsüzlüğünden dolayı ortaya çıktığını öne süren bazı mitler toplumun inancında yerleşmiştir. Ülkemizde yapılan birçok araştırmada da mitlerin toplumumuzda yaygın olarak varlığını sürdürdüğü görülmüştür (Akvardar ve Yüksel, 1993; Gölge, 1997; Sakallı-Uğurlu, Yalçın ve Glick, 2007). Kadınlarla karşılaştırıldığında erkekler tecavüz mitlerini kabul etme ve mağduru suçlama eğilimindedirler. Bir kadın geleneksel cinsiyet rollerine uymuyorsa ve alkol kullanıyorsa, tecavüze uğradığında bunu hak etmiş sayılır (Gubb & Turner, 2012).
CİNSEL SALDIRI VE YAYGINLIĞI
Cinsel saldırı kavramı 1980’li yıllardan beri tartışılmaktadır. Tecavüz ise en yaygın olanıdır ve her ulus ya da kültürde görülebilir. Uzun yıllardan beri var olan cinsel saldırı, modern toplumun içine yerleşmiştir. The British Crime Survey (2009) gösteriyor ki kadınların yaklaşık % 4,2 si, 16 yaşından itibaren en az bir kez tecavüze uğruyor. Ancak bu buzdağının görünen kısmı olmaktadır. Toplum içinde etiketlenme ve diğer insanlar tarafından suçlu bulunma korkusuyla tecavüz ve diğer cinsel saldırılar çoğunlukla rapor edilmemektedir (Roe, Coleman, & Kaiza, 2009). Mağdurlar tecavüzü rapor etseler bile yasaların faili cezalandırmakta yetersiz kalacağını düşünmektedir (Chapleau, Oswald, & Russell, 2008). Yapılan araştırmalara göre tecavüz mağduruna karşı gösterilen tutumlar ve algılar, mağdurun tedavisinde ve iyileşmesinde önemli rol oynar ( Yamawaki, 2007). Toplum tarafından sağlanan duygusal destek, mağdurun daha hızlı bir şekilde iyileşmesine yardımcı olurken, yıpratıcı tutumlar psikolojik hasarın etkisini arttırır ve mağdurun daha geç iyileşmesine neden olur ( Ullman, 1996). Adalet sistemi çalışanlarının duyarsız tutumu, tecavüz kurbanının yaşadığı olay için kendini suçlu hissetmesine, utanç duymasına ve özsaygısını yitirmesine sebep olabilir (e.g., Flynn, 1974; Griffin, 1973; Medea & Thompson, 1974; Russell, 1974).
Amerika Birleşik Devletleri’nde yılda 150-750 bin arasında tecavüz olayı olduğu düşünülmektedir. Türkiye’de ise yılda yaklaşık 18 bin tecavüz olayı gerçekleşmektedir (Yurdakul, 1996). Cinsel saldırıların yaklaşık yarısı mağdurların evlerinde olmaktadır. Tecavüz saldırganları, savunmasız, yalnız, sarhoş veya engelli kadınları seçer. Bazen mağdurun kadın olması bile sebep sayılabilir. Saldırı cinsel tatmin yerine saldırıya uğrayan kadını aşağılamak ve korkutmak için gerçekleştirilir (Lehmann, 1994).
Yaygın inanışın tersine tecavüze yeltenme az yaşanan bir olay değildir (Çiçeklioğlu ve Saçaklıoğlu, 1994). Olayların hepsinin kayıtlara geçmemesinin birçok sebebi vardır. Kurbanın suç işlendiğinin farkında olmaması, adalet için çalışanların önyargılı tutumları, utanma ve suçluluk hissi, evlilik ve iş konusundaki kaygılanma, yasal işlemler ve hapis korkusu etken rol oynamaktadır (Özdemir ve ark. 1998). Bir kadının hayatı boyunca cinsel saldırıya maruz kalma riski, yaklaşık olarak 10 kadında 1 olarak hesaplanmıştır (Lehmann, 1994). Tecavüze uğrayanların %36-58 ini 15 yaş ve daha küçük kızlar oluşturmaktadır. Bu oranların önemli kısmı ise 9 yaşından küçük çocuklardır (Çiçeklioğlu ve Saçaklıoğlu, 1994). Hayat kadını çocuklarının %85’i hayat kadını olmadan önce tecavüze uğramış ya da ensest ilişkiye maruz kalmıştır (Sezgin ve Öktem, 1996).
Emniyet Genel Müdürlüğü ve Jandarma Komutanlığı‟nın verilerine göre, 2010 yılının ilk yedi ayında 226 kadın cinayete kurban gitmiş, aynı dönem içinde, 478 kadın tecavüze uğramış, 722 kadın taciz edilmiştir (Çoban-İçağasıoğlu, 2013). TÜİK verilerine göre, cinsel saldırı suçlarında son 5 yılda %30 oranında artış olmuş, 2005-2010 yılları arasındaki dönemde 100 binin üzerinde kadın cinsel saldırıya maruz kalmıştır ( Tatlılıoğu & Küçükköse, 2015).
TECAVÜZ MİTLERİNİN TANIMI VE KABULU
Tecavüze ilişkin tutumların ve kültürel inançların sonucu olarak ortaya çıkan tecavüz mitleri tecavüz, tecavüzcü ve tecavüz mağduru hakkında, önyargılı, kalıplaşmış ya da doğru olmayan inançlar olarak tanımlanır (Burt, 1980). Bazı durumlarda mitler, kadının cinsel saldırıyı hak ettiğini ve erkeğin suçunun bulunmadığını iddia eder.
Tecavüz mitlerine bazı örnekler şunlardır: (1) Kadınların seksi konuşmaları ve tavırlarda bulunmaları, tecavüze ortam hazırlar. (2) Bir kadın tecavüze uğradıysa, dikkatsiz davranışlarından dolayıdır. (3) Eğer bir kadının vücudunda çürükler ve izler yoksa bunun bir tecavüz olduğu iddia edilemez. (4) Tecavüz kişisel bir sorundur, sosyal faktörlerden etkilenmez. (5) Tecavüz birdenbire oluşan bir eylemdir, planlanmadan ortaya çıkar. (6) Erkekler, cinsel açlıklarından dolayı tecavüz ederler (Bohner ve ark., 2002).
Tecavüz mitleri gerçeği yansıtmasa da aksini kanıtlamak mümkün olmayabilir. Söz konusu mitlerin çoğu tecavüzün duyarsızlaştırılmasına ve mağdurun etiketlenmesine neden olur. Kadına karşı olumsuz tutum sergileyen insanlar, tecavüzcüye daha çok ılımlı yaklaşır ve onu haklı bulur (Weidner ve Griffi tt, 1983).
Tecavüz mağdurlarına ilişkin mitler, kadınların yaşam şekillerinin tecavüzü kabul etmeye veya tecavüzün tahrikine yönelikken; tecavüzcülere ilişkin mitler ise, tecavüzcülerin doğuştan gelen dürtüleri kontrol edememesi veya hastalıkların kurbanı olarak gösterilmesine dayanmaktadır ( Ozdemir, 2010). Tecavüz eylemini gerçekleştirmeyen ama bu olaya hoşgörülü yaklaşan diğer insanlar benzer davranış hissini içinde saklı tutar. Türkiye’de yapılan tecavüz ve ilgili önyargılar ve tutum araştırmasında polis, avukat, hemşire, doktor gibi tecavüz sonrası karşılaşılabilecek meslek grubundan kişiler yer almaktadır. Bu araştırma tecavüz kurbanını az çok sorumlu ve suçlu bulma eğilimi olabileceğini gösterdi (Akvardar & Yüksel, 1992; Gölge, 2000).
Kadının bedenini kendi istediği şekilde kullanan erkek egemen düşüncesine göre, tecavüzden sonra kadın daha da değersizleşmiştir (Weidner ve Griffi tt, 1983). Türkiye’de yapılan bir çalışmada (Costin ve Kaptanoğlu, 1993), Tecavüz mitlerine olan inanç ile kadınların sosyal rollerini ve sahip oldukları hakları sınırlayıcı inançlar arasında bir bağlantı bulunmuştur. Ataerkil sistemde yer alan, kadınların kendi namuslarını korumaya yetersiz olduğu inancı erkekleri kadınları korumaya iter. Bir kadının namusu kirlendiğinde, ailede yer alan bütün erkeklerin namusu kirlenmiş sayılır (Işık ve Sakallı-Uğurlu, 2009).
Eskiden Türk Ceza Kanunu’nda, bir kadın tecavüze uğradığı zaman failin cezası, kadının evli, bakire, dul ve fahişe olmasına bağlı olarak değişiklik göstermekteydi. Buna göre tecavüze uğrayan kadın ise en ağır cezayı almaktaydı. Çünkü kadın bir başka erkeğe aitti.
Kadına karşı düşmanca gösterilen tutum ve davranış biçimleri feminist hareketin sonucuyla değişime uğramış ve daha gizli hale gelmiştir ( Sakallı-Uğurlu, 2003). Kadının fizik özellikleri, cinselliği, konuşma biçimi ve sahip olduğu diğer şeyler hakkında yapılan şakalar kadına karşı gizli düşmanlığın kalıplaşmış inançlarını ortaya koymaktadır. Modern toplum ile tecavüz mitleri yerini mağduru daha az suçlu faili ise daha az sorumlu tutan düşüncelere bırakmıştır. (Krahe ve ark., 2008).
Güç ve cinselliği bir arada kabul eden erkekler tecavüz mitlerini kabul etmeye daha çok yatkın olup cinsel saldırganlığı kabul edilebilir görmüşlerdir (Tatum ve Foubert, 2009; Chapleau ve Oswald, 2010). Birçok tecavüz vakasında, saldırganın amacının sadece cinsel şiddet değil aynı zamanda fiziksel şiddet olduğu ve davranışın sadece cinsel tatmin için değil, küçümseme, güç gösterisi yapmak için de gerçekleştirildiği görülmüştür (Gölge ve ark., 2006).
Bu inançla bağlantılı ve yaygın olarak kabul gören bir tecavüz miti, kadının gerçekten direnseydi tecavüze uğramayacağıdır. Mağdur ancak fi ziksel saldırıya şiddetli bir şekilde karşı koyduğu zaman daha az suçlanır. Kadın mücadele etmeli, dövüşerek karşılık vermeli, tecavüzü engellemeli, gerekirse kaçmalıdır (Randall, 2010). Oysa direnen kadınların fi ziksel zarar görme riski daha yüksek olduğundan, öldürüleceklerinden ya da ciddi biçimde yaralanacaklarından korkarlar. Bu korku da kadının karşı koyma gücünü azaltır (Gölge ve ark., 2006).
Tecavüz mitleri, kadına karşı düşmanlığın cinsel şiddeti beslediği sosyal bir çevre tarafından yaratılır. Feminist yaklaşım, çocuklara ve kadınlara yönelik cinsel saldırganlığın ataerkil toplumlarda erkek egemenliğinin bir unsuru olarak ortaya çıktığını savunur, sosyokültürel yaklaşım ise bunun sosyal sistemin bir sorunu olduğunu ve kültürel olarak kabul edilen cinsiyet rollerindeki farklılıklardan kaynaklandığını ileri sürer (Zara-Page, 2004). Daha önemlisi, bu mitler açıkça konuşulmadığı için kişiler kendi inançlarının diğerleri tarafından paylaşıldığına inanırlar.
Medyada ve yazılı basında tecavüzün aktarılış biçimi, teşhirci, kışkırtıcı, adeta tecavüzü teşvik edicidir. ‘Saldırıya uğrayan eş, dövülmüş kadın, cinsel istismara uğramış çocuk, ensest mağduru, tecavüz mağduru’ örneklerinde olduğu gibi, tecavüz haberleri faili ortadan silmek suretiyle, sadece mağdurun kimliği üzerinden verilir (Köker ve Doğanay, 2010). Feminist teori, özellikle faili ortadan silmeye yarayan bu söyleme şiddetle karşı çıkar (Randall, 2010).
Tecavüz Mitleri Nasıl Değiştirilebilir?
Tecavüz mitleri toplumsallaşma süreciyle geliştiğinden ve öğrenmeye dayandığından, eğitim ve rehabilitasyon programlarıyla, uzman bilirkişilerin katkısıyla, medyanın hakim söyleminin değişimiyle, sağlık, hukuk ve ruh sağlığı çalışanlarının katkısıyla değiştirilebilirler.
Tecavüz mitlerini değiştirmek için ilk akla gelen, cinsel saldırıyı önleme programları adı altında geliştirilen eğitim programları olmaktadır. Her iki cinsiyetin bu konudaki farkındalıklarının artmasını amaçlayan programlar, cinsel şiddetin sebepleri hakkında bilgi sağlama, tecavüz mitleri tutumlarını sorgulama, cinsel şiddete katkıda bulunabilecek cinsiyet rolleri kalıpyargılarını tartışma ve güvenli buluşma davranışları için pratik önerilerde bulunma gibi alt bileşenleri içerirler (Kress ve ark., 2006; Muir ve ark., 1996). Cinsel saldırıyı önlemek üzere geliştirilen programlar, ilk olarak mağdurlar için koruma ve tedaviye yoğunlaşmışken, son zamanlarda dikkat, saldırganlara dair müdahaleler üzerine odaklanmış, erken müdahale için suç motivasyonunun belirlenmesi önem kazanmıştır (Gölge ve ark.,2006). Tecavüz mitleri, sadece toplum tarafından değil, tecavüzün hukuki sürecinde etkin rol oynayan hekimler, hemşireler, polisler ve hukuk profesyonellerince de yüksek oranda kabul gördüklerinden, mağdurun ikincil mağduriyetine (revictimization) neden olmaktadırlar. Örneğin, tüm sağlık çalışanları içersinde tecavüz mitlerini en fazla kabul edenlerin, tecavüz mağdurlarına ilkyardımı veya ilk görüşmeyi yapan hemşireler olduğu bulunmuştur (Uji ve ark., 2007). Benzer olarak hekimler de, tecavüz olgularında genellikle fi ziksel bulguları tespit ve tedavi ederler ama altında yatan mağduriyetin çoğunlukla farkına varmaz ya da tanımlamazlar. Hekimlerde tecavüz mitlerinin kabulü, cinsel saldırı mağdurunun sadece fiziksel bulgularına odaklanmaya ve mağduru detaylı muayene etme davranışını azaltmalarına neden olur. Uygulanan eğitim programı sonrasında, tıp doktorlarında mitlerin kabul oranının düştüğü ve tecavüz mağdurlarına detaylı muayenenin arttığı görülmüştür (Milone ve ark.,2010). Mağdurun ilk başvurduğu merci olması açısından önem taşıyan polisin de, tecavüz mitleri nedeniyle bazı vakaları fi ltrelediği görülmüştür. Örneğin, tecavüz mağduru kadın alkol ve madde bağımlısıysa polis gerekli kitleri kullanmaz ya da kullanımını çok uzun süre bekletir. Test sonucu mağdurun alkol-madde almadığı ortaya çıksa bile, ‘ideal mağdur kadın’ profi line uymadığı için gerekli işlemleri yerine getirmez (Randall, 2010). Mitleri yüksek düzeyde kabul eden avukatların ise, mağdur tecavüzcüsünü önceden tanıyorsa, alkol almışsa ve olay bir partide geçmişse mağduru daha fazla suçladıkları, sanığı ise daha az sorumlu buldukları tespit edilmiştir. Eğer fiziksel şiddet kullanılmışsa, mağduru daha az suçlamışlardır. Tecavüz mitlerinin kabulü açısından avukat adayları ile avukatlık mesleğini yapanlar arasında bir fark bulunmaması ise, tecavüze karşı tutumların tek başına yasal eğitimle değiştirilemeyeceğini gösteren bir bulgu olarak kabul edilebilir (Krahe ve ark., 2008).
Uzman Bilirkişi Tanıklığının Katkısı. Tecavüz mitlerini değiştirmeye yardımcı olacak bir diğer katkı, özellikle tecavüz davalarında uzman bilirkişinin tanıklığıdır. Uzman bilirkişi, tecavüzün bildirilmeyen suçlardan biri olduğuna, yabancılardan ziyade tanıdıklar tarafından işlendiğine, bir tutku değil şiddet suçu olduğuna, birçok kadının daha fazla şiddete maruz kalmamak için saldırganına boyun eğdiğine, cinsel saldırı sırasında ve sonrasında davranış örüntülerinin neler olabileceğine dair tanıklık ederek, tecavüze ilişkin yaygın yanlışinançların etkisizleştirilmesini sağlar (Gray, 2006). Uzman bilirkişi tanıklığının, mahkemenin başlangıcı yerine sonunda gerçekleştiğinde mahkeme sonucunu daha fazla etkilediği; mahkemenin, mağdurun sözünü daha güvenilir ve mağdurun cinsel ilişkiye rıza göstermiş olmasını daha az mümkün bulduğu, sanığın ise genelde suçlu bulunduğu ve daha ağır cezalara çarptırıldığı görülmüştür (Tetreault, 1989). Başka bir deyişle, tecavüz davalarında uzman bilirkişinin, tecavüz mağdurlarını ve tecavüzcüleri içeren yaygın yanlış inançlar hakkında mahkemeyi bilgilendirmesi, mağdura yönelik olumsuz tarafgirliğin bertaraf edilmesini sağlamaktadır.
Ruh Sağlığı Çalışanlarının Katkısı. Ruh sağlığı çalışanları, tecavüzcüleri sadece psikopatoloji (normal dışı davranışlar) bağlamında değerlendirdiklerinde, kültürel mitleri bilinçsizce desteklerler (Akçan ve ark., 2006; Scully, 1994). Tecavüz edenler, çocukluklarında kendileri de şiddet ve istismara uğramış, kişilik bozuklukları olan veya ruh sağlığı normal olmayan insanlardır. Böyle değilse bile, anneleri, çocukla bağımlı bir ilişki modeli kurarak ya da çocuğu ruhsal olarak reddederek, bir tecavüzcünün yetişmesine yol açmış olabilir. Suçlu olan kişi bu kez ‘kadın mağdur’ olmasa da, tecavüzcünün ‘kadın’ olan annesi yani yine bir ‘kadın’ suçlu bulunur (Scully, 1994). Oysa bu durumun çok sınırlı bir açıklama sağladığı, cinsel şiddet uygulayanların yalnızca % 5 gibi küçük bir grubunda psikopatoloji saptandığı bilinmektedir. Alt sosyoekonomik tabakadan işsiz, eğitimsiz, madde kullanan, psikiyatrik hastalığı olanların cinsel şiddet uyguladığına dair yanlış kanının aksine; eğitimli, iş sahibi, ekonomik gücü olan, alkol ve uyuşturucu kullanmayan, herhangi bir psikiyatrik hastalığı olmayanların da şiddet uyguladığı yapılan çalışmalarla ortaya konmuştur (Akçan ve ark., 2006).
Bilimin, toplum üzerindeki otoritesi düşünülürse, ruh sağlığı çalışanlarının ve adli bilimcilerin tecavüze bakış açılarını değiştirmeleri önem taşır. Örneğin ‘mağdurun suça yol açması kavramını’ getiren mağdurbilim (viktimoloji), cinsel suçlar için ‘her beş olaydan birinde suça neden olan mağdurdur, suçların % 20’sine yakınında kadının ihmali vardır’ diyerek (Sokullu, 2008), tecavüze uğramış kadını, kısmen kendi baştan çıkarıcılığının veya dikkatsizliğinin sorumlusu olarak resmetmiştir. Tecavüz mitleriyle ilgili çalışmalar dahil, tecavüzle ilgili tüm çalışmaları sadece kadınlar üzerine yoğunlaştırmak, cinsel şiddetin ipuçlarının kadınlarda olduğunu varsaymaktır. Oysa tecavüz bir kadın sorunu değil bir erkek sorunudur ve tecavüze neden olanın psikopatoloji ya da hastalık olduğunu varsayan psikiyatrik modelin tersine, feminist-sosyo kültürel model, kadına tecavüzü, cinsiyetler arası kabul edilmiş güç dengesizliğinin bir sonucu sayar (Erdem, 2009; Scully, 1994). Tecavüz davalarında mağdurun normalden farklı tepkilerini mahkemeye tanımlayacak ruh sağlığı uzmanının bulunması, mağdurun güvenirliğinin sorgulanmasıyla, ikincil mağduriyeti engeller. Mahkeme, tecavüz mağdurundan acısını çoğunlukla toplum tarafından kabul edilmiş kalıpyargısal yollarla göstermesini bekler. Örneğin, mağdur titremeli, ağlamalı ve üzüntüsünü dışa vurmalıdır. Çok rahat ve soğukkanlı mağdur, ideal ya da gerçek mağdur değildir (Randall, 2010). Bu konudaki katkı, hem örselenmenin farklı kişilerde farklı tepkilere yol açabileceğine dair mahkemeyi bilgilendiren hem de Travma Sonrası Stres Bozukluğu’nu (TSSB) yeniden tanımlayan ruh sağlığı çalışanlarından gelecektir. Tecavüz sonrasında mağdurun yaşadığı ruhsal sıkıntıları, çok geniş bir başlık altında TSSB olarak tanımlamak yerine, travmanın tecavüz ile özelleşmiş bir türü olan ‘Tecavüz Travması Sendromu” kavramının öncelikle pratiğe sonra da literatüre kazandırılması, tecavüz mağdurunun maruz kaldığı travmanın tam anlamıyla tanınmasına yardımcı olacaktır (Tetreault, 1989).
Bir diğer katkı, sanığın ceza alma derecesine etki eden ‘mağdurun suçtaki sorumluluğu’ kavramına gelecektir. Hukuk, mağduru haklı bulmak ve sanığı sorumlu tutmak için, tecavüz esnasında mağdurdan karşı koyması için asgari bir kelime ya da itiraz mimiği bekler. Karşı koymanın olmayışı, sessizlik veya pasiflik “örtülü rıza” ile eşdeğer sayılır. Karşı koymanın kanıtları, özellikle fiziksel bir karşı koyma ise mağdurun güvenirliğini artırır. Travma bilgisinin eksikliğinden dolayı, ‘dövülmüş kadın sendromu’ ya da ‘tecavüze uğramış kadın sendromu’ hakkında bilgisi olmayanlar, mağdurun güvenirliğine gölge düşürürler. Oysa mağdur, kendi güvenliğini sağlamak, daha fazla fiziksel ve cinsel şiddetten kaçmak, hatta hayatını korumak için direnmeyebilir ve çok karmaşık olan insan psikolojisi gereği kendini koruma ve savunma mekanizmasının bir sonucu olarak karşı koymayarak çözülme (dissociation) tepkisi verebilir. Bu durum, özellikle çocukluğunda cinsel istismara uğramış kadın ve erkeklerde sıklıkla görülür (Randall, 2010). Bu noktada ruh sağlığı çalışanlarının katkısı, tecavüz davalarında travma tepkilerinin farklılığının tanınması suretiyle mağdurun korunmasına yardımcı olacaktır.
Önleme ve öneriler
Medyada, cinsiyet rollerine ilişkin beklentiler cinsiyetçilik ve ayrımcılıkla ve kadınlara yönelik cinsel saldırılar arasındaki bağı ortaya koyan, şiddetin olumlu olarak algılanmaması için neden olduğu sonuçları ortaya koyan programların yapılması. Ergenlerde cinsel taciz öyküsünün önünü yol yakınken kesmek gerekir. Bu amaçla okullarda ve kamu iletişim araçları ile yaygın eğitim yapılmalı. Cinsel istismarın bir cinsellik değil saldırganlık olduğu bilgisi yaygınlaştırılmalı, okullarda, çatışma, problem çözme ve öfke yönetimi yeteneklerini geliştirmeye yönelik programlar düzenlenmesi. Geleneksel cinsiyet rollerine ilişkin beklentileri ortadan kaldıracak eğitim programları düzenlenmesi. Din adamları tarafından kadına yönelik şiddet ve özellikle aile içi şiddetin ahlak dışı olduğuna ilişkin vaazlar verilmesi. Sağlık görevlileri, sosyal hizmet çalışanları, polis ve yargıçlara yönelik disiplinler arası eğitim programları düzenlenmesi. Tüm ülkede geçerli, 24 saat açık, ücretsiz telefon hattını kurulması. Bağımsız kadın sığınma evleri ve benzeri sivil toplum yapılanmaları için devletin destek olması. Cinsel şiddet yaşayan kadınların desteklenmesi. Sağlık, sosyal ve yargı uzmanlarının katkısı ile risk değerlendirmesini de içeren bir tarama formu veya protokolü geliştirilerek uygulanması. Mağdurları desteklemek bir kamu görevidir. Bu amaçla kaynak ayrılmalıdır.
Bir toplumda görülen cinsel şiddetin tohumları, kadını ikincileştirip değersizleştirmeyi birer sosyal norm haline getiren önyargılı, kalıplaşmış ve yanlış inançları içeren tecavüz mitleri ile atılır (Burt, 1980). Tecavüz mitleri, bu bakımdan kadına karşı düşmanlığın, cinsiyetçiliğin, kişilerarası şiddetin kabulünün ve cinsel muhafazakarlığın bileşenlerini içeren tutum ve davranışların bir sonucudur (Gerger ve ark., 2007; Krahe ve ark., 2008; Larsen ve Long, 1988; Lonsway ve Fitzgerald, 1995).
Klinik Psikolog Tuğçe Turanlar
Randevu için iletişime geçebilirsiniz.
Devamı
Çocukluk Çağı Travmalarının Olumsuz Etkileri
Çocukluk Çağı Travmalarının Olumsuz Etkileri
Çocukluk çağı travmaları kişilerin ruhsal ve fiziksel sağlığını olumsuz etkilemekte ve dünyanın güvenilmez, adaletsiz, anlamı olmayan bir yer olarak görmelerine neden olmaktadır.
Çocuklar, ergenler, engelliler ve yaşlılar travmatik yaşam olayları karşısında daha hassas grupta yer alırlar.
“ABD Ulusal Sıklık Çalışmasına (National Incidence Study-4) göre;
2005-2006 yıllarında her 58 çocuktan biri istismar veya ihmale uğramıştır (%44’ü istismara %56’sı ihmale maruz kalmıştır.) Kayıtlı olan toplam olgu sayısının 2.905.800 olarak belirtildiği raporda 2.400 çocuğun bu yüzden öldüğü varsayılmaktadır.
SHÇEK ve UNICEF’in işbirliğiyle gerçekleştirilen bir çalışmada; çocukların %25’inin ihmale, %3’ünin cinsel istismara, %45’inin ise fiziksel istismara uğradığı bulunmuştur.
Ayrıca, 7-18 yaş grubundaki her iki çocuktan birinin duygusal istismar kurbanı olduğu bulunmuştur.
Farklı ülkelerde yapılan çalışmaların bulgularına bakılınca tüm dünyada çocuğa yönelik kötü muamelenin yaygın olduğunu görülmektedir.
Travmanın olumsuz etkileri kişilerin sağlığını etkilediği gibi toplumlara da zarar verebilmektedir.
Travmalar sağlıklı kişilik yapısı ve psikopatolojinin gelişimi üzerinde önemli bir etkiye sahiptir.
Çocukluk Çağı Travmalarının Bireylerin Ruh Sağlığı Üzerindeki Olumsuz Etkileri
Travma sonrası stres bozukluğu (TSSB), Depresyon belirtileri,
Okul ile ilgili olan veya olmayan sosyal sorunlar yaşama,
Evden kaçma ve çocuk suçları işleme,
Kaygı, korku, cinsel rahatsızlıkların oluşması
İntihara eğilim,
Obsesif kompulsif bozukluk belirtileri
Panik bozukluğu belirtileri
Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) tarafından yapılan derleme çalışmasında çocukluk çağı istismarlarının bireylerin ruhsal ve fizyolojik sağlığı açısından ciddi etkilerinin olduğu ortaya konulmuştur.
Kaynaklar
Güloğlu, B., Karaırmak, Ö., & Emiral, E. (2016). Çocukluk çağı travmalarının tinsellik ve affetme üzerindeki rolü. Anadolu Psikiyatri Dergisi, 17(4), 309-316.
ABD Ulusal Görülme Sıklığı Çalışması (Natio-nal Incidence Study-4), 2010. http://www.acf.hhs.gov/sites/default/files/opre/nis4_report_congress_full_pdf_jan2010.pdf.
UNICEF Türkiye Çocuk İstismarı ve Aile İçi Şiddet Araştırması, 2010. http://www.unicef.org.tr/files/bilgimerkezi/doc/cocuk-istismari-raporu-tr.pdf.
Klinik Psikolog Tuğçe Turanlar
“Çocukluk Çağı Travmalarının Bireyler Üzerindeki Olumsuz Etkileri”
Devamı
Dissosiyasyon ve Çocukluk Çağı Travmaları
Dissosiyasyon Kavramı
Dissosiyasyon, zihinsel süreçlerin bilinçten ayrılması ve kendi içindeki bütünlüğü kaybetmesi sonucu kişinin duygu ve düşünceleriyle ilgili farkındalığın azalması olarak tanımlanmaktadır ( Bolu ve ark, 2014 ). Ağır stres durumlarda aşırı anksiyeteyi azaltarak ruhsal dengenin sürmesini sağlayan savunma mekanizmalarından biridir. Ancak ağır bir şekilde kullanıldığında ve sürekli hale geldiğinde semptomların ortaya çıkmasına neden olur. Bellek, kimlik ya da bilinç işlevlerinde bozulmalar meydana gelir. Kişi bilgi dışında da anı, duygular ve düşünce kalıpları gibi birçok zihinsel içeriğe ulaşmada sorun yaşar. Dissosiyatif bozukluklarda oluşan bu durum, merkezi sinir sistemini etkileyen organik bir bozukluk sebebiyle değil ruhsal kaynaklı bir durum olarak gerçekleşmektedir ( Şar, 2000 ).
Alter Kişilik Etkileri
Pasif etkileme
Kişi duygu, düşünce ve davranışlarına müdahale edildiğini hisseder. Bu müdahale iç dünyada varlıkları hissedilen ve yabancı olarak algılanan alter kişilikler tarafından gerçekleştirilir. Bu durum, alter kişiliklerin birbirlerini ya da ev sahibini yönetme eğilimlerinden kaynaklanır ( Akyüz, 1999; Akt: Şar, 2004)
Varsanılar
DKB hastalarının yaklaşık %80’i “iç sesler” duyar. Bu sesler çoğunlukla alter kişiliklerden gelmektedir. İç konuşmalar şeklinde ortaya çıkar. Görüşmeci ile diyalog kurarak onun sorularına içerden karşılık verirler. Alter kişilik bilincin kontrolünü ele geçirdiği zaman ise bu durum varsanı olmaktan çıkıp hastanın ağzından konuşmaya dönüşür ( Şar, 2004 ).
Çocuksu Davranış
Çocuk yaştaki alter kişiliklerden biri kontrolü ele aldığı zaman çocuksu davranışlar ortaya çıkar. Bu tip davranışların bazıları çevre tarafından sorun olarak algılanmayabilir. Bazıları ise zaman yöneliminin bozulması veya dışkısını ortalık yere yapma gibi, gündelik yaşamla uyuşmadığı için fark edilir ( Şar, 2004 ).
Ruhsal Travma ve Dissosiyasyon
Ruhsal travmanın etkileri erişkinlikte ve çocuklukta birbirinden farklıdır. Çocukta dissosiyasyona olan yatkınlık erişkinlikte olandan daha fazladır. Çocukluk çağında oluşan travmatik yaşantılar erişkinlik dönemindeki dissosiyatif bozuklukların asıl sebebini oluşturur ( Şar, 2000 )
Çocuklar psikolojik, cinsel ya da fiziksel saldırılara karşı kendilerini savunamayacak kadar güçsüzdürler. Çocuğu ağır bir şekilde etkileyen ruhsal travmalar, çocuğun yaşamını sürdürdüğü ortamda yakınları tarafından gerçekleştirilenlerdir. Fiziksel olarak kaçmak, direnmek veya yaşanılanları kabul etmek oldukça zordur. Bu durumda psikobiyolojik bir savunma mekanizması olan dissosiyasyon, yaşanılan travmanın fiziksel ve ruhsal etkilerini uzaklaştırma görevini üstlenir. Travmaya bağlı duygu, düşünce ve algılar bilinçten uzaklaştırılarak normal şartlarda erişilmeyecek bir konuma getirilir. Böylece dissosiyasyon fiziksel ve ruhsal acıya karşı direncin gerçekleştirilmesini sağlamış olur ( Zoroğlu ve ark, 2000).
Başlangıçta travmatik yaşantının üstesinden gelme amacıyla kullanılan dissosiyatif düzenek zamanla uyumsal olmayan patolojik bir sürece dönüşür ( Şar, 2000). Çocuklar sürekli olarak travmatize edildikleri zaman, bu savunma mekanizması aşırı ölçüde kullanılır. Bunun sonucunda da dissosiyatif bozukluklar meydana gelir ( Zoroğlu ve ark, 2000).
Cinsel istismar kurbanı olan çocuklarda, istismarın ilk döneminde amnezi ve uyurgezerlik ortaya çıkabilmektedir. Çocuğun gözlerini belli bir noktaya dikip uyaranlara cevap vermediği trans benzeri durumlar çocuklarda en sık görülen dissosiyasyon belirtisidir. Dissosiyasyon istismarın getirdiği ezici ve korkutucu duygulardan çocuğun kaçınmasına yardım eder ( Aktepe, 2009 ).
Kişinin algılarını, duygularını, anılarını ve zamanla tüm zihnini bölmelere ayıran dissosiyatif savunma, kişiyi travmatik yaşantının etkisinden uzaklaştırırken gerekli ruhsal çözüm işlemini ileride başka bir bakış açısı içinde yapılmak üzere erteler. Böylece fiziksel çaresizlik içinde de olsa denetimin kaybedildiği hissini önler. Ancak daha sonra dissosiyasyon ruhsal bakımdan çaresizlik yaratan bir mekanizmaya dönüşür. Çoklu kişilik bozukluğu olan hastaların %90’ı çocukluk çağında ihmal ya da istismar yaşantılarına dair bildirimler vermektedir. Bu bildirimlerin önemli bir kısmı da doğrulanabilmektedir ( Şar, 2000 ).
İstismarcıya Bağlanma
Çocuk, büyümek ve gelişimini tamamlamak için bağlanmak zorundadır. Bu bağlanmanın önemini oldukça fazladır. İstismarı yapan kişi çocuğun en yakını da olsa çocuk travmaya rağmen istismarcısına bağlanmaya devam eder. Bu bağlanma dissosiyasyon ile gerçekleşir. Diğer taraftan bağlanma sırasında çocuk istismarcıyı kendi içinde özdeşleştirerek, kendi içerisinde onun bir benzerini yaratır. Bu şekilde onu kendi kontrolü altında tutabileceğini düşünerek ruhsal bakımdan güçsüzlüğü engellemeye çalışır. Çocuk kontrol odağının yerini değiştirerek, dışarıdan kontrol edilmenin yönünü kendi içinden kontrol edebilmeye çevirmiştir. Ancak bu seferde kendi kontrolünü kaybetmiştir. Çünkü çocuk bölünmeye uğradığından kendi ruhsal yapısı içerisindeki yabancılar tarafından yönetilmeye başlamıştır ( Şar, 2000 ).
İstismarcı Alter Kişilik
Çoklu kişilik bozukluğu olan hastaların tedavisinde istismarcı ile özdeş olan alter kişiliklerin bütüne entegre edilmesiyle tedavi sonlandırılır. Diğer taraftan, istismarcı özellikteki alter kişilikler, hastanın da istismarcı davranışlarda bulunmasına sebep olabilir. Bu açıdan bakıldığında birçok istismarcının da dissosiyatif bozukluğa sahip olabileceği düşünülmelidir. Bu durum ise istismarın önlenmesini zorlaştırır, istismarcıyı kendi davranışları konusunda içgörüden yoksun hale dönüştürür. Örneğin babası tarafından çocukluğunda defalarca kemerle dövülmüş olan bir kadında erişkinlikte bu sefer kendi çocuklarını döven ve olayı hatırlamayan, saldırgan bir alter kişilik oluşabilmektedir. Bu durum dissosiyasyon ve istismarın kuşaktan kuşağa geçmesine ve içgörüsüzlüğe sebep olabilir. Ayrıca, kendi dissosiyatif yapıları nedeni ile çelişkili davranışlar ve tutumlar gösteren, çift mesaj veren bir anne ya da baba da çocuklarda dissosiyasyon oluşturabilir ( Şar, 2000 ).
Dissosiyatif Kimlik Bozukluğunun Adli Yönü
Bu konuya adli yönden iki şekilde bakılabilir. Bunlardan ilki suç işleyen kişilerde bulunan dissosiyatif kimlik bozukluğudur. Amerika kökenli yapılan çalışmalardan birinde seri cinayet işleyen katillerde DKB görülmesinin hiç de az olmadığı düşünülmektedir. Bu çalışma, vakalarda ağır çocukluk çağı travma yaşantılarının varlığını da kanıtlamaktadır. Bazı vakalarda içgörü kaybının ileri düzeylere ulaşabildiği de görülmektedir. Araya giren trans halleri de tehlikeli dönemler olabilir. Özellikle agresif alter kişiliklerin aniden kontrolü ele alarak eğilimlerine uygun saldırgan davranma olasılıkları da vardır. DKB hırsızlık gibi şiddet içermeyen suçlarda da kendini gösterebilir. İkinci yaklaşımda ise istismara maruz kalan kişilerde DKB ve benzeri dissosiyatif bozukluk bulunması durumudur. Özellikle çocukluk çağında istismara uğrayan kişi, olay sırasında ya da sonrasında dissosiyatif belirtiler gösterebileceği gibi, uzun dönem etkileri göz önünde bulundurmak gerekmektedir. Başka bir durumda ise, DKB olan kişinin ruhsal rahatsızlığından dolayı istismara daha açık olup kendini koruyamaması durumudur. Bu durum gerek çocuklukta gerekse erişkinlikte olabilir. Bu yüzden ceza hukuku açısından değerlendirilmesi gerekebilir. Genel olarak, DKB’nin bilinç ve davranış özgürlüğünü kısmi olarak etkileyebileceğini göz önünde bulundurmak gerekmektedir. Bazı durumlarda tam aksine kişi davranışlarında tamamen sorumlu olabilir ( Şar, 2004).
Klinik Psikolog Tuğçe TURANLAR
Devamı
Çocuk İstismarı ve Mağdur Çocukla Görüşme Teknikleri
ÇOCUK İSTİSMARI: Dünya Sağlık Örgütü’ne göre çocuk istismarı, çocuğun sağlığını, yaşamını ve gelişimini riske atacak şekilde bir yetişkin, toplum veya ülkesi tarafından bilerek ya da bilmeyerek yapılan davranışlar, haklarını ihlal eden her türlü eylem ve eylemsizliklerin tümüdür (WHO, 2006). Çocuğa karşı yapılan istismarın fiziksel istismar, cinsel istismar, duygusal istismar ve ihmal olmak üzere dört farklı boyutu vardır (WHO, 2006):
Fiziksel istismar: Çocuğun kaza dışı fiziksel olarak yaralanması şeklindedir. Fiziksel bulgular olması sebebi ile en kolay tespit edilen istismar türüdür.
Cinsel istismar: Çocuğun gelişimsel olarak hazır olmadığı, ne olduğunu kavrayamadığı, rıza gösterme ve onaylama kapasitesi olmadığı cinsel aktiviteye zorlanması durumudur.
Duygusal istismar: Çocuğun sevgi, ilgi ve bakımdan mahrum kalması ve bu yüzden psikolojik sorunlar yaşaması durumudur.
İhmal: Çocuğun ihtiyacı olan beslenme, sağlık, barınma, korunma gibi temel gereksinimlerinin kendisine bakmakla sorumlu olan kişiler tarafından karşılanmamasıdır.
İstismara uğrayan çocukların önemli bir bölümü, maruz kaldıkları istismar sonucunda korktukları ve kendilerini bu durum yüzünden suçlu hissettikleri için, yaşadıklarını gizleyerek bu olayı bildirmemektedir. Bu yüzden mağdur çocuklar almaları gereken tıbbi, hukuki, psikolojik ve sosyal yardımı alamamaktadır. Ayrıca, çocuğun değerlendirme sürecinde, bu alanda yeterliliği bulanmayan kolluk kuvvetleri ve adli merciler tarafından, yaşadıklarını tekrar tekrar anlatmasına mecbur bırakılması, çocuğun yaşadığı travmayı şiddetlendirerek ruh sağlığını daha da çok bozmaktadır (Yüksel ve ark, 2013).
ÇOCUK İSTİSMARI – MAĞDURLA GÖRÜŞMENİN ÖNEMİ
Çocukla yürütülen soruşturmalar yetişkinlerle yapılandan farklıdır. Özellikle cinsel istismar mağduru olan çocukların yaşadığı travma ve gelişim özellikleri açısından verdiği tepkiler onlardan bilgi almayı zorlaştırmaktadır. Ayrıca mental ve zihinsel bozukluğu olan çocuklara daha özel bir ilgi gereklidir (Aydın ve Sönmez, 2014; Akt: Gönültaş ve Akduman, 2016). Mağdurla görüşme yapan kişinin çocuğu tekrar travmatize etmeyecek şekilde bildirim alması önemlidir. Bu sebeple, bu tarz soruşturmalarda yer alan kişilerin bu konularla ilgili eğitimi ve tecrübesi bulunmak zorundadır.
Goodman- Brown ve ark. (2003) araştırmasında çocukların ilk görüşmelerde bilgi vermekten kaçındığı ortaya çıkmıştır. Bu çalışmada mağdur bildirimlerinin; istismarın çeşidi, mağdurun yaşının büyük olması, olumsuz sonuçlanma endişesi, aile içi istismar, başına gelenler yüzünden kendini suçlama duygusu faktörlerinden etkilendiği bulunmuştur. Yapılan bir diğer araştırmada, 202 mağdur bildirimi incelenmiş ve bu bildirimlerin; mağdurun cinsiyeti (erkek çocuklarının kız çocuklarına göre istismarı bildirme oranları daha az), istismarcının denetimi altında olma, penetrasyon içeren bir istismara maruz kalma ve istismarcının çocuğu tehdit etmesi gibi değişkenlerden etkilendiği bulunmuştur (Gönültaş, 2013; Akt: Gönültaş ve Akduman, 2016).
Adli görüşme sürecinde amaç, mağduru travmatize etmeden mağdurdan yaşanan olayla ilgili bildirim almaktır. Çocuğa sorulan soruların açık uçlu olması, çocuğun cevaplarının yönlendirilmemesi ve ayrıntılı bilgi alınması açısından oldukça önemlidir. Sorular çocuğun gelişim özellikleri göz önünde bulundurularak sorulmalıdır. Görüşmeyi gerçekleştiren uzman kişi yaşanılan bu adli süreci çocuğun anlayacağı bir şekilde ona açıklamalıdır.
ÇOCUK İSTİSMARI – MAĞDUR İLE GÖRÜŞME
Uzmanlar, çocuğu bir başkasına göndermek yerine, tıbbi incelemelerin biran önce bitirilmesini sağlayarak, çocuğun daha fazla zarar görmesini engellemekle sorumludur. Çocuğun istismarcısı ona bakmakla yükümlü olan aile üyelerinden biri ise çocuğun istismarcı ile ilişkisi kesilmeli gerekirse koruma altına alınmalıdır (Bulut, 2008). Uzmanın ilk görevi problemleri belirleyerek çocuğun neden bir danışmanla görüştüğünü anlamasını sağlamaktır. Bu sebeple, danışman yargılayıcı olmadan, samimi bir şekilde çocuğun yaşına uygun olarak açıklamalar yapmalıdır. Görüşme yapılan oda ise çocukların kendilerini rahat ve güvende hissedebileceği resmi olmayan bir yer olmalıdır. Bu çocuğun konuşmasını ve kendini ifade etmesini kolaylaştıracaktır (O’Brien 2001; Akt: Bulut, 2008).
Kendini ifade etme yeteneği gelişmemiş ve içinde bulunduğu durumdan korkan çocukların ebeveynleri yanlarında bulunabilir. Ebeveynler çocuğun korkmasını engelleyip çocuk hakkında bilgi alınmasına yardımcı olabilir. Ancak bu aşamadan sonra çocuk ile yalnız görüşülerek olayı bir de onun anlatmasını sağlamak gerekmektedir. Kendini ifade edebilen çocukların ailesi ise görüşmeye alınmamalı, gizli kameradan ya da ayna arkasından görüşmeyi izlemelidir. Böylece hem olaylardan haberdar olabilirler hem de çocuğa herhangi bir şekilde müdahale edemezler. Özellikle, ebeveynlerden birinin şüpheli olduğu durumlarda önemlidir ( Renvoize, 1993; Akt: Bulut, 2008). Çocuğun ve aile üyelerinin kimlik bilgileri gizli tutulmalı ve etiketlenmemeleri için önlemler alınmalıdır (Hughes ve Baker, 1990; Akt: Bulut, 2008).
İlk görüşmedeki diğer önemli nokta ise çocuğu başına gelenlerin onun suçu olmadığına dair ikna etmektir. Bu yüzden çocuğun korkularını ve endişelerini gidermek gerekir. Buradaki temel amaç, olumlu duyguları güçlendirmek ve olumsuz duyguları azaltmaktır (Black ve DeBlassie, 1993; Akt: Bulut, 2008). Bazen çocuklar rahat bir şekilde olayları anlatabilir. Böyle vakalarda uzmanlar şaşırma, korku veya onaylama davranışı göstermemelidir. Buna ek olarak, çocuk fiziksel olarak zarar görmüşse, üzülmesini ya da korkmasını engellemek amacıyla çocuğa dokunmaktan kaçınılmalıdır (Bulut, 2008).
Cinsel istismar mağduru olan çocukların ağır bir travma içinde olabileceğini unutmamak gerekir. Adli süreçte çocuktan bilgi alınırken, çocuğun gelişim özelliği ve içinde bulunduğu durum göz önünde bulundurulmalıdır. Çocuğun tekrarlı olarak travmatize edilmesini engellemek için görüşme olabildiğince kısa sürede ve tek seferde bir uzman tarafından yapılmalıdır. Görüşme sırasında yönlendirici sorular sorulmaktan kaçınılmalı, çok gerekmedikçe kapalı uçlu sorular sorulmamalıdır. Aile bireylerinin çocuğa herhangi bir müdahalede bulunamaması için önlemler alınmalı ve çocukla yalnız görüşülmelidir. En önemlisi ise çocuk içinde bulunduğu sürecin hukuki boyutu açısından bilgilendirilmelidir.
Çocuk istismarı davalarında bulunan görevlilerin bu konu hakkında eğitim alması, çocuğun geleceğini güvende tutmak açısından oldukça büyük bir önem taşımaktadır.
Klinik Psikolog Tuğçe Turanlar
“Çocuk İstismarı ve Mağdur Çocukla Görüşme Teknikleri”
KAYNAKLAR
Bulut, S. (2008). Erken Çocukluk Dönemi Cinsel İstismarının Psikodinamik Oyun Terapisiyle Teşhisi ve Tedavisi. Türk Psikolojik Danışma ve Rehberlik Dergisi,29,131-144.
Gönültaş, M. B., Akduman, İ. (2016). Çocuklara Yönelik Cinsel İstismar Soruşturmalarında Mağdur Bildirimlerinin Önemi. Akademik Sosyal Araştırmalar Dergisi,23,274-289.
Yüksel, F., Keser, N., Odabaş, E., Kars, G. B., Yurtkulu, F., Daşkafa, F., Arslan, F., Cayrat, E. (2013). Çocuk İstismarı ve Çocuk İzlem Merkezleri. Tıbbi Sosyal Hizmet Dergisi,2,18-22.
Devamı